2014 yazında Musul’u işgal eden Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), 3 Ağustos günü Ezidi Kürtlerin yaşadığı Şengal’e saldırdı. Binlerce kişi katledildi, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 6 binden fazla kişi kaçırıldı. Yüzbinlerce Ezidi Şengal Dağı’na ve çevredeki bölgelere sığındı.
IŞİD tarafından kaçırılan kadınlar sistematik olarak cinsel saldırıya, işkenceye ve köleleştirmeye maruz bırakıldı. Bu uygulamalar uluslararası kurumlarca “insanlığa karşı suç” ve “soykırım” kapsamında değerlendirildi.
Bugüne kadar Almanya, İsviçre, Avustralya, Kanada, Belçika, Birleşik Krallık dahil 15 ülke Ezidi katliamını soykırım olarak tanıdı. Ancak katliamın yaşandığı ülke olan Irak hâlâ bu tanımayı yapmadı.
IŞİD saldırılarının ardında sadece radikal bir örgütün değil, onu besleyen bölgesel ve uluslararası çıkar ilişkilerinin de bulunduğunu söyleyen Ezidi gazeteci Burç, bu yapının aynı zamanda adalet mekanizmasını da tıkadığını ifade ediyor: “Bu katliamın ortaya çıkmasında rolü olan güçler, soykırım mahkemesinin kurulmasını da bir şekilde engelliyor.”
Burç’a göre, uluslararası bir mahkemenin kurulması yalnızca geçmişi değil, geleceği de ilgilendiriyor: “Böyle bir mahkeme, yerlerine dönen Ezidiler için tazminatların önünü açar, yaraların sarılmasını sağlar ve bir daha asla böyle bir şey yaşanmaması adına güçlü bir adım olur. Soykırım suçluları açığa çıkarılınca şu an Suriye’de Durzi, Alevi ve Kürtlere karşı varolan tehlike de ortadan kalkar.”
Foto: Erdoğan Alayumat
‘Şengal’e dönmemizi sağlayacak bir statü istiyoruz’
Burç, Ezidilerin yalnızca bir mahkeme değil, kendi kaderini tayin edebilecekleri bir siyasi statü talep ettiklerini de vurguluyor. “Sizi biz koruyacağız” diyenlerin bu felaketi engelleyemediğini hatırlatıyor ve şunu ekliyor: “Bu trajedinin tekrar etmemesi için Ezidilerin kendilerini yöneteceği ve koruyacağı bir statüye kavuşmaları gerekir.”
Bağdat ile Erbil arasında imzalanan ve Şengal’in geleceğini belirleyen anlaşmanın ise Ezidi halkının iradesini yansıtmadığını söyleyen Burç, bu kararların uygulanmadığını ve Ezidilerin hâlâ dışlandığını belirtiyor.
‘Irak devletinin soykırımı tanıması şart’
Burç’un dikkat çektiği bir diğer çarpıcı nokta ise Irak’ın bu süreçteki sessizliği: “Bugün dünyanın pek çok önemli ülkesi bu kararı almışken; bu insanların yaşamından doğrudan sorumlu olan Irak devleti hâlâ bu adımı atmadı.”
Irak devletinin soykırımı tanımasının, Birleşmiş Milletler’e yapılacak resmi bir başvuruyu kolaylaştıracağını hatırlatan Burç, “Bu durumun tek bir anlamı olabilir: Soykırım olarak tanımıyorsan, o zaman sen bu katliamın ortağısın” diyor.
Soykırımı tanımayan, tazminatları ödemeyen, Şengal’i yeniden inşa etmeyen ve Ezidilerin taleplerine kulak tıkayan yapıların bu suça ortak olduğunu söyleyen Burç’un çağrısı net: “2014’te soykırım bitmedi. Soykırım mahkemesi kurulmadığı sürece Ezidilerin yurdundan kopuk yaşamı da sürecek.”
