6-7 Eylül 1955… İstanbul yalnızca bir tarih yaşamıyordu; ruhunda derin bir yara açılıyordu.
6-7 Eylül ile Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karanlık sayfalarından biri açıldı. Şehrin kozmopolit yapısı, çok kültürlü dokusu, iki günde acımasızca parçalandı. Geriye yalnızca enkaz, sessizlik ve utanç kaldı.
Soğuk Savaş, NATO ve Kıbrıs gerilimi
Dünya, Soğuk Savaş’ın sert dengeleriyle iki kutba bölünmüştü: Bir yanda ABD öncülüğündeki Batı bloku, diğer yanda Sovyetler Birliği. Türkiye, 1952’de NATO’ya katılarak Batı’nın cephe hattında stratejik bir müttefik oldu.
Ama içeride tablo farklıydı. Ekonomik sıkıntılar derinleşiyor, siyasal gerginlik artıyordu. İktidardaki Demokrat Parti, milliyetçi duyguları siyasette daha fazla kullanmaya başlamıştı. Bu atmosferde Kıbrıs meselesi alevlendi.
Yunanistan adanın kendisine bağlanmasını istiyor, Türkiye buna şiddetle karşı çıkıyordu. Ağustos 1955’te Londra’da yapılan üçlü konferans başarısız olunca, gerginlik İstanbul’a taşındı.
6-7 Eylül: İstanbul’da şiddet gecesi
6 Eylül günü İstanbul Ekspres gazetesi, “Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı” manşetiyle çıktı. Asılsız haber aynı gün tam altı kez basıldı. Bu provokasyon kısa sürede bir pogroma dönüştü.
Bir anda on binlerce kişi sokaklara döküldü. Kamyonlarla, otobüslerle taşınan gruplar şehri sardı. Rum, Ermeni ve Yahudi yurttaşların ev ve işyerlerine saldırıldı.
40 kilometrekarelik alanda şiddet yayıldı. Beyoğlu’ndan Bakırköy’e, Çengelköy’den Yeşilköy’e kadar binlerce dükkân yakıldı, yıkıldı, yağmalandı.
Sadece mallar değil, kutsallar da hedef alındı. Kiliseler ateşe verildi, haçlar kırıldı, mezarlar açıldı. İkonaların gözleri oyuldu, kutsal eşyalar parçalandı. 90 yaşındaki rahip Hrisantos Mantas diri diri yakıldı. Kadınlar istismar edildi, linçler yaşandı.
Tanıklıklar ve rakamlarla 6-7 Eylül
Olaylara dair en çarpıcı tanıklıklardan biri yıllar sonra geldi. Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli Sabri Yirmibeşoğlu şu ifadeyi kullandı: “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.” Sonradan geri çekilen bu sözler hafızalara kazındı.
Rakamlar ise dehşeti anlatıyor: 4 bin 214 ev, 73 kilise, 26 okul, 1 sinagog… Toplam 5 bin 317 mekân saldırıya uğradı. Resmî kayıtlara göre 37 kişi öldürüldü, yüzlercesi yaralandı. Onlarca istismar vakası kayda geçti. Gerçek sayıların ise çok daha fazla olduğu biliniyor.
Kozmopolit İstanbul’a ağır darbe
Hükümet, olayları “komünist provokasyon” diyerek solcuları suçladı, yüzlerce kişiyi tutukladı. Ancak Yassıada duruşmalarında ortaya çıktı ki; basın hükümetin yönlendirmesiyle milliyetçiliği kışkırtmış, güvenlik güçleri olaylara göz yummuştu. Sıkıyönetim ise ancak 36 saat sonra ilan edildi.
6-7 Eylül, İstanbul’un kozmopolit ruhuna ağır darbe vurdu. Rumlar göç etmek zorunda kaldı. Bu göçle birlikte şehir, çok kültürlü yapısının önemli bir parçasını kaybetti.
Gölgeye bırakılan yüz: Kutsallar ve kimlikler
Soğuk Savaş dengeleri içinde Türkiye’nin NATO’daki rolü, bu şiddet dalgasının üzerini örttü. Batı’dan ciddi bir tepki gelmedi. Devlet özür dilemedi, zararları tazmin etmedi.
Hafızalarda en çok yağmalanmış dükkânların fotoğrafları kalsa da, aslında şiddetin asıl hedefi Hristiyan kimliği ve kutsallarıydı. Bu yön yıllarca gölgede bırakıldı. Ve acı bir gerçek daha: Olaylar sadece bir avuç yönetici tarafından değil, on binlerce kişinin katılımıyla yaşandı. Araştırmalara göre 100 bini aşkın insan aktif olarak saldırılara katıldı. Bu, şehrin nüfusunun onda biriydi.
Hesaplaşılmamış tarih
Aradan 70 yıl geçti. Ama 6-7 Eylül hâlâ hesaplaşılmamış bir tarih olarak duruyor. Devlet suçunu kabul etmedi, toplum yüzleşmedi. O gecede yaşananlar, yalnızca azınlıkların değil, hepimizin tarihine kazınmış kara bir leke olarak hafızalarda duruyor.