• Ana Sayfa
  • Gündem
  • 19 Mart operasyonu neydi ve nasıl başladı? Bilinen ve bilinmeyen yönleriyle Bahadır Özgür anlattı

19 Mart operasyonu neydi ve nasıl başladı? Bilinen ve bilinmeyen yönleriyle Bahadır Özgür anlattı

İBB soruşturması ve operasyonu Türkiye’nin en geniş çaplı ve kapsamlı operasyonları arasına girdi. Bilinen ve bilinmeyen birçok yönü bulunan 19 Mart soruşturmasının nedenleri, amaçlarını ve gelişim süreçlerini Gazeteci – Yazar Bahadır Özgür, kronolojik bir şekilde İlke TV’ye anlattı.

19 Mart operasyonu neydi ve nasıl başladı? Bilinen ve bilinmeyen yönleriyle Bahadır Özgür anlattı
Haber Merkezi
  • Yayınlanma: 14 Haziran 2025 17:01
  • Güncellenme: 14 Haziran 2025 18:48

19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik başlatılan 2 ayrı soruşturma sonucu başta İBB’nin seçilmiş belediye başkanı Ekrem İmamoğlu ve çok sayıda İBB yöneticisi gözaltına alındı ve akabinde tutuklandı. Bu soruşturma ve operasyon Türkiye’nin en geniş çaplı ve kapsamlı operasyonları arasına girdi. Bilinen ve bilinmeyen birçok yönü bulunan 19 Mart soruşturmasının nedenleri, amaçlarını ve gelişim süreçlerini Gazeteci – Yazar Bahadır Özgür, kronolojik bir şekilde İlke TV’ye anlattı. İşte 19 Mart 2025 ve sonrasında yaşanan sürecin geldiği ve gelebileceği aşamalar. Bahadır Özgür 19 Mart’tan bugüne yaşananları şu şekilde anlattı:

19 Mart ve İmamoğlu’na yönelik operasyon

“Aslında operasyonun yapılacağını, özellikle Ekrem İmamoğlu’na yönelik bir operasyon olacağını çok uzun süredir biliyoruz zaten. 2019 seçimlerinden sonra Yüksek Seçim Kurulu üyeleriyle ilgili söylediği sözlerden, eleştirilerden dolayı başlayan bir dava süreci vardı. Peş peşe davalar geliyordu zaten. Diploma soruşturması başlamıştı. Bir de iktidara yakın medyada çok açık bir şekilde bir yolsuzlukların olduğuna dair ve bir çete operasyonunun yapılacağı dile getiriliyordu. Türkiye’de bu tür davalarda, iktidara yakın medya söylemeye başladığı takdirde bu iş gerçekleşiyor. Yani bir şekilde beklenmeyen bir operasyon değildi. Ama şöyle bir şey var tabii: operasyonun zamanlaması, şekli, biçimi, kapsamı tartışılabilir. Başta bu kadar geniş çaplı bir şey planlanmış mıydı bilmiyorum. Şimdi şöyle bir şeyi hatırlarsak, 19 Mart operasyonunun ilk temeli “terör”; terör örgütü veya ‘’terörle ilişki’’  üzerine kurulmuştu.”

MASAK raporları tartışma yarattı

“Gözaltıların dayanağı yapılan, soruşturmanın ilk dayanağı olan MASAK raporlarına baktığımız zaman, özellikle Ekrem İmamoğlu, Resul Emrah Şahan, Mahir Polat gibi ilk alınan isimler hakkında hazırlanan tek dayanak bu MASAK raporuydu ve bu raporlar terörün finansmanı üzerine kurulmuştu. Ama bu raporlara baktığımızda hem çok kısa sürede hazırlanmış olmaları, hem dört rapordan üçünün bir uzman yardımcısına yaptırılması, hem de raporların içeriğinde —uzmanların da söylediği gibi— MASAK’ın yetkisini aşan şekilde birtakım ifadelerin yer alması, yani delil yerine, yorumun yer alması. Tabloyu ortaya koymak yerine spekülatif anlatımların olması, bir tartışma yaratmıştı.”

‘Operasyon kent uzlaşısı üzerine kurulmuştu’

“Ben ilk etapta zaten bu terör iddiasının dayanıksız olduğunu düşünüyordum. Bu konuda haberler de yaptım nitekim. Birkaç örnek verebilirim aslında. Mesela Mahir Polat’la ilgili raporda, yıllar önce 50 lira havale yapılmış bir yardım meselesi var. Yardım isteyen biri sosyal medyadan 50 lira istemiş; bu 50 lirayı gönderdiği kişi ise terör yardımı-yataklıktan soruşturma geçirmiş biri. Hakkında dava da yok. Bu mesela “iltisak” sayılmış. Bu tür dayanaklar vardı. Ama çok kısa sürede operasyonun bu dayanağı geri plana gitti. Başta kent uzlaşısı üzerine kurulu bir ilk dalga operasyonu izliyorduk. Ancak Kürt siyasetiyle o dönem gelişen yeni durum, Suriye’deki gelişmeler, Bahçeli’nin çok uzun süre önce başlattığı ve radikal bir biçimde sahip çıktığı bu yeni “müzakere” ya da “görüşme” ya da “barış süreci” olarak ifade ettiğimiz süreci ilan etmesi, biraz sanki bu operasyonu hem inandırıcılıktan çıkardı, hem de iktidarın  bu dosya üzerinden çok fazla ilerleyemeyeceğini gösterdi. Toplumun tepkisi de biraz bu yönde oldu. 19 Mart’ta Saraçhane’deki eylemler, DEM Parti’nin açıklamaları… Çünkü Ahmet Özer ile başladı biliyorsunuz operasyonlar. Aslında Esenyurt’ta ve Ahmet özer merkezli kuruluydu kent uzlaşısı. Yani İBB’ye dair ilk operasyondaki iddia gerçekten biraz komikti: Batı’daki Kürtleri siyasete sokmak, belediyeye sokmak. Yani yasal bir parti, DEM Parti seçime giriyor, aday çıkarıyor, onlarca belediyeyi yönetiyor ve bu suç sayılıyordu. Şimdi bu iddia çöktü. Bunun çökmesinin, dediğim gibi, dönemle de bir ilgisi var aynı zamanda.”