UNITAD’ın engellenmesi: ‘Deliller toplanamıyor, mezarlar açılmıyor, kamplarda yaşam sürüyor’
Eyüp Burç’a göre, Ezidilere yönelik soykırımın etkileri yalnızca geçmişte kalmış bir trajedi değil, bugün de süren bir adaletsizlik. Bu adaletsizliğin en somut göstergelerinden biri de IŞİD Tarafından İşlenen Suçların Hesap Verilebilirliğini Desteklemek Üzere Teşkil Edilen Birleşmiş Milletler Soruşturma Ekibi’nin (UNITAD) çalışmasının engellenmesi:
“UNITAD, Şengal’deki soykırımı incelemekle görevli, Birleşmiş Milletler’e bağlı yasal bir kurumdu” diyen Burç, bu yapının delil toplamak, tanık dinlemek ve zararları belgelemek gibi kritik işlevler üstlendiğini anlatıyor. Ancak Irak hükümetinin bu komisyonun çalışma süresini uzatmamasıyla birlikte araştırmalar da durdu: “Bu, soykırımın üzerini örtmek anlamına gelir. Soykırım mahkemesi hâlâ kurulmamışken, delil toplayacak kurumun da çalışması engellenmiştir.”
Kapalı toplu mezarlar, kayıplar…
Durumun bir diğer boyutu ise hâlâ açılamayan toplu mezarlar ve kayıpların bulunamaması. Burç, “Bazı mezarlar açıldı ama hala DNA testleri tamamlanmadı. Onlarca toplu mezar hâlâ kapalı duruyor. Kaçırılan Ezidi kızlarımızın çoğu hâlâ kayıp. Köle olarak yaşamaya devam ediyorlar” diyerek mevcut tablonun vahametini dile getiriyor.
Kamplardaki yaşamın da aynı şekilde sürdüğünü ve binlerce Ezidi’nin Erbil, Duhok, Zaho, Xanike ve Süleymaniye’deki çadırlarda yaşamaya devam ettiğini söyleyen Burç, bu manzaranın altını kalın harflerle çiziyor: “Bugün hâlâ kamp hayatından kurtulamadık. Bu yüzden diyoruz ki: Soykırım devam ediyor.”
Tüm insanlık sormalı: ‘Bu suç sadece Ezidilere değil, insanlığa karşı işlendi’
Eyüp Burç’a göre bu suç yalnızca Ezidileri ilgilendiren bir mesele değil, insanlığa karşı işlenen bir suç: “Soykırım, Ezidiler şahsında insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Bu yüzden her insanın kendi hükümetine ‘bu suça karşı neden sessizsin?’ diye sorması gerekir” diyor.
Uluslararası toplumun sessizliğine karşı net bir çağrıda bulunan Burç, “On beş ülke soykırımı tanıdı ama hâlâ karar alınmıyor. Bu yüzden soykırım devam ediyor diyoruz. Bu bütün insanlığın önünde olan bir meseledir. Bunlar bütün insanlığın önünde çünkü soykırım insana karşı suçtur ve bunun karşısında durmak Tanzanyalı insanın da Kanadalı insanın da görevidir” diyerek dayanışma ve adalet çağrısını yineliyor.
Kadınların yaşadığı trajedi konuşulmuyor: Katilinden doğan çocuğuyla kalan anneler var
Ezidi soykırımının en ağır ve en sessiz kalınan yönlerinden biri, kadınlara yönelik sistematik cinsel saldırılar ve bu saldırılar sonucunda dünyaya gelen çocuklar. Eyüp Burç, bu travmanın toplumun hâlâ içinde taşıdığı, yarası hiç kabuk tutmamış bir parçası olduğunu söylüyor: “12, 13, 14 yaşında, kendi katillerinden hamile kalmış, çocuk doğurmuş anneler var. Çocuklarını bırakmak istemiyorlar. Ama toplum bu çocukları dışlıyor.”
