Yeni Bir Mecrada Merhaba
Yüksel Genç 31 Temmuz 2024

Yeni Bir Mecrada Merhaba

Önüme düşen açıklamayı okuyorum. Açıklama Diyarbakır Barosu’ndan:

“Yargının araçsallaştırılmasıyla birlikte, Kürtçe müzik eşliğinde halay çeken kişileri, kötü muamelede bulunulmak ve görüntülerin farklı mecralarda yayınlanması suretiyle toplum nezdinde hedef haline getirilmesi ile lekelenmeme hakkının ihlal edilmesi suretiyle gözaltına alınması ve hatta tutuklanması kabul edilemez.

Baskı altında hissetmeden özgürce düşüncelerin dile getirebilmesi hukuk devletinin gereğidir. Kürtçe müzik eşliğinde halay çekmek, şarkı içeriğinde yer alan ifadeler ile atılan sloganlar, düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında olup yersiz suç ithamlarıyla yurttaşlar gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır.”

İnsanların farklı düşüncelerinden dolayı hedef haline getirilmediği, lekelenmeme hakkının korunduğu, yargının özgürlükler aleyhine işlevlenmediği en son zamanı hatırlamaya çalışıyorum; Koca boşluk! Sahi bunları biz en son ne zaman yaşadık?

Bendeki hafıza; zaman geçtikçe kötüleşen bir hukuk(suzluk) düzenine işaret ediyor sadece!

Sahi bu çocuklar niçin bu ülkede milyonlarca insanın anadili olan “Kürtçe” şarkılar eşliğinde halay çekmesin ve gönlünce eğlenemesin? Mutluluklar dilenen düğünler neden polislerce basılsın ve insanlar karga tulumba göz altına alınsın?

Tüm yurttaşları bağlayan, postallarla kabul ettirildiğinden bu yana tartışmalı olan Anayasa bile “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” dememiş miydi?

Bugün bu çocukları hedef gösteren ve tutuklayan yargının da bağlı olduğu üst mahkeme, örneğin İlhan CİHANER kararında; ifade özgürlüğü; sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız kabul edilen bilgi ve fikirler için değil, incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir, dememiş miydi?

Peki bu açık hak ihlaline karşın çıkan sesler ne kadar?

Oysa özgürlükler biz sahiplendiğimiz kadar bizimdir veya bizimledir. Bu durumda özgürlüklerin en büyük düşmanı belki de sahiplerinin suskunluklarıdır. Sahiplerinin susarak sergiledikleri rıza gösterme halleridir. Suskunluğun kapsadığı alan ne kadar geniş ise özgürlüklerin kapsadığı alan o denli azalıyor…

İşte, İlke TV’nin bana açtığı bu köşeyi; suskunluğumuzu azaltmanın olanağı olarak değerlendirmek, sürüklendiğimiz kolektif suskunlukta gedik açmanın olanağına dönüştürmek arzusu ile kabul ettim.

**

Yerel seçim sonuçları bir yanıyla toplumun içine girdiği çoklu kriz ve amorf düzenden çıkma arzularını da içeriyordu.  Yerel seçim sonuçları ile birlikte otoriter ve merkezi bağlamı güçlü iktidar, yereldeki hâkimiyetini CHP, DEM parti, Yeniden Refah Partisi gibi muhalefet partilerine terk etmek durumunda kaldı.

Yerelde güçlenen muhalefetin, edindiği gücü ne denli sağlıklı ve beklentilere uygun kullandığı, hala merkezi otoriter bağlamı oldukça güçlü olan iktidarın ne denli yerel hakimiyeti muhalefete terk ettiği başka bir tartışma konusu.

Bu köşeye bu tartışmaları da taşımanın  politikasızlığı egemen değer, depolitizasyonu yükselen değer haline getiren bu koşullarda kıymetli olacağını umuyorum.

**

Seçimler sonrasında ilginç ama aslında sahayı gözleyenler açısından şaşırtıcı olmayan bir gelişme yaşandı; Diyarbakır’da bir anda,  İsrail’in Filistin saldırıları bahane edilerek, tekbirler eşliğinde önce taşlı sopalı, sonra silahlı biçimde kafeler basılmaya, sokaklarda polis kordonu eşliğinde yürüyüşler, nümayişler yapılmaya başlandı. Birileri sokağa ısınmaya, sokak eylem gücünü sınamaya mı çalışıyordu demeye kalmadan, parklarda dans eden gruplara, site içinde havuzda yüzen kadınlara saldırı haberleri gelmeye başladı. Son olarak da sol görüşlü gençlerin oluşturduğu bir kolektifin işlettiği bir kafeye saldırıldı. Bu grup ilk defa muhalif, siyasal görüşü ile tanınanlara ait bir mekâna saldırmış oldu.

Adım adım 1990’ların karanlığı, 2024’lere yerleşmek ister gibi!

Benzer zaman diliminde mültecilere karşı Kayseri’de başlayan sonra başka kentlere yayılan, bizim Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta 1980 öncesinde gördüğümüz, tanıdığımız linç güruhlarının etkinliklerine şahit olduk.

Bir yerde yaşam tarzlarını hedefleyen; başka yerde değişen demografi arasındaki uyum ve kabul süreçlerini zedeleyen,  toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren, 1980 öncesinden, 1990’lardan tanığımız “karanlık ellerin” güncel versiyonları olduğunu düşündüren, hatta benim bir tür  “toplumsal anarşizmi örme çabası” olarak niteleyebileceğim girişimleri tartışabilme olanağı verdiği için, yaşamlarımızın ve özgürlüklerimizin çalınmasını kolaylaştıran suskunluk halimizde gedik açacak, belki de kıracak bir alan açtığı için İlke TV’ye teşekkürler.

Sadece bunun için mi; yakın tarih hafızasının dahi toplumun yeni kuşağı için uzak, eski bilinmeyen bir hikâyeymiş gibi algılandığı o yüzden gelen tehlikeyi ve tekrarlanan filmi göremediği bir ortamda, hafızanın taşınmasına olanak açtığı için de; hakikatin koltuğuna oturan, manipülatif bilgilerle yaratılan algılar dünyasına karşı durabilme olanağı yarattığı için de; başkalarının hakikatlerine alan açtığı için de teşekkürler.

“Yazmak, içimdeki kaosu düzenlemenin bir yoludur” diyen Charles Bukowski’ye atıfla;  hayatımızın kaosunu düzenlemek ve hatta çözümüne karınca kararınca katkılar