Esad yönetiminin devrildiği 8 Aralık 2024’ten sonra 578 bin Suriyeli ülkesine döndü. Veri İçişleri Bakanlığı tarafından açıklandı. Türkiye’de yaşayan Suriyeli sığınmacı sayısının ise 2 milyon 371 bin civarında olduğu ifade ediliyor. Bu verilere kayıt dışı olan mülteci nüfus dâhil değil. İktidara yakın kimi gazetelere göre geri dönüşler yeterli bulunmadı. Bunun için kademeli ve caydırıcı tedbirler masada. Ocak ayından itibaren Suriyelilerin ücretsiz sağlık hizmetlerine son verilmesi de gündemde. Geçici koruma kapsamının kademeli olarak kaldırılması konuşuluyor. Türkiye Gazetesi’ne göre; ikametler zorlaştırılacak ve ancak evi, işi, bankada yeterli parası olanlar varlıklı bir nüfus olarak ikametgâh şansı bulacak.

Peki, sahadaki gerçeklik ne, göç ve iltica hukuku ne söylüyor? Konuyu Suriyelilere, akademisyenlere ve hak savunucusu isimlere sorduk. Gelen yanıtlardaki ortak payda; böylesi bir karar için çok erken olduğu ve resmi kurumlarca henüz doğrulanmamış haberlerin mülteci toplum üzerinde baskı yarattığı şeklinde. Suriyeliler 18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü’nü bir tedirginlikle daha karşılıyor.
‘Önce Suriye’deki çadır kamplara çözüm bulunsun’
Suriye sahasında çalışan insan hakları savunucusu Taha El Gazi, “Suriye’ye dönenler olsa da bir iki ay kalıp yeniden Türkiye’ye, Lübnan’a dönen insan çok” diyor. El Gazi’ye göre Suriyeliler vatanlarını özlüyor fakat emniyet ve güvenlik kaygısı var. El Gazi sahadaki durumu şöyle anlatıyor: “Hala ortam karışık. Sahil bölgesi, güneyde Süveyda, kuzeyde Kürt bölgesi istikrara kavuşmuş değil. Esad rejimine bağlı olmadığı halde Alevilerin büyük bölümü kendini güvende hissetmiyor. Esad gitse de güven tam sağlanamıyor. Bana göre Türkiye ya da diğer ülkelerden insanları Suriye’ye geri gönderme kararı için durum erken. Dayatma olursa iç sosyolojik sorunlar çıkabilir. Örneğin dönen Suriyeli öğrencilerin anadilde eğitimi yeniden sorun haline geldi. Sokağa düşen çocuklar var. Uyuşturucu kullanımı büyük dert. Bu nedenle geriye dönüşler için de entegrasyon ve uyum gerekli. Dolayısıyla alt yapı ve zamana ihtiyaç var”.

Taha el-Gazi
Taha El Gazi devamında şu gözlemleri aktarıyor: “Bakanlıkta, bürokraside, göç ve iltica alanında çalışan görevliler ‘Suriyeliler dönsün’ diyor ama ben bunu yanlış görüyorum. Suriye’de 10 yıldır çadır kamplarda yaşayan insanlar var. İç göçe maruz kalmış Suriyeli nüfus 7 milyon civarında. Ülkenin farklı yerlerinde bulunan çadır kamplarda ise hala 1,6 milyon Suriyeli yaşıyor. Bu veriler BM ve geçici Suriye hükümetine ait. Dolayısıyla ‘Önce bu sorunu çözün’ diyoruz! İnsanları çadırdan kurtarın, ev mesken ayarlayın. Çünkü işsizlik ve barınma baş sorun. Şam’da bile binaların yüzde 60’ı oturulabilir değil. Kiralar fahiş artmış durumda. Şam merkezde en düşük kiralar 700 – 800 dolar civarında. Köylere gitseniz kiralar 200 – 300 dolar. Fakat fazla iş yok, kira ödemek çok zor. Düşünmek lazım; 2011’de bir ana iki çocuğuyla Türkiye’ye gittiyse, şimdi dönüşte üç aile oldular. Bugün üç aile olarak dönüyorlar, yaşam daha da zorlaştı. Örneğin Deyrizor’da su var ama iç bölgelere gidince haftada bir gün suya erişim sağlanabiliyor. Gıda fiyatları yüksek çünkü ithal geliyor. Sağlık ve eğitim oturmuş bir sisteme sahip değil”.