Burç’un aktardığına göre Irak hükümeti bu çocukları “benim çocuklarım” diyerek alıyor, ama ardından akıbetleri hakkında hiçbir bilgi paylaşmıyor: “Yüzlerce çocuk teslim alındı ama bu çocukların nerede olduğunu bilmiyoruz.”
Hol Kampı’nda hâlâ gizlenen çocukların olduğunu söyleyen Burç, yıllar geçmesine rağmen bu kadınların ne topluma ne de devlete güvenebildiğini dile getiriyor: “Şimdi onlar neredeyse yirmi beşlerinde kadınlar oldu. Çocuklarını bırakmak istemedikleri için kimsesiz durumdalar. Çocuklarını bırakıp dönenlerin de çocuklarının akıbetini bilmiyoruz. Irak hükümeti nerede olduklarını açıklamıyor.”
Ezidi kız çocuklarının başına gelenlerin tarihte de göründüğünü söyleyen Burç konuyla ilgili sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ezidî kızlarının kaçırılması, toplumsal bellekte çok eski bir hikâye. Çocukluğumuzdan beri bu hikâyelerle büyüdük. Örneğin Birecik’te, Diyarbakır’da, Mardin’de… Çerçiler, tüccarlar gelirdi; 12 yaşındaki Ezidî kızları kaçırılırdı. Kaçıran kişi bir taşla iki kuş vurmuş olurdu: Hem kendine kadın alır hem de Müslümanlaştırarak “cenneti garantilerdi.” Bu anlayışla kızlarımız kaçırıldı. Babalarımız, dedelerimiz yıllarca şehir şehir gezip kızlarının izini sürdüler. Sonra bu kızların torunlarıyla karşılaştık. Kimisi milletvekili olmuş, kimisi belediye başkanı, kimisi eş başkan. Tanıdığımız isimler.”
‘Bu mesele insanlık ve kadın hareketinin önünde duruyor’
Eyüp Burç’a göre bu konuda asıl sorumluluk yalnızca hükümetlerde değil, kadın hareketlerinde ve sivil toplumda da: “Bu meselenin mutlaka insanlığın ve özellikle de dünya kadın hareketinin gündeminde olması gerekir.”
Ezidi toplumu, başta bu çocukları kabul etme yönünde bir irade göstermiş olsa da, kısa süre içinde geri adım attı. Burç, toplumların benzer trajedilere verdiği reflekslerin yalnızca geri kalmışlıkla açıklanamayacağını şu sözlerle ifade ediyor: “En gelişmiş ülkelerde bile bu çocuklara karşı dışlayıcı tutumlar olmuş. Danimarka’da, Nazi işgali döneminde tecavüzlerden doğan çocukların yaşadığı mahalle hâlâ ‘piç mahallesi’ olarak anılıyor. Kanada’da da benzer örnekler var.”
Bu yüzden sorulması gereken sorunun çok açık olduğunu söylüyor Burç: “Bu kadınlar, çocuklarıyla birlikte nasıl onurlu bir yaşam sürebilir? Dışlanmadan, baskıya uğramadan, insan gibi…”
Kadınların bedenine işlenmiş bu derin şiddetin yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal ve kurumsal bir sorumluluk olduğunu vurgulayan Burç, Ezidi soykırımının bu boyutunun da mutlaka görülmesi, konuşulması ve kayıt altına alınması gerektiğini ifade ediyor: “Binlerce Ezidi kadın bugün bu durumdadır. Bu da soykırımın bir başka trajik boyutudur.”
‘IŞİD’in ilk hedefi Şengal’di çünkü orası hem zayıf halka hem stratejik bölgeydi’
Eyüp Burç’a göre Şengal’e yönelik saldırı, rastlantısal ya da yalnızca ideolojik değil; jeopolitik ve stratejik bir planın parçasıydı. IŞİD’in hedefinde sadece bir topluluk değil, bölgenin geleceği ve enerji hatları vardı. “IŞİD, çok parçalı ve çok kültürlü olan bu bölgenin en zayıf halkası olarak Ezidileri gördü ve ilk saldırısını onlara yaptı” diyor Burç.