“Gördüğüm kadarıyla —yani yakından izliyorum— ana şey kent uzlaşısı üzerinden ilerlemekti. O operasyonların ilk ana dayanağı, ana iddiası en azından ilk dalga için buydu. Çünkü kayyum atamanın da gerekçesi ancak buradan yapılabiliyordu. Malum, yasalara göre başka türlü yapamıyorsunuz. O yüzden buradan başlanmıştı İBB’ye  kayyum tartışması. Ama şöyle bir yorumum da var; tabii zamanla daha da netleşecektir bence. Ben biraz operasyonun da ileri çekildiğini düşünüyorum. Bu fikren çok önce hazırlanmış bir operasyondu. Bence 2019 seçimlerinde hazırlanmış bir operasyon fikri vardı. Bir siyasi dava fikri vardı. Ama delil olarak, adli olarak, araştırma ve soruşturma olarak hiç hazırlanılmamış bir dosyaydı bence. Bu, bende operasyonun biraz öne çekildiği izlenimini uyandırdı. Bunun nedeninin de Bahçeli’nin Ekim ayında, 2024’te yaptığı o ünlü çıkış olduğunu düşünüyorum. Kimi “Terörsüz Türkiye” diyor ama Bahçeli’nin “kardeşlik projesi” ya da “iç cephe” olarak tarif ettiği, Suriye’deki ve Orta Doğu’daki yeni gelişmelerle birlikte Kürt siyasetiyle bir müzakere veya barış görüşmesi yapma çağrısı, bence bu operasyonun erkene çekilmesine neden oldu. Bunun birkaç nedeni daha var. Birincisi, Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını ilan etmesi, CHP’nin bunun etrafına bir politika örmeye başlaması ve kendi içinde bir adaylık süreci yürütmesi. Bütün bunlar bir araya gelince, ben operasyonun biraz erken yapıldığını, erkene çekilmek zorunda kalındığını düşünüyorum. Çünkü siyasi gelişmeler belki de bu operasyonun bazı yönlerini daha da zorlaştıracaktı.

Her şey 7 Haziran 2015 ile başladı

“Bu operasyonu sadece bugünkü koşullarla değerlendirmemek lazım. Rejimin, siyasi iktidarın inşa etmeye çalıştığı bu yeni rejimin biraz kökenlerine de bakmak lazım. Ne zaman aslında bir milat versek bu rejime, ne deriz? 2015 deriz. 7 Haziran 2015 itibariyle AKP, tek başına iktidar olma olanağını kaybetti. Bundan sonraki bütün seçimler, koalisyonlar ve ittifaklarla yürütüldü. “Cumhur İttifakı” denilen ama sadece iki partiden oluşmayan, farklı farklı siyasi çevrelerin, grupların, bence kliklerin de desteklediği bir iktidar mimarisi ortaya çıktı. Dolayısıyla bu iktidar mimarisi, kendi iktidarını sürdürebilmesinin yolu olarak da %51 barajını koydu. Burada hesap şuydu: %51’i sağlayıp sürekli olarak iktidarda kalabilecek bir model yaratılmaya çalışıldı. Ama bu çok da sağlıklı ilerlemedi. Mesela HDP’nin o dönem muhalefetle, aslında bir tür “demokrasi cephesi” şeklinde —kimi zaman açıktan, resmi; kimi zaman fiili olarak— hareket etmesi… Özellikle 2019 seçimleri, sonra peşinden 2024 seçimleri, AKP için ciddi siyasi maliyetler getirdi.”

“Yani, 2023 seçimlerini kazansa dahi, büyük bir kayıp yaşandı. O sürece baktığımızda, mesela HDP’nin Eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, 7 Haziran 2015 seçim başarısının mimarlarından biri olarak muhalefet açısından cezaevinde. Yani bu, Erdoğan’a kaybettiren her siyasi liderin bir şekilde bir davaya uğradığını, bu tür soruşturmalara muhatap olduğunu ve sonunda cezaevine konulduğunu gösteriyor.”

“Ekrem İmamoğlu’na da böyle bakmak gerektiğini düşünüyorum. Ana muhalefet açısından, yani 23 yılda iki seçim kazanabilmiş tek siyasi aktör o. Bu seçimlerin de şöyle bir özelliği var: 2019’da Erdoğan İstanbul’u kaybetti, ki bu çok önemli bir kayıptı. Ama şöyle düşündü: “Çalıştırmam.”

‘Erdoğan karşısında güçlü rakip görmek istemiyor’

“Meclis çoğunluğu bende, merkezi hükümet bende. CHP yönetemez. Kaynaklarını kısarım. Bir takım kuşatmalarla bu işi akamete uğratırım.” Ama 2024 yerel seçimleri artık ana muhalefetin yer yer yaptığı işbirlikleri, Kürt siyasetiyle işbirliği sayesinde bazı yerlerde çok büyük bir atılım gösterdi. Yani parti olarak birinci parti oldu. Bunun dışında şu çok önemli:
2019’da büyükşehirler kaybedilmişti. 2024’te Anadolu’nun büyükşehirleri de kaybedildi. Yani Bursa gibi, Balıkesir gibi… Antalya’nın ilçeleri dahil. (Antalya zaten ellerindeydi ama ilçeleri de gitti.) Konya, 1977-1989’dan sonra ilk defa bu kadar ağırlıklı olarak Ana Muhalefet Partisi’nin adaylarına döndü. Şimdi bunlara baktığınız zaman, yerel yönetim siyaseti açısından —ki Erdoğan rejiminin en önemli ayaklarından biridir— elinde neredeyse Samsun, Kayseri, Malatya, Gaziantep gibi kentler dışında büyükşehir kalmadı. Şanlıurfa’yı da Yeniden Refah aldı.”