‘Savaş yıllarından kalan nefretin izleri geçmedi, dönmek kolay değil’
İzmir’de Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği Başkanı Muhammed Salih Ali, Suriyeli nüfusun kanaat önderlerinden. Dernek Başkanı Ali, geçici koruma kapsamının kademeli olarak kaldırılacağını sosyal medyadan duymuş. Ali, “Göç idaresi bize haber vermedi hala. Ben kanaat önderiyim. İzmir’de kanaat önderleri toplantısı bir süredir yapılamıyor. Biz de henüz bu konuyu soramadık” diyor. Geçici koruma kapsamındaki Suriyelilere sağlanan ücretsiz sağlık desteğinin devam ettiğini belirten Ali, “Bu hizmet yılbaşından sonra duracak. Sadece çok muhtaç durumdaki aileler yararlanacak deniyor. Bu da sıkıntıya neden olur” görüşünde.

Muhammed Salih Ali
Ali’ye göre Suriyeliler için süreç zorlaştıkça geri dönüşler artıyor. “Her gün veda edip dönenler var” diyen Ali devamında şunları dile getiriyor: “Suriyeliler 14 yıldır buradalar, Suriye’de savaş kalmadı, dönmek gerekir. Fakat Suriye’de güvenlik ve alt yapı olmadığı için Türkiye’de geçici korumanın kaldırılması için vakit erken. Suriye’de hala iş, ev, yardım yok. Suriye’deki durum iyi olursa çoğunluk geri döner. Şimdi ancak arazisi olan, köy sahibi olanlar dönebilir. Dernek yönetimden gidenler de oldu. Fakat alt yapı büyük sorun. Gidenler genellikle Suriye’de kalıyor. Çünkü bir kez daha Türkiye’ye gelmek artık çok masraf. Kaçakçılarla geçmek daha zor, geçişler pahalı, sınırlar kapalı”.
Suriye’de siyasi istikrarın oluşmadığına da dikkat çeken Muhammed Salih Ali, “Suriye’de 14 sene süren iç savaş nefret biriktirdi. Farklı fikirler, gruplar, örgütler var. Suriye’de hala dış eller var. Bir iki senede ortam 24 ayar saf altın gibi olmaz. Bu kargaşa ve nefretin izi varken dönmek de Suriye’de yaşamak da kolay değil” diyor.
‘Seyreltme politikaları bu sürecin hazırlığını yapmaya başlamıştı’

Dr. Sibel Karadağ
Akademisyen Dr. Sibel Karadağ’a göre; Suriyelilerin “büyük geri dönüş planı” aslında bu kararla başlamadı. Ocak 2022 yılından bu yana fiiliyata geçen “seyreltme politikaları” halihazırda bu sürecin hazırlığını yapmaya başlamıştı. Karadağ, devamında şu tespitlerde bulunuyor:
“Resmi rakamlara baktığımızda da 2021’de 3,7 milyon olan rakam şu an 2,3 milyona inmiş durumda. Bu politikalar, kimlik yenilemede zorluklar, adres kontrolleri, deaktive edilen kimlikler, kayda kapanan il ve ilçeler gibi pek çok farklı uygulama ile sürüyordu son yıllarda. Şimdi bu yeni kararla, 2022’den beri süregelen seyreltme politikalarının daha kitlesel bir düzeye taşınacağını anlıyoruz. Bu büyük geri dönüş planı da BM, AB ve uluslararası kuruluşlar tarafından destekleniyor, fonlar ve projeler artık Suriye’ye aktarılıyor, çeşitli teşvik programları devreye sokuluyor. Özetle, bu karar bir anda ortaya çıkmış bir durum değil, son yıllarda bunun altyapısı hem Türkiye ve dünya konjonktürü hem de uluslararası kuruluşlar tarafından tasarlanıyordu. Suriye’nin olası yeniden inşasında, küresel sermayenin yeni bir işgücü yaratmaya da ihtiyacı var. Sahadaki bulgularımız ise şunu gösteriyor; Suriyeliler seyreltme politikalarının yıldırıcı etkisinin ardından Esad rejiminin düşmesi ile dönüşü bir ihtimal olarak görmeye başladılar. Ayrıca, Türkiye’deki hayat pahalılığı, derin yoksulluk ve açlık, Suriyelilerin yoğun çalıştığı tekstil ve ayakkabı sektörünün bitme noktasına gelmesi de bu kararı etkileyen süreçler. Ancak Suriye’de hala devam eden çatışmalar, altyapının olmaması, yasal haklar ya da burada doğmuş çocuklara ne olacağı sorunsalı, terk etmek durumunda kaldıkları ev ve mülkiyetlerinin akıbeti gibi pek çok konudaki belirsizlik nedeniyle kararsız olanlar çoğunlukta. Geçici koruma statüsünün kaldırılması bu kararı mecburen hızlandıracaktır”.