Bu hattın önemini anlamak için Irak Anayasası’nın uygulanmayan 140. maddesine bakmak gerektiğini söyleyen Burç, Şengal’den Xaneqin’e kadar uzanan, içinde Kerkük, Tuzxurmatu ve Musul’un büyük bölümünü barındıran bu bölgenin aynı zamanda Irak’ın en büyük petrol ve gaz rezervlerini içerdiğini hatırlatıyor. Fakat yalnızca yeraltı zenginlikleri değil, kültürel dokusu da hedef haline gelmişti: “Şengal’den Zumar’a, Telafer’den Ninova’ya kadar uzanan bu bölgede Ezidiler, Türkmenler, Süryaniler, Şebekler, Kakaîler ve Hevramîler bir arada yaşıyor. IŞİD, bu çok kültürlü dokuyu dağıtmak istedi.”
‘Asıl hedef: Zumar, Musul Barajı ve Rimelan petrol sahasıydı’
Burç’a göre, IŞİD’in Şengal’e saldırmasının bir diğer nedeni, bölgenin stratejik altyapısıydı: “Zumar, Irak’ın en güçlü petrol rezervlerinden birine sahipti. Musul Barajı Şengal sınırları içindeydi. Plan şuydu: Önce Ezidileri katledip bölgeyi boşaltmak, sonra bu stratejik noktaları ele geçirip Araplaştırma politikasını devreye sokmak ardından Rimelan’ı kuşatmak.”
Bu senaryo, Burç’un ifadesiyle yabancı değil. Saddam döneminde de ıslahat projesiyle Ezidiler “siz zaten Arapsınız” denilerek zorla toplu köylere taşınmış, aynı politikalar uygulanmıştı.
Fakat plan bozuldu. Şengal’deki direniş ve uluslararası müdahale, bu stratejik hattın çökmesini sağladı. “IŞİD burada kırıldı, ertesi gün yönünü Kobani’ye çevirdi. Bu bize şunu gösteriyor: IŞİD’in hedefi yalnızca Ezidiler değil, doğrudan Kürtlerin varlığıydı.”
‘İhtilaflı bölgeyi Kürtlerin elinde görmek istemeyen herkes bu suçun ortağıdır’
Burç’a göre mesele sadece terör değil; bu saldırının arkasındaki çıkar ilişkileriyle yüzleşmeden hakikatle karşılaşmak da mümkün değil: “IŞİD’in ilk faaliyet alanı olarak ihtilaflı bölgeyi seçmesi boşuna değildi. Petrol açısından zengin, siyasi açıdan hassas ve kültürel olarak kırılgan bu bölgenin düşmesi isteniyordu.”
Ve sözlerini net bir cümleyle bağlıyor: “Kim ihtilaflı bölgenin Kürtlerin elinde kalmasını istemiyorsa, IŞİD’in kuruluşuna ortaktır.”
‘IŞİD, Kürtlere karşı kurulmuş bir prodüksiyondu’
Eyüp Burç’a göre, IŞİD’in ortaya çıkışından itibaren izlediği güzergâh ve hedef aldığı yerler tesadüf değil, sistematik bir tercihin parçasıydı. Bu tercihin merkezinde ise Kürt halkı vardı.
“IŞİD’in kurulduğu günden bu yana saldırı alanlarına dikkatle bakarsanız, hep Kürtleri hedef aldığını görürsünüz,” diyen Burç, Türkiye’deki saldırılardan da örnek veriyor: “Suruç, Ankara Garı ve Diyarbakır İstasyon meydanı… IŞİD’in saldırdığı yerler Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerdi.”
Bu nedenle Burç’a göre IŞİD sıradan bir örgüt değil, “Kürtlere karşı kurulmuş bir prodüksiyondur.”