“Bunu şöyle düşünün: Hem bu belediyeler bir dağıtım ağıdır, yani halka, etrafına bir siyasi, iktisadi imtiyazlar ördüğünüz makineler olarak düşünmek lazım ve rejimin en önemli ayağıydı. Kürt illerinde DEM Parti kazanıyor. Büyükşehirlerin tamamı ana muhalefetin önünde. Bir de yetmiyor, Anadolu’nun büyükşehirleri de ana muhalefetin önünde. Ortada yerel siyaset açısından büyük bir kriz var. Bunu geri çevirmek zorundaydı bir şekilde. Ve bunu geri çevirirken de bu başarıyı sağlayan ya da bu başarıyı temsil eden aktörleri bir şekilde etkisizleştirmeniz gerekiyordu. O yüzden de hedef Ekrem İmamoğlu olması bundan. Hani Ekrem İmamoğlu’nun kendisinin, kendi başına, kendi varlığının getirdiği bir tehlike değil; gelen sürecin içinde onda temsiliyetinin bulması, muhalefet siyasetinin oy oranını artırması. Cumhurbaşkanlığı adaylığı da, henüz adaylık gerçekleşmeden, önü kesilmesi gereken bir risk olarak gördüğünü düşünüyorum.”

istanbul 2024 yerel seçim sonuçları

‘Operasyonun merkezinin İstanbul olmasının sebebi, sermayenin el değiştirmesiyle ilgili’

“Bu belediyelere yapılan operasyonun en önemli ayağı sermayenin el değiştirmesi. Şimdi adli süreç olarak baktığımız zaman, katman katman bir şey var karşımızda operasyonun. Dalgalar olarak söylüyoruz ama esasında dört farklı soruşturma,  artı CHP kurultayı soruşturması da var. O da başka bir konu.. Buraya bir şekilde eklemleneceğini düşünüyorum. Şimdi bu operasyonların evrim şemasına baktığımız zaman, yani iddiaların evrimine… Şöyle başladı, biraz önce ifade etmiştim: terör. O vazgeçildi. Suç örgütü. O da aslında, suç örgütü bir şekilde inşa edilemedi. Çünkü sıradan memurları alıyorsunuz gözaltına, imza yetkisi olmayan insanları alıyorsunuz: sekreter, şoför… Sonra büyük yolsuzluk denildi. “Cumhuriyet’te en büyük yolsuzluk ve rüşvet ağı” denildi. Peşinden “turp” denildi, “ahtapot” denildi. Bence önemli şey bu. En sonunda da “sistem” denildi buna. Şimdi giderekten operasyon, aslında terör, suç örgütü, yolsuzluk derken o “ahtapot”la ve en son “sistem” diye devam etti. Bu “sistem”i şundan söylüyorum: ifadelerde sorarken savcılar “büyük harfle” Sistemi anlatın diyorlar. Yani henüz soruşturma şeyinde, ifadelerde, bütün herkese “Sistemi anlatın…” Şimdi bu şu demek: Daha dikkatli baktığımız zaman, operasyon bir yolsuzluktan çıkartılıp, yolsuzluğun da olduğu —iddialar böyle— bir çetenin de olduğu, bunların belediyeye ve ana muhalefet partisine çöktüğü… Bu laf kullanılıyor. Ve aynı zamanda bir milli güvenlik tehdidine doğru evrildiği… Çünkü bir takım cemaatlerle, yurtdışı istihbarat örgütleriyle bağlantıları olduğu iddiası… Bu, direkt Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “ahtapot” diye ifade edilirken anlatılmış bir şey. Bir kolu Anadolu’ya uzanıyor diyor, bir kolu tarikatlara, bir kolu sermayeye, bir kolu medyaya, bir kolu yurtdışı istihbarat örgütlerine…”

‘Bu operasyonlara milli güvenlik sorunu olarak bakılıyor’

“Şimdi bir soruşturma böyle etiketlendiği zaman, biz Türkiye’de biliyoruz ki bu tür siyasi davalar bir tür istihbarat sorunu, bir tür milli güvenlik sorunu hâline çevrilmeye başlandı. Dolayısıyla kapsam genişletildi. Bir kere karakteri böyle değişti davaların; bu önemli. İkincisi, biraz önce anlattığım gibi, seçimlerde kaybedilen her belediye bir asıl seçim makinesidir. Bu bir dağıtım ağıdır, biliyoruz. İhalelerden tutun da toplumun farklı kesimlerine, sosyal yardımlarla, bir takım hizmetlere ulaşmaya kadar… Yani belediyelerin etrafında halka halka bir siyaset örüyorsunuz. Burada iktisadi imtiyazlar da var. Bunun içinde ihale imtiyazı da var. Toplumun, dediğim gibi, belli politikaları somutlaştırdığı yerdir; belediyeler. Bunu da Erdoğan yarattı aslında. Erdoğan’ın siyasetini inşa ettiği yer yerel yönetimlerde. Yerel yönetimleri Erdoğan, partisi bir yerde, merkezi hükümet bir yerde, yerel yönetimleri ayrı bir yerde. Bu üç mekanizmanın aynı anda ortaklaşma işlemesiyle başarıyordu. Hatta 2014’lere, 2015’lere kadar mesela belediye başkanlarıyla AKP il, ilçe başkanları aynı kişi değildi. Yani karışmazdı birbirine. İkisi de farklı olarak işlerdi ama belediyeyi çok etkili kullanırdı. Bu makine kırıldı. Bu makinenin en önünde ayağı kırıldı. Dolayısıyla oradan CHP aslında uzun yıllarda somutlayamadığı bir takım sosyal politikalara somutlayabilme imkanına kavuştu.”

‘Bu operasyonlar sonrası şu denildi: ‘Dokunan yanar’

