17 yaşında durdurulan hayat, devam eden devlet aklı
Esra Çiftçi 13 Aralık 2025

17 yaşında durdurulan hayat, devam eden devlet aklı

Türkiye’nin yakın tarihi yalnızca olan bitenlerle değil, nasıl gerekçelendirildiğiyle de hatırlanır. Devletin kendini tehdit altında hissettiği anlarda hangi araçlara başvurduğu, hukuku nasıl esnettiği ve kimi koruyup kimi feda ettiği sorusu hâlâ güncelliğini koruyor. Erdal Eren’in idamı bu soruların en sert biçimde düğümlendiği anlardan biridir.

Erdal Eren’in ölümü bir adli karar değildi, bir rejim anıydı. Devletin, kendini tehdit altında hissettiği anda hangi dili konuştuğunu, hangi hayatları gözden çıkardığını gösteren çıplak bir andı. O gün 17 yaşında bir çocuğun bedeni üzerinden bir düzen yeniden kuruldu.

Erdal’ın yaşı büyütüldü. Bu teknik bir ayrıntı değildi. Hukukun, gerçeği eğip bükerek iktidarın ihtiyacına göre yeniden yazılabileceğinin ilanıydı. Devlet, “çocuk” dememek için kâğıtları değiştirdi; çünkü bir çocuğu öldürmek meşru değildi ama bir “suçluyu” idam etmek mümkündü. Böylece adalet hakikatten değil, ihtiyaçtan yana konumlandı.

Bu yüzden Erdal Eren’in idamı bir istisna olarak okunamaz. Bu, Türkiye’nin uzun siyasal tarihinde tekrar tekrar gördüğümüz bir refleksin açık ifadesidir: Kriz anlarında hukuku askıya almak, gençliği hedef almak, itirazı bastırmak. Devlet, kendini korumayı her zaman bireyin hayatından daha acil saydı.

Bugün idam yok ama Erdal Eren’i yalnızca darağacıyla sınırlamak meseleyi tarihselleştirip zararsız hale getirir. Oysa mesele bitmedi. Sadece biçim değiştirdi.

Bugün de devlet kendini tehdit altında hissettiğinde önce gençliğe bakıyor. Bugün de itiraz “kamu düzeni” başlığı altında anlamını yitiriyor. Bugün de yargı adalet üretmekten çok düzeni sürdürme işleviyle çalışıyor. Erdal’ın dosyası bu yüzden kapanmıyor çünkü o dosya artık bir kişiye değil, bir zihniyete ait.

Erdal “ben suçsuzum” dediğinde bu yalnızca bir savunma değildi. O cümle devletle birey arasındaki asimetrinin ifadesiydi. Bugün de benzer cümleler kuruluyor ama artık daha sessiz, daha dağınık. Çünkü bugün suçun tanımı geniş, masumiyet dar. Bugün hukuk belirsizlik üzerinden işliyor.

Erdal’ın yaşı büyütülmüştü. Bugün yaşlar büyütülmüyor belki ama suçlar genişletiliyor. Düşünce, niyet, temas, paylaşım… Her şey potansiyel delil. Bu da başka bir infaz biçimi: Hayatı askıya almak. Geleceği belirsizleştirmek. Zamanı cezaya dönüştürmek.

Erdal Eren’i anmak geçmişe duyulan bir sadakat değildir. Bugünün siyasal düzenini anlamaya çalışmaktır. Devletin neden hâlâ itirazdan korktuğunu, neden gençliği bir tehdit olarak gördüğünü, neden adaleti hep “sonra”ya bıraktığını sormaktır.

Erdal hep 17 yaşında kaldı ama onun hikâyesi büyüdü. Çünkü bu ülke çocuklarını korumayı bir hak değil, bir lütuf olarak gördükçe; hukuk, iktidarın hızına yetişmeye çalıştıkça; adalet, güçlü olanın sabrına göre belirlendikçe Erdal Eren geçmişte kalmayacak.

Erdal’ın adı bu ülkenin hafızasında bir tarih notu olarak durmuyor. Bir soru gibi duruyor. Cevaplandıkça değil, ertelendikçe ağırlaşan bir soru. Devletin gücüyle bir çocuğun hayatı arasına hangi değerin konulduğunu soran bir soru.

Bu soru her yıl yeniden soruluyor:
Adalet ne zaman durur ne zaman hızlanır?
Kimin hayatı beklenebilir, kimin hayatı harcanabilir?
Bu sorular cevap bulmadığı sürece, Erdal Eren geçmişte kalmayacak.
Çünkü bazı ölümler yaşanmaz; devralınır.
Ve bazı çocuklar bir ülkenin bitmeyen cümlesi olarak kalır.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.