Saldırıların yalnızca Şengal ile sınırlı kalmadığını, Musul’dan sonra sistemli biçimde ihtilaflı bölgelere yayıldığını ve buraları adım adım ele geçirme planının devreye sokulduğunu anlatan Burç, bu planın ancak halk direnişiyle durdurulabildiğini söylüyor.
Ve net bir çağrıyla sesleniyor: “Bir gün bir soykırım mahkemesi kurulursa, bütün bu gerçekler açığa çıkacaktır.”
‘Kürt sorununu çözmek istemeyen herkes bu prodüksiyonun ortağıdır’
Ezidilerin yaşadığı büyük felaketi anlatırken asıl sorunun gözden kaçırılmaması gerektiğini söyleyen Eyüp Burç, sözlerini şu soruyla tamamlıyor: “Dünya kamuoyu bu konuda ikna olmuşken, uluslararası kurumlar soykırımı tanımışken, pek çok devlet bu kararı desteklemişken neden hâlâ bir soykırım mahkemesi kurulmuyor?”
Bu sorunun cevabı, Burç’a göre sadece diplomasiyle değil, güç ilişkileriyle ilgili. “IŞİD sadece bir örgüt değil, aynı zamanda bir prodüksiyondu” diyor ve bu prodüksiyonda yer alan aktörlerin hâlâ etkili pozisyonlarda olduğunu savunuyor.
Burç, isim vermese de bu yapının çok geniş olduğunu ima ediyor: “Bu iştirakçılar kim diye sorsan, bir Arap devleti hariç 21 Arap devletinin de bu işin içinde olduğunu söylerim.”
Konunun yalnızca Ezidilerle sınırlı olmadığını vurgulayan Burç, meselenin özüne şöyle işaret ediyor: “Kim bu meselede sürekli sorun çıkarıyorsa ve hâlâ yüz yıllık Kürt sorununu Kürtlerin lehine çözmek istemiyorsa, işte o bu prodüksiyonun ortağıdır.”
Mürtedliğin tarihi ve ‘katli vacip’ Ezidi Kürtler
IŞİD’in Ezidilere yönelik saldırılarının yalnızca stratejik ya da etnik değil, aynı zamanda dinî ideolojiyle de temellendirildiğini söyleyen Eyüp Burç, bu zihniyetin Selefî ve cihadi pratikten beslendiğini vurguluyor.
Burç’a göre, Ezidiler IŞİD’in anlayışında “mürted”, yani dinden dönmüş sayılıyor. Bu da onları, örgüt nezdinde “katli vacip” ilan edilecek bir topluluğa dönüştürmüş. “Saldırılardan önce halka broşürler dağıtıldı. Bu broşürlerde açıkça ‘katli vaciptir, kadınlarını cariye alabilirsiniz, çocuklarını köleleştirip satabilirsiniz’ deniliyordu” diyen Burç, saldırıların salt askeri değil, aynı zamanda ideolojik bir arka plana sahip olduğunu belirtiyor.
Foto: Erdoğan Alayumat
Burç’a göre bu radikal inanç yapısı, tarihsel olarak Emevîlerden Osmanlı’ya kadar uzanan bazı uygulamalardan beslense de, IŞİD tarafından bugünün politik ve çıkar ilişkilerine göre yeniden yorumlanmış. “Selefî mantığa göre İslam’dan sonra yeni bir kitap ya da peygamber olamayacağı için, İslam’ı bırakıp başka bir inanca yönelen herkes mürted sayılıyor. Ezidiler de bu mantıkla hedef haline getirildi” diyor Burç.
Sonuç, yalnızca bir ideolojik temizlik değil, aynı zamanda sistematik bir yağma düzeni olmuş. “Bu saldırılar sadece ideolojik değil, aynı zamanda ganimet ve soygun amacı da taşıyordu. Ezidilerin yaşadığı bölge, katli vacip ilan edilmişti. Bunun ardından hem toplu kıyımlar hem de yağma gerçekleşti.”