“Bu durum ekonomik krizle de ilgili. Nedir? Kent lokantaları belki milyonlarca insanın çektiği sıkıntıları giderecek düzeyde değildir ama şunu gösteriyorsunuz siz: kaynakları nasıl kullanabileceğinizi somutlayabiliyorsunuz. İşte anne kart gibi uygulamalar, süt dağıtımı gibi. Bunlar AKP’nin de yaptığı politikalardı bir dönem için. Yani etkili bir şekilde belediyeyi kullanma, siyaset aracı haline getirme. Bu İstanbul’dan başlayarak yavaş yavaş yayıldı. Dolayısıyla buraya yapılan operasyon, bunun etrafını örülü siyasi ve iktisadi halkaları kırmaya dönük. Yani bir tür kuşatma, kale kuşatması gibi; ekmeğini, suyunu keseceksiniz. Sonra da bunun etrafını örülü halkaları tek tek dağıtacaksınız. Biraz önce dediğim gibi eğer siz davayı yurtdışı istihbarat örgütleriyle de bağlantılı diyerekten bir milli güvenlik sorununa çevirirseniz, dokunan yanar türü bir şey çıkar ortaya. Yani CHP’li belediyeye yanaşan şirket, sanatçı, sporcu, gazeteci, siyasetçi, sıradan insan, herkes suçlu haline gelir. En önemli şey bu davada bir belirsizlik. Sınırların belirsiz hale getirilmesiyle karşı karşıyayız. Yani yolsuzluk, rüşvet olarak kalsa belli bir sınırda tutarsınız. Diyelim terör dediniz, yine belli bir sınırda tutarsınız. Ama siz istihbaratla da bağlantılı, tarikatla, cemaatle, sermayeyle, medyayla dediğiniz zaman artık herkesi kapsayabilir. Bu şu demektir: Buraya yanaşmayacaksınız. Buraya dokunmayacaksınız. Hatta şunu söyleyebilirim: Operasyonlar başladıktan sonra, bu kayyum tehditlerinden dolayı ve gözaltına alınan pek çok sermayedar, patron, şirket sahibi var; belediye ihalelerine girmekten artık imtina edilmeye başlandı. Çünkü merkezi hükümette de işiniz var. Hadi hiç işiniz yok, bir anda siz bir ihale aldığınız zaman, direkt gözaltına alınıp şirketinize kayyum atanabilir. İş buraya geldi. Sizin söylediğiniz soru önemli, evet belediyeler sosyal politikaların üretildiği yerler ama belediyelere sadece hizmet olarak bakmayın. Belediyeler, Türkiye’de siyaset yapmanın en etkili araçları ve bu bizzat AKP’nin yarattığı bir durum.”

‘Soruşturmalarda somut delil yok’

“Şöyle bir basitleştirme yapayım: Soruşturmalar çok karmaşık ilerlediği için, onlarca ifade, yüzlerce iddia olduğu için şöyle bir tasnif yaparak başlayayım… Şu anki gözaltıların temelinde rüşvet bulunuyor. Rüşvet iddiası. Bu rüşvet iddiası oldukça yaygın. Para taşındı deniyor, çantalarla para getirildi deniyor. Şu anki soruşturma dosyasında henüz somut, net delilleri bulamıyoruz. Mesela bunlar neye dayandırılıyor? Bir takım itirafçı olduğu söylenen ya da etkin pişmanlıktan yaralandığı söylenen insanların ifadelerine dayanıyor. Onların genelde ifadeleri de şu: Şurada makamda belediye başkanıyla görüştüm, işte işi halletmem için şu kadar para istediler, indim, otoparkta verdim. Şimdi buraya kadar tamam ama para nerede? Yok. Şimdi bunu delillendirecek mi bilmiyoruz. İddianame çıktığı zaman karşımıza görüntüler, ses kayıtları, paraların izi sürülmüş mü, bilmiyoruz. Ama şu ana kadar ki MASAK raporlarında da, soruşturma dosyasında da bizim görebildiğimiz herhangi bir somut delil yok. İtirafçı olduğu söylenen insanların beyanlarına dayanıyor, bu birincisi; İkincisi ise bu beyanlar ilk seferde alınmamış.”

‘Aziz İhsan Aktaş Diyarbakır kayyımı dönemi ve AK Partili belediyelerden onlarca ihale aldı’

“Mesela sizin bahsettiğiniz pek çok kişi, örneğin Aziz İhsan Aktaş’ı sordunuz. Aziz İhsan Aktaş şu açıdan önemli: Suç örgütü diye tanımlanan en net kişi bu ve o suç örgütü lideri olarak tanımlanıyor ve bu suç örgütü ve CHP’li belediyelerin işbirliği içinde olduğu iddiası. Savcı bu… Savcının, dolayısıyla önemli bir isim. Aziz İhsan Aktaş, Beşiktaş Belediyesi operasyonunda alındı. Zaten o operasyonun temeli de buydu, Ocak ayında yapılan. Kısaca hatırlatalım: 2010’lara kadar Diyarbakır’da okul kantini ihalesi alıp işleten bir aile ama 2010’lardan sonra hızla pek çok şirket kuruluyor; temizlik, araç kiralama, akaryakıt şirketleri gibi. Hızla büyüyor. Ama asıl büyümesi, esas büyümesi, Diyarbakır kayyumu zamanı aldığı, adrese teslim ihale dediğimiz ihaleler. Çok yoğun ihale alıyor. Ondan sonra bir takım AKP’li ve MHP’li olduğunu bildiğimiz isimlerle ortaklıklar sayesinde Türkiye’de devlet kurumlarından ihale almış. AKP’li belediyelerden almış, sonra da CHP’li belediyelerden de aldığı var. Şöyle bir tasnif yapmıştım ben: %60’ı kamu ihaleleri, %30’u AKP’li belediye ihaleleri, %10’u CHP’li belediye ihaleleri. Ama %10 suç sayılıyor.”

“Şimdi bir kere bu var. İkincisi, Aziz İhsan Aktaş hem Beşiktaş Belediyesi operasyonunda alındığı zaman, hem de 30 Nisan’a kadar ve 30 Nisan günü de verdiği ifadede bu iddiaları reddediyor aslında. Yani bir rüşvet vermediğini, gizli tanıkların beyanlarının sadece ‘duydum, gördümden’ oluştuğunu, asla böyle bir ilişkiye girmediğini, kendisinin pek çok yerden ihale aldığını söylüyor. 30 Nisan’dan sonra iki gün süren, sadece altı sayfalık bir ifade var elimizde. İki gün sürmüş ama. Ondan sonra bir de 11 Mayıs’ta bir ifade veriyor. Yani iki tane ifade daha alınıyor ve bu ifadeler esas itibariyle bugünkü dalganın başlangıcı sayılıyor. Orada Gaziosmanpaşa Belediyesi’ne de rüşvet verdiğini anlatıyor. Araç kiralama ihalelerinde araç temin ettiğini de söylüyor. Pek çok başka iddiada bulunuyor. İtirafçı dediğiniz veya bize böyle sunulan ve serbest bırakılanların tamamının ilk ifadeleri, ikinci ifadelerinde söylemedikleri şeyleri bir süre sonra kabul ettiğini görüyoruz.”