‘Hukuken ihtimal vermiyorum ama şartları zorlaştırabilirler’

Av. Mahmut Kaçan
Uluslararası göç ve iltica hukuku alanında yaptığı çalışmalarla bilinen Avukat Mahmut Kaçan, “Politik nedenlerle böylesi bir karar alınırsa bu durum 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesinin ihlali anlamına gelir” diyor. Kaçar’ın konuya dair değerlendirmesi şu şekilde:
“Geçici koruma rejimi Suriye mülteciler için getirildi. Uluslararası koruma yönetmeliği kapsamında geçici koruma hangi hallerde kaldırılabilir o da bu mevzuatta var. Kişilerin tek tek durumuna bakılmaksızın genel düzenleme yapıldı. Koruma rejiminin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kaldırılması mümkün. Yasada bunun yeri var. Fakat bunun için Suriye’de silahlı çatışma ve yaygın şiddet hareketlerinin, kamu düzenini kaldıracak tehdidin bütünüyle ortadan kalkması gerekir. Bunun için BM ve güvenilir kurumlardan güçlü referans raporları gerekir. BMMYK uluslararası kamuoyunu tatmin eden rapor yayınlarsa geri dönüş düşünülebilir. Ama böyle bir veri yok. IŞİD saldırıları hala gündemde; üstelik son örneği resmi ordunun bir mensubu tarafından gerçekleşti! Dürzilere, Alevi ve Kürtlere yönelik genel şiddet varlığı var. Bu alanda çalışan bir avukat olarak bana göre geri dönüşü sağlayacak bir veri yok. Bu haberlerin dayanağı da yok. Türkiye geçici korumayı kaldıracaksa BM referans olmalı. Eğer politik nedenlerle karar alınırsa 1951 tarihli Cenevre Mülteciler Sözleşmesi’nden doğan sorumluluklar ortadan kalkıyor demektir. Ama Türkiye taraf ülke olarak bu sözleşmede imzacı! Mevzuatı ortadan kaldıracak değiliz, bu ciddi bir karardır ve ciddi bir alt yapısının olması gerekir. Türkiye ile geçici Şam yönetiminin arası iyi olabilir ama geri dönüş için şartlar iyi değil. Ben geçici korumanın kaldırılmasına ihtimal vermiyorum ama fiili olarak insanların şartlarını zorlaştırabilirler. Türkiye’de sağlık hizmetlerinin durdurulması bunun bir aracı olabilir. ‘Gönüllü geri dönüyorlar’ propagandası da doğru değil. Geri Gönderme Merkezlerinde insanları yıldırarak form dolduruluyor. Bu durum baskı aygıtına dönüşüyor”.
Almanya ve Avrupa’nın geri gönderme hevesine de dikkat çeken Kaçan şöyle devam ediyor: “Almanya Başbakanı Merz bu durumu iç politikada kullanıyor ama dünyada geri gönderme yönünde bir adım veya karar yok. Üretilmiş bir veri veya rapor da yok. Kurumlar izleme yapıyor muhtemelen. Suriye’de temel insan hakları, hak ve özgürlüklerin ihlali sorun. Alt yapı da yok. 1 milyon insan dönmeye karar verse nerde barınacaklar? Suya, yiyeceğe erişim nasıl olacak, bunların her biri ayrı başlık. Suriye hükümeti hizmet edecek durumda değil”.