‘Katli vacip’ Ezidi Kürtler ve ‘Süleyman’ın cinleri’ Sunni Kürtler
IŞİD’in saldırı haritasına bakıldığında, Eyüp Burç’a göre hedefin açıkça Kürtler olduğu görülebilir. Hem Irak’taki ihtilaflı bölgelerde hem de Rojava’da, Kürtlerin yoğun yaşadığı her noktaya saldıran örgüt, bu seçimi rastlantı eseri yapmadı.
“IŞİD bölgede Kürtlerden başka kimseye hiçbir şey yapmadı. Saldırdığı her yer Kürtlerin yaşadığı alanlardı. Şengal’den Rojava’ya, özellikle de Kobani’ye kadar…” diyen Burç, bu saldırıların arkasında yalnızca strateji değil, inançsal bir motivasyonun da bulunduğunu söylüyor.
Ezidi Kürtlerin“katli vacip” görülmesinin yanı sıra, Sünni Kürtlerin de IŞİD’in gözünde ‘insan’ olarak değerlendirilmediğini anlatıyor: “Onlara göre Ezidi Kürtler mürted, Sunni Kürtler de Süleyman’ın cinleri. Arap selefist çevrelerde böyle bir inanç yaygın. ‘Bunlar cin kolonisi’ diye bakıyorlar.”
Ancak Burç’a göre bütün bu dini yorumlar, asıl savaşın üzerini örten bir sis perdesi sadece. Gerçek mesele, paylaşım savaşı: “Bu inançlar, saldırganlığı meşrulaştırmak için kullanılan gerekçeler. Asıl mesele, Kürtlerin haklarına ulaşmasının engellenmesi.”
Colani’nin kirli geçmişi: Til Ezer ve Siba Şêx Xidir katliamları
Eyüp Burç, IŞİD’in ideolojik kökenlerini sorgularken, onun kurucu figürlerinin geçmişine de dikkat çekiyor. El Nusra lideri olarak bilinen ve bugün “resmi muhatap” gibi gösterilen Colani’nin, aslında Ezidilere yönelik katliamlarla dolu bir sicile sahip olduğunu söylüyor: “Colani, Irak İslam Devleti’nin kurucu komutanlarından biriydi. Musul sorumlusuydu. 2007’de Ezidilerin yaşadığı Tıl Ezer ve Siba Şêx Xidir köylerine yapılan bombalı saldırının doğrudan sorumlusudur.”
Burç’a göre, 2007’deki bu saldırılar, IŞİD’in Ezidilere yönelik şiddetinin başlangıcıydı. “Bu yapının saldırıları bugünden başlamadı. O dönem tırlarla patlayıcı taşıdılar, yüzlerce insanı öldürdüler. Bu katliamların faili Colani idi.”
Burç’a göre 2014’te yaşanan soykırımın 74’üncü ferman olarak anılmasının sebebi de bu. Çünkü Colani eliyle gerçekleştirilen bu katliamlar Ezidi toplumu tarafından 73’üncü ferman olarak anılıyor.
Colani’nin diğer saldırısı: Serekaniye
Daha sonra yolları Bağdadi ile ayrılan Colani, Suriye’ye geçti ve El Nusra’yı kurdu. Ezidilere yönelik saldırılar ise burada da devam etti. “El Nusra Serekaniye’ye saldırdı çünkü orada Ezidiler vardı. Kuyumculuk yapan, ekonomik olarak güçlü Ezidilerdi. İşgalde dükkânları, evleri talan edildi. Avuçlarında altınlarıyla köyümüze kaçan insanlara bizzat şahit oldum” diyor Burç.
Serekaniye’nin ardından, Ezidi nüfusun farklı inanç versiyonlarıyla var olduğu Afrin de hedef haline geldi. “Afrin’in nüfusunun yaklaşık yüzde 70’i Ezidiliğin reforme edilmiş bir yorumunu benimseyen topluluklardan oluşuyordu. Şengal ve Serekaniye’yi yaşamış Ezidiler, benzer bir şeyin tekrar yaşanacağını biliyordu. O yüzden ilk kaçanlar onlar oldu.”