“Bunlara dönük, şu anki gözaltında olan CHP’li belediye başkanlarının avukatlarına sorduğumuz zaman insanların defalarca adliyeye götürüp getirildiği, cezaevinde —Silivri’de— ifade alınmaya çalışıldığı, hücreleri değiştirildiği… Yani bir şekilde orada bir şey var, psikolojik ortam yaratılmış, baskı ortamı yaratıldığını anlıyoruz. Ama dediğim gibi, bütününü de görmedik. Sadece bir kısmı, ifadelerin bir kısmı yansımıyor. Sadece iktidar-yakın medyada ki haberlerden izleyebiliyoruz. Bunların tamamını gördüğümüz zaman aradaki çelişkileri anlayabileceğiz.”

‘Aziz İhsan Aktaş’tan CHP Kurultayı ile ilgili ifade almak isteniyor’

“Mesela şöyle bir şey söyleyeyim ben: Ben şey gördüm, Aziz İhsan Aktaş’ın CHP kurultayıyla ilgili bir ifade alınmak isteniyor. Silivri’de alıyor savcı. Hatta Buğra Gökçe’yle —yani İPA’nın, İstanbul Planlama Ajansı’nın başkanı Buğra Gökçe’yle— de ayrı alınıyor. Ona da soruluyor, diğerine de soruluyor ve Silivri’de alınıyor bu ifade. Buğra Gökçe zaten bir ilgisi olmadığını, bürokrat olduğunu, kurultayla ilgisi olmadığını söylüyor. Aziz İhsan Aktaş, kurultaydan önce, kurultay zamanı ya da sonra ihale almadığını, hiçbir MASAK raporlarında tespit edildiği üzere bir para transferi yapmadığını, herhangi bir akrabasını veya tanıdığın kurultaydan sonra işe alınmadığını, bunları anlatıyor ve reddediyor. Ama bu ifade mesela çok ortaya çıkmıyor. Ondan sonraki… tekrar alınan ifadesi üzerinden bu operasyonları yürütüyor. Demek ki şimdi şunu görmemiz lazım, itirafçı veya etkin pişmanlıktan yaralandığı söylenen insanların ne oldu da ilk ifadelerinde söylemedikleri şeyleri bu ifadeleri de hatırladıkları. Şimdi bunu görmemiz lazım. Bunların hepsini görüp karşılaştırmamız lazım. Biz sadece önümüze çıkan tablodan baktığımız kadarıyla bir tutarsızlık görüyoruz. Mesela bir örnek daha vereyim. CHP kurultayı soruşturması da buraya doğru ilerliyor çünkü. Mesela 50 milyon euroluk bir döviz bozdurulduğu, bu dövizin kurultayda delegelere dağıtıldığı iddiası bir tanığa dayandırılıyor. Şimdi bu tanık olaya tanık olmuş mu? Hayır. Döviz bürosu çalışanı aslında kendi döviz bürosunu ihbar ediyor. Diyor ki ilk başta, yurt dışından buraya çok para geliyor ve bu insanların bu paraları bir tür aklama ya da vergi kaçırma, kayıt dışılık ihbarında bulunuyor.”

‘İtiraflar var, ama delil yok’

“Sosyal medyada CHP kurultayıyla ilgili iddialarla ilgili bir tweet gördüm. O tweette deniliyordu ki, 1,5 milyar lira para döviz bozdurulmuş, 1,5 milyar lira para belediyelere dağıtılmış. Ben de diyor, kurla çarptım. Döviz bürosunda bozdurulan 50 milyon euro ile aynı tutuyordu. Bunun o olduğunu düşünüyorum, diyor. İkincisi, bir başka kişi bir gün kafede otururken yanında Uber şoförü olduğunu tahmin ettiği iki kişinin konuşmasına tanık oluyor. Onlar aralarında konuşurken ‘CHP kurultayında para dağıtıldı, satın alındığını’’ duyuyor. O da ben diyor, şey gibi oturdum, ‘’şoförmüş gibi yanlarında dinledim, biraz konuşturdum. Onlar da bunları söyledi.’’ Şimdi böyle ifadeler de var. Ve 50 milyon euronun altı minibüse taşındığı söyleniyor. Sanırım iki buçuk ton kadar bir şey tutuyor ve imkânsız bir şeyden bahsediliyor.  Kapalıçarşı civarında olayın yaşandığını söylüyor. Turistik bir yer. Her türlü kamera var. Bütün sokaklar izlenebiliyor, kayıt bulunabilir ama kayıtlar yok. O kadar minibüsün o sokaklara girip çıktığı delilleri de henüz görmedik. Savcılık soruşturmasında “kayıt bulunamamıştır çünkü çok eski olduğu için silinmiştir” diye söyleniyor. Şimdi şundan söyledim bunları. Yani gizli tanık, etkin pişmanlıktan yararlanmış kişiler ya da itirafçı diye bize sunulanların ifadelerinin tamamını görmemiz lazım. Gördüğümüz kadarıyla birtakım çelişkiler, çok dolaylı yoldan anlatımlar, net, somut bir tanıkla şu ana kadar rastlamadık.

‘İmamoğlu’na en yakın isim, Ertan Yıldız bu dosyada nerede?’

“Evet, oraya gelelim; uzun yıllar Ekrem İmamoğlu’nun danışmanlığını yapmış, yanında çalışan Ertan Yıldız deniliyor. Ama Ertan Yıldız zaten görevden alınmış. Görevden alındıktan sonra da bir tür husumetle bazı şeyleri anlattığını görüyoruz. Mesela son tutuklanan eski CHP milletvekili Aykut Erdoğdu, Ertan Yıldız’ın ifadesi üzerine tutuklandı. Peki ifadeleri ne demiş? Aykut Erdoğdu’nun İBB’de makam odasında bir çanta dolusu para aldığını gördüm, diyor. Şimdi çanta yok, para yok ortada. Neyse burayı keseriz zaten, siz yaparız. Çok sayıda itirafçı sunuluyor kamuoyuna, tek tek isimler açıklanıyor ve bunlar tahliye ediliyor. Bu arada şunu da söyleyelim, hukukçular bu tahliyeleri de tuhaf karşılıyorlar. Çünkü itirafçılığın belli kriterleri var, etkin pişmanlığın… O etkin pişmanlık şartları yerine getirilmeden nasıl böyle tahliye ediliyor, onu da açıyoruz, soruyorlar. Bu şöyle bir algı yaratıyor toplumda. Her şeyi anlattı ki bırakıldı. Aslında biraz o algıyı da desteklemek için her gün açıklama yapıyorlar. Hani şu da itirafçı oldu, bu da itirafçı oldu gibi…”

“Peki, anlattıklarına bakıyoruz. Şu ana kadar gördüklerimizde somut bir şey var mı? Ya da direkt bir tanıklık, direkt bir delil sunma var mı? Henüz görmedik. Ses kayıtlarından bahsediliyor. Ses kayıtları… İşte çıkmış bir tane ses kaydı vardı Kiptaş’la ilgili. Ses kaydı kesilmiş. Belli yerler, belli yerlerle birleştirilmiş. Ortaya çıktı, orijinal çıktı çünkü. Anlatılan gibi olmadı.”