‘Demokles’in kılıcı altında özel mevzuata bağlı yabancı işçi statüsü gelebilir’

Geçici korumanın tek bir kararla kaldırılıp, Suriyelilerin toplu bir geri dönüş yapacağı imasının müjde gibi sunulduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Cenk Saraçoğlu, yayınlanan haberleri, geçici korumayı sürece yayılmış bir şekilde tasfiye edecek bir planın parçası olarak okuyor. Saraçoğlu’na göre; Suriyelilerin en azından bir kısmını geri dönmeye zorlayacak düzenlemeler üzerinde çalışılıyor olabilir. Geçici korumanın zaten, Suriyelilerin durumu itibarıyla sürdürülmesi zor bir çelişkiyi içinde barındırdığına değinen Saraçoğlu’nun değerlendirmeleri ise şu şekilde:
“On seneyi aşkın bir süredir burada olan, ağırlıklı olarak kayıt dışı çalışmayla geçimini sağlayan, belirli mahallere yerleşmiş, bir yaşam ağını farklı biçim ve mekanizmalar yoluyla oluşturmuş ve en önemlisi de içerisinde burada doğan ya da çocukluğunu burada geçiren, yani buradan başka bir yer tanımayan genişçe genç bir nüfusu barındıran bir topluluk için “geçici korumanın” koşullarla uyumsuz olduğu açık. Siyasal iktidar bu uyumsuzluğa rağmen, elinde uzun vadeli bir “entegrasyon” planı olmadığından ve “geçici korumanın” koşullarını değişen koşullara, kendi ihtiyaçlarına göre eğip bükebildiğinden bu çelişkiye rağmen bu politikayla ilerlemeye devam etti. Fakat içinden geçtiğimiz dönem bu eğretiliğin devam edemeyeceğine işaret ediyor. Ve bunun Suriye’deki gelişmelerle yakın bir ilgisi var.
Türkiye Suriye’deki savaş sürecinde olduğu gibi, belki de ondan daha fazla Esad sonrası “yeniden inşa” sürecinin de resmen içinde. O yüzden Suriyelilerin buradaki konumunun Suriye’deki genel durumdan ve orada Türkiye’nin arkasında olduğu yönetimlerin de ihtiyaçlarından bağımsız ele alınması mümkün değil. Bu bağlamda baktığımızda şöyle bir durum var: Türkiye ve onun desteklediği yapılar, Suriye’de her şeyin iyiye gittiği, Suriye’nin bütünlüğünün ve istikrarının garantisi oldukları intibasını yaymaya çalışıyorken, Türkiye’de 2.7 milyonu aşkın Suriyelinin savaş koşullarına bağlı bir statüyle bulunuyor olması bir çelişki doğuruyor. Şöyle ki eğer gerçekten Suriye’de merkezi bir yönetim kontrolü ve istikrarı sağlayacak adımlar atıyor ve bunu başarıyorsa, ülke savaş seçeneğinin dışarıda bırakıldığı yeni bir rotaya oturuyorsa o halde o ülkenin kendi vatandaşlarının başka bir ülkede, savaş koşullarına göndermede bulunan geçici koruma statüsünde olmaması lazım. Ya artık gittikleri ülkenin vatandaşı olmaları ya da geldikleri ülkeye geri dönmüş olmaları gerekir ki tablo bir çelişki içermesin. Ben süreç içerisinde hem Suriye’deki yeni yönetimin hem de Türkiye’deki iktidarın ihtiyaçlarına göre “vatandaşlık” ve “geri dönüş” arasındaki geniş spektrumda her biri Suriyeli nüfusun farklı kesimlerine içinde bulundukları koşullara göre işleyebilecek bir politikalar demetinin faaliyete geçirileceğini düşünüyorum”.
‘Geri dönüş’ tartışmasının sınıfsal boyutuna da değinen Saraçoğlu mülteci işçiliğin yerine özel statüde yabancı işçiliğin geçirilebileceğine de işaret ediyor:
“Öyle anlaşılıyor ki öncelikle geçici korumanın yerine koşulları daha çetrefilli ikamet izni şartı getirilerek, sağlık hizmetleri katkı payının ödenmesi gibi yürürlüğe yeni konulan düzenlemelerle dönmeye istekli olmasa bile emek gücü ile burada kalamayacak durumda olan ve işgücü içerisinde anlamlı bir yeri olmayan kesimlere dönüş seçeneğini fiilen dayatan koşullar oluşturulacak. Eş zamanlı olarak ise Türkiye’de yatırım sahibi olan, hayatını burada kurduğu düzene ve burada sahip olduğu kaynaklara bağlı olarak şekillendirmiş görece varlıklı Suriyelilere belirli koşulları yerine getirmek ve belki de bir bedel ödemek koşuluyla vatandaşlık seçeneği sunulabilir. Bunların dışında kalan geniş Suriyeli emekçiler için ise geçici koruma değilse bile statülerini belirsiz ve kırılgan kılan ve doğrudan ‘burada çalışıyor olma’ temelinde tasarlanmış başka bir ara formül söz konusu olabilir. Örneğin ikamet izninin aynı zamanda esnek, geçici, mevsimlik ve Türkiye’deki iş hukukunun değil başka bir çalışma rejiminin geçerli olduğu bir emek sürecine dâhil olmakla bağlantılı bir ara form söz konusu olabilir. Yani geçici korumanın yerini buradaki sürekli kalmayı asla garanti etmeyen ve işçilerin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan geri gönderme tehdidinin olduğu, özel mevzuata bağlı bir yabancı işçi statüsü gibi. Buradan bakıldığında ‘Geçici koruma kalkıyor, geri dönüşün önü açılıyor’ imasındaki manşet gerçeği yansıtmıyor olabilir; ama yansıttığı bir şey var ki o da şu: Bugün Suriyeli işçileri kuralsız ve kayıt dışı sömürü koşullarına zorlayan belirsizliğin, müphemliğin başka biçim ve statüler altında sürdürülmesi ihtiyacı ve arayışı. Tabii bütün bu süreç, siyasal iktidarın Suriyeli göçmen sorununa el attığını, geri döndürmeye yönelik hazırlıklar yapıldığı şeklinde kamuoyuna sunulup, mülteciler konusundaki genel negatif algıyı ‘ferahlatan’, bu mevzu üzerinden iktidar üzerindeki toplumsal basıncı azaltan bir paket içinde sunulacaktır.
‘Non-refoulement ilkesi geri göndermeyi yasaklar’
Uluslararası hukukun defacto olarak geriye gittiğine işaret eden Saraçoğlu yine de non-refoulement ilkesini hatırlatmakta fayda görüyor: “Bu karara ilişkin uluslararası hukuktaki non-refoulement ilkesi, sığınmacı toplulukların yaşam haklarının sağlanabileceği güvenli koşullar oluşmadan geri göndermeyi yasaklar. Ancak, bu ilke çok uzun zamandır Batı ve Kuzey ülkeleri başta olmak üzere devletler tarafından ihlal ediliyor zaten. AB’nin sınır politikaları artık geri gönderme zinciri diyebileceğimiz bir yönetimselliğe geçmiş durumda ve bunu son yıllarda ehvenişer siyaseti ile saklama ya da kılıfına uydurma gereği duymadan, çok cüretkâr bir şiddet gösterisi şeklinde yapıyorlar. Artık uluslararası hukukun, normların ve kuruluşların gücünün ve etki alanının kalmadığı, 1945 sonrası kurulan dünya düzeninin sonuna geldiğimiz bir dönemdeyiz. Dolayısıyla, meseleyi uluslararası hukuka aykırılığı noktasında ele almanın geçmekte olduğumuz küresel savaş rejiminin nesnel koşulları açısından yersiz olduğu kanısındayım”.
DİPNOT:
- Türkiye Gazetesi – 14 Aralık 2025 – https://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/suriyelilerin-gecici-statuleri-kalkiyor-eve-donus-yolu-acildi-1755394
- TABLO: Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği – Suriye vilayetlerindeki yerinden edilmiş kişiler ve yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşüne dair genel bakış- 29 Haziran 2025