Eyüp Burç, bu saldırıların hiçbirinin rastlantısal olmadığını vurguluyor: “Bütün bu saldırılar bir tesadüf değil, planlı bir projenin parçasıydı ve Ezidileri hedef almaya devam etti.”
‘Ezidiler statü istiyor: Ezdixan Özerk Bölgesi tanınmalıdır’
Eyüp Burç’un ifadesiyle artık mesele nettir: Ezidiler yalnızca adalet değil, geleceklerini garanti altına alacak bir statü talep ediyor. Bu talebin hem tarihsel hem de güncel dayanakları olduğunu söylüyor: “Soykırım hâlâ devam ediyor. Bunu BM İnsan Hakları Komiserliği de geçen yıl söyledi. Biz diyoruz ki: Ezidilerin Irak’ta özel bir statüyle kendilerini yönetmesini ve korumasını sağlayan bir yapı kurulmalı.”
Burç’a göre bu talep Irak Anayasası’nın 140. maddesiyle uyumlu. Şengal’de yapılacak bir referandumla Ezidiler kendi geleceklerini belirleyebilir. “Ya özerk yönetim kurulsun ya da en azından Şengal vilayet statüsü alsın. Valimizi biz seçelim, güvenliğimizi biz sağlayalım.”
Foto: Erdoğan Alayumat
Ezidilerin fiilen 11 yıldır zaten kendi bölgelerini yönettiklerini ve koruduklarını hatırlatan Burç, bu fiilî durumun resmiyet kazanmasını istiyor: “Şengal ve Şehan kantonlarından oluşan, meclisi, güvenliği ve sivil idaresi olan bir Ezdixan Özerk Bölgesi istiyoruz.”
Aynı zamanda bu bölgenin uzun vadeli olarak Birleşmiş Milletler gibi uluslararası güçler tarafından korunmasını da talep ediyor. Çünkü geçmişte yaşananlar, yalnızca peşmerge ya da Irak ordusuna güvenmenin mümkün olmadığını göstermiş: “Kimse bizi koruyamadı. Peşmerge çekildi, Irak ordusu çekildi. Silahlarımızı topladılar, sonra biz IŞİD’e karşı çıplak kaldık.”
‘Ezidiler artık kendi evinde, kendi meclisinde yaşamak istiyor’
Burç, Ezidilerin haklı taleplerinin inançsal gerekçelerle bastırılmasına da karşı çıkıyor. Ezidiliğin dışa kapalı, misyonerlik yapmayan bir inanç olduğunu; bu nedenle özgünlüğünün ve iç bütünlüğünün korunması gerektiğini vurguluyor.
“Ezidiler etno-dinsel bir topluluktur. Hristiyanlık gibi yayılmacı bir din değildir. Dışarıdan kimse Ezidi olamaz. Bu nedenle, bu halkın kendini koruması kadar doğal bir şey yok,” diyen Burç, bugüne dek “sizi koruruz” diyen herkesin ya ihanet ettiğini ya da başarısız olduğunu hatırlatıyor: “Artık kimse bizi yönetmesin, kimse bizi korumaya kalkmasın.”
Foto: Erdoğan Alayumat
Ve açık sorular soruyor: “Ezdixan Özerk Bölgesi tanınırsa ne kaybedilecek? Irak ya da Kürdistan Bölgesi ne kaybeder? Neden hâlâ direniliyor? Neden trajedimizin üzerine siyaset yapılmaya devam ediliyor?”
Ve sözlerini şu cümleyle tamamlıyor: “Bizi bizden başka kimse korumadı, koruyamaz da. O yüzden artık biz, kendi meclisimizle, kendi güvenliğimizle, kendi topraklarımızda yaşamak istiyoruz.”