‘Uzun bir dava sürecinin yolu açıldı, birçok yere yayılabilir’

“Şimdi artık bu operasyon —son Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “ahtapot” açıklamasından sonra— bu operasyonun sınırları artık belirsiz. Bu Anadolu’ya da yayılabilir, başka belediyelere de yayılabilir. Hâlâ belediyelerle iş birliği yapan ya da iş yapan, ya da CHP’ye yakın olan sermaye gruplarına da yayılabilir, şirketlere yayılabilir. Yani burada bir belirsizlik alanı açıldı artık önümüze. Yani şöyle bir şey yok: “Ha bu operasyon CHP’li belediyelere yapılıyor” ya da “CHP’li bürokratlara, ya da CHP’li siyasetçilere yapılıyor, şu şu çerçevede…” Böyle bir şey yok artık önümüzde. Bu artık belirsiz bir dava. Sınırları belirsiz, ucu açık. Ve anladığım kadarıyla —belki başta böyle planlanmasa da— bütünüyle şeyi sadece CHP’yi değil, muhalif kesimleri sıkıştırmaya, kuşatmaya, parçalamaya ve neredeyse belki de seçime kadar sürecek bir uzun dava sürecinin yolu açılmış durumda.”

‘Medya operasyonların propaganda ayağı’

“Türkiye ilk defa büyük bir davayla karşılaşmıyor. Çok deneyimli olduk artık: KCK, Ergenekon, Balyoz, Gezi, 15 Temmuz ya da 17-25 Aralık, Fethullah Gülen cemaatine yönelik karşı hamlelerin ortaya çıktığı davalar… Bütün büyük davalara Türkiye alışkın. Bunları artık nasıl izleyebileceğimizi aşağı yukarı —aslında ortalama dürüst, doğru bakan bir gazeteci— görebilir. Deneyim kazandık. Bakın, ilk gizli tanık biz Ergenekon zamanı şahit olmuştuk. Sonra KCK’da şahit olduk. Gizli tanık müessesesi bu zaman girmişti. O zaman bilmiyorduk. Gizli tanık denildiği zaman “ya mutlaka bir şey mi var acaba, bir ortaya çıksın” diye bekliyorduk. Çıktıktan yıllar sonra fark ettik. Şimdi gizli tanık… Böyle öğrendik. Belge, bilgi diye sunulan şeylerin imal edilmesi, üretilmesi ve kaynağı konusunda biz o zaman belge devletin evrakından, arşivinden çıkmıştır diye düşünüyorduk. Meğerse birtakım belgelerin masa başı üretildiğine tanık olduk.

Ergenekon davaları zamanında 2004’te hazırlanmış bir darbe planından bahsediliyordu. Darbe planının bir parçasını gösteren, ona ait bir evraktan. Ve bu en önemli delillerden birisiydi. Ama sonra uzmanların araştırması sonucunda bu belge 2007’de çıktı. O belgenin yazı karakterinin aslında 2004’te olmadığı, 2004’te öyle bir yazı karakteri bulunmadığı ortaya çıktı. Birtakım cadde, mahalle, sokak isimlerinin belgede bahsedildiği dönemde aslında olmadığı, sonradan verildiği ortaya çıktı. Dolayısıyla belge üretmeyi biz o zaman görmeye başladık. Sonra neleri gördük? Birtakım şemalar değil mi? Mesela Ergenekon şeması, KCK şeması… Birtakım şemalar gösteriliyor, çizgiler yapılıyor, birbirleriyle bağlantılandırılıyor. İnsanlar o zaman “bir şey var, evet, devlet bir şey bulmuş” sanıyordu. Ama sonra ortaya çıktı ki o şemaların hiçbiriyle iddianamelere girdiği, alakası olduğu ortaya çıkmadı. Bugün de aynı şekilde medya ayağı —en azından iktidar cephesinde— bir propaganda olarak benzer şekilde işliyor. Hatta bugün daha da kötü işlediğini düşünüyorum ben. Bakın, Basın Yayın Daire Başkanı Taner Çetin’in gözaltına alınmasından sonra savcılık kaynaklarının yandaş medyaya verdiği bir bilgi notu var. Onun özel hayatına dair birtakım bilgilerin de olduğu… O bilgi notu bir Word dosyasında hazırlanmıştı. Word dosyasında hazırlandığı için bir tane barkod vardı köşesinde. Biz Halk  TV’de bu barkodu okuttuk ve bunun Esenler Belediyesi’nde çalışan bir kişi tarafından o bilgi notunun hazırlandığı ortaya çıktı. Kayıt çıktı ortaya. Bu kişi daha önce İBB’de çalışıyormuş ve aslında bir troll olduğu için atılmış. Sonra Esenler Belediyesi’ne alınmış. Esenler Belediyesi’ndeki kişinin Tamer Çetin hakkında yazdığı notlar direkt savcılığa gidiyor, savcılık yandaş medyaya ulaştırıyor. Yani üretilmiş bir belge. O yüzden belge, bilgi, tanıklık, bütün bunların karşılıklı şey yapılması lazım, check edilmesi lazım. Artı, orada bahsedilen olayların gerçekte olup olmadığı, tarihlerin tutup tutmadığı da karşılaştırılması lazım. Yani bu davada birçok yönünü karşılaştırarak, sağlama yaparaktan aslında haber yapılması gerekirken ortaya yüzlerce iddia atılıyor. Bunların büyük bir kısmı belki iddianamede dahi yer almayacak. Belki hiç karşımıza çıkmayacak ama şu an bir yoğun propaganda dönemindeyiz. O yüzden zor. Çünkü devletin olanaklarını kullanan bir medyayla, gerçek nedir diye peşine düşen, daha dar olanaklarla hareket eden bir medya karşı karşıya.

Bir de tabii şuna dikkat etmek lazım: Ben bu davanın giderekten insanların gerçekten üzerine konuşamayacağı bir yere çekildiğini düşünüyorum. Uzmanların, gazetecilerin, siyasetçilerin, siyaset bilimcilerin ya da sıradan insanların “bu davada ne oluyor” sorusunu soramayacakları bir tehlike bölgesine, bir kara deliğe doğru dönüştürüldüğünü düşünüyorum. Yani oraya yanaşırsanız siz de o kara deliğin içine çekilirsiniz algısı yaratılıyor. Bu sadece algıda kalmıyor, pratikte de bu uygulanmaya başlandı. Türkiye siyasetinin toplumsal muhalefet katmanlarından, en geniş parçaya kadar herkesin geleceği söz konusu.”

‘Tek sıra dizilmiş insanların görüntüsü, siyasi kırımın fotoğrafıdır’

“Bir kere sorduğunu kısım çok önemli: İnsanların oy verdiği siyasetçileri 10 yıldır içeri atıyorsunuz. Muhalefette, dünden HDP, bugün CHP. Ve oy verilmiş, seçilmiş, seçilirken başvuruları açık olmuş, YSK’ya başvuru yapılmış… Yani devlet, eğer bunlar hakkında bir şey varsa, zaten hani incelemesini yapabileceği… Yani kamuoyunun gözü önünde insanları atıyorsunuz ve milyonlarca oyu temsil eden insanlar. Bir kere bu çok önemli. Her şeyi bir kenara bırakalım. İşin özünde siyasetin artık bir temsiliyet kanallarının dahi tahrip edildiği, yok edildiği, oyun anlamsızlaştırıldığı, sandığın anlamsızlaştırıldığı bir sürecin kapısını aralamaya başladı bu. Biz bunu 10 yıldır yavaş yavaş gidiyorduk ve hızlandı bu. Çok önemli, bir kere bunu görmek lazım. İkincisi, mesele bir adli soruşturmadan çıkartıldı. Bir siyasi hesaplaşma, bir kesimi siyaseten imha etme, elimine etme ya da etkisiz hale getirme… Bir tür kırım. Siyasi kırım. Çünkü en son görüntüyü biliyorsunuz: Biz, 12 Eylül, KCK ve en son şimdi CHP… İnsanlar özel olarak polis kamerası ile çekilmiş, prodüksiyon yapılmış ve savaş esiri gibi teşhir edilerek yürütülüyor. Şimdi bu bir siyasi kırım fotoğrafıdır. Bunu görmemiz lazım.”

Türkiye siyasetinin geleceği nasıl olacak?

“Bence burada şunu hiç gözden kaçırmamak gerekiyor. Çok uzun yıllardır ilk defa toplumun bir kesimi, kendi siyasi temsilcilerine yönelik böyle bir baskıya karşı ayağa kalktı. 19 Mart gecesi Saraçhane’deki eylemleri hiç küçümsememek gerekiyor. Bu, daha önceki protesto gösterilerinden çok farklı. İlk defa insanlar —aslında farklı farklı kesimlerden insanlar— tek bir amaç için, bir siyasi sloganla meydanlara koştu. Bu örgütlenmiş değil, hazırlanmış, bir partinin egemenliğinde olmamış. Sadece CHP ile ilgili değil. Sadece İmamoğlu’nu savunmak için değil. İnsanlar buradan bu operasyonun siyasi bir operasyon olduğu, kendi haklarına yönelik bir darbe, bir kuşatma olduğunu düşündüğü için meydanlara koştu. Gördüğümüz kadarıyla bu konuda toplumda bir duyarlılık var. Bence zaten bütün meseleyi bu bozuyor. Oyunu bozan bu. Yani adım adım ilerlemesi planlanan bir süreç aslında burada halkın itirazıyla bir şeye uğradı. Hem meşruiyet kaybına uğradı, hem aslında —o kadar rahat istediğiniz kadar operasyon yaptıysanız da— artık insanlara inandırıcılığını kaybetmeye başladınız ve giderek bunun, “siyasi operasyon” olduğu algısı yerleşti. Bu önemli. Bu engelliyor mu operasyonları? Hayır. Ama neyi gösteriyor bize? Siz eninde sonunda o sandığı koymak zorundasınız. O sandığı koyduğunuz zaman, insanlara yaptığınız işleri, bu yapılanları ikna etmeniz gerekiyor bir şekilde. Toplumu ne kadar ikna edebileceksiniz, bunu göreceğiz. Bence, bunu umutsuz anlamda söylemiyorum. Bunun çok umutlu bir durum olduğu kanaatindeyim. Ama şu gerçeği de görmemiz gerekiyor. Bunu şöyle tamamlayayım isterseniz. Bakın, biz beğensek de beğenmesek de, tartışıyoruz hep. 1950’den beri Türkiye rejiminin prensibi şuydu —Türkiye’deki hâkim rejimin— seçimle iktidar değiştirmek. Bu iyi işledi, kötü işledi, adil işledi; başka bir tartışma, ama prensip buydu. Bu prensip 7 Haziran 2015’te kırıldı. Seçimle iktidardan düşürülmüş bir parti gitmedi. Seçimi iptal edip yeniden seçime gitti. 2017 referandumu —hani rejim değiştiren referandum— mühürsüz, oy verilirken mühürsüz zarflar sayılabilir kararı alındı.

Oy güvenliği aslında ilhak edildi. Oy güvenliği zedelendi. 2019 seçimlerinde sandığa girmiş dört pusuladan birini iptal ettiniz. Yine seçimle ilgili, seçim güvenliği… Ondan sonra 2024 yerel seçimlerinden sonra daha olmamış bir seçimin, henüz resmen açıklanmamış bir adayını siz bugünden engellemeye çalıştınız. Bütün bu sürece baktığımız zaman gidişatı gösteriyor: İktidar, siyasi rejimi seçime dayalı gibi gösteriyor ama seçimin sonucunun ancak kendi lehine çıktığı bir süreci adım adım inşa etmeye başlamış. Kesintisiz böyle geliyoruz, bunu gözden kaçırmamak lazım. Hani şu an aklına düştü de “ben bu seçim sistemini artık dağıtayım, sandığa müdahale edeyim” demiyor. 2015’ten bu yana zaten ederek geliyor ve seçimle bir iktidarın değişmesi prensibini neredeyse dördüncü ayağını da kırmak üzere. Üç ayağını kırdı bence. Siz bundan sonra da böyle olacağını düşünün. Burada şu: “Seçim olmayacak mı olacak mı” tartışması değil. Seçimin bir iktidarı belirleme gücünün, belirleme prensibinin ortadan kaldırılmaya çalışılması tehlikesi… Bence asıl bu operasyonun sonucu bu.”

‘Saraçhane eylemleriyle toplum gerçeği gördü’

“Şimdi toplum bunu gördü. Bunu açık gördüğünü düşünüyorum ben ve buna bir reaksiyon gösteriyor. Buna bir direniş gösteriyor. Bu direniş, bu reaksiyon —öyle ya da böyle— CHP’de temsiliyetini buldu. Yani CHP zaten, kendisine yönelik kuşatmadan dolayı da başka çaresi kalmadı. Sokak gücüne, sokaktaki insanların, toplumun bu reaksiyonuna güvenmek zorundaydı. Oraya doğru bir siyasi konumlanış gösterdi. Herkesin çok şaşırdığı, hepimizin “CHP’den beklenmeyecek” dediği şey… Ama burada bu tepkiyi, topluma —geniş bu tepkisini— şimdi CHP bunu yapabildiği müddetçe, bu şeyi genişletebildiği müddetçe. Yani bir parti meselesinden, bir parti davasından çıkarıp, bütün toplumun temsil hakkını savunan bir pozisyona geçerse, bu operasyonları istediğiniz kadar sürdürürsünüz. Hiç sorun değil. Çünkü bunun için elinizde bir savcı, iki tane polis yeterlidir. Sonsuz sayıda dava açabilirsiniz. Bunu engelleyemiyorsunuz. Sonsuz sayıda açabilirsiniz. Herkesi gözaltına da alabilirsiniz. Bunu zaten engelleyemezsiniz. Çünkü devlet gücü iktidarda. Ama bütün bunların sonunda siz toplumun önüne bir şey koymak zorundasınız: bir sandık, bir seçim. Orayı belirler mi, değiştirir mi? Bundan şüpheliyim şu an için. Ama dediğim gibi, burada muhalefetin, ana muhalefetin yapacağı şey belli. Bu savunmayı bir demokrasi, hak savunması olarak geniş kesimlere yaymak ve bunu da gerçekten diri tutmak zorunda. Yani tuttuğu müddetçe, bence başka çare görülmüyor.”

‘Toplumda büyük bir arayış var’

“Türkiye her zaman seçim yapıyor ama bence 2024 seçimlerinin şöyle bir özelliği olduğunu düşünüyorum: Bakın, 2024 yılında dünyada 4,5 milyar insan seçime gitti. Biz belki kendi içimize kapandığımız için fark etmedik ama Bangladeş’ten ABD’ye kadar, bir yıl boyunca…

Bu ilk defa oluyor. Bu kadar çok insanın sandığa gidip bir şekilde temsilcisini seçtiği bir seçim başka görülmemiş. Bütün seçimlerde —Türkiye hariç— ya yükselen sağ popülist iktidarlar iktidara geldi muhalefetteyken, ya iktidardaki benzer karakterdeki insanlar iktidarda kaldı. Mesela Trump geldi, bekleniyordu. Sürpriz değil. Modi devam ettirdi oy kaybetse de. Bunu Avrupa’da da gördük, Afrika’da da gördük, ABD’de de gördük, Asya’da da gördük. Bir tek Türkiye, 2024’te —üstelik— bir şekilde “sol” olarak da bilinen, toplumun gözünde, sol sosyal demokrat bir partiye yüzünü döndü ve büyük bir oyla döndü. Yani, bütün dünyada sadece Türkiye, beklentinin tersi sürpriz yapan tek ülke oldu. Şimdi bu seçim o yüzden sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir hadise değil aslında. Bu, Türkiye toplumunun arayışının da bir göstergesi, tercihin de bir göstergesi; daha doğrusu yönünü, rotasını gösteriyor. Bu rotaya uyan siyasi liderler ve hareketler, partiler geleceği temsil edebilir. Burada bir rota çizdi. Bu rotaya uyum sağlayamayanın çok rejimin karşısına dayanabileceğini düşünmüyorum. O yüzden 2024 seçimlerinde Erdoğan o tehlikeyi gördü ve dünyada da —bence— Batı yeni yeni anlıyor bunu.

Yani 19 Mart operasyonlarından sonra o kadar insanın birden ortaya, sahaya çıkması, alana çıkması… Bunu şundan söylüyorum: Bakın, Erdoğan uluslararası destek bulabilir. Herkes destekleyebilir. Sıcak para da gelebilir ekonomiye. Ama nihayetinde dönüp dolaşıp kendi toplumunuzdan bir onay almanız lazım. Yani, sizi isterse bütün dünya desteklesin, onay almanız lazım. Onların önüne bir şey koymanız lazım. Geleceğe dair bir şey koymanız lazım.

Siz onların önüne, bir belediye başkanlarını tutuklamayı koyarsanız —seçtiği insanları—, siz onların önüne böyle tuhaf tuhaf, gezdiği tanıklarla oluşturulmuş devasa bir dava koyarsanız, bir gelecek koymuş olmuyorsunuz. Bence asıl kırılma bu. Bu da siyasette şu an bütün dengeleri —bence— bozdu. Kürt siyasetiyle yürütülen görüşmeler… Hem bölgesel, 5 yıl önceki Suriye değil, 3 yıl önceki Suriye de değil, 4 ay önceki Suriye de değil. Türkiye toplumu da 1 yıl önceki toplum değil. O kadar hızlı değişti ki… Burada bir şey var: Ne olacağını net söyleyemeyeceğimiz ama en azından toplumun büyük, dinamik bir kesiminin bir arayış içinde olduğunu beyan etti. Bu beyana bir yanıt arıyor şimdi siyasetten. Bu beyanı gerçekleştirebilecek bir arayış içinde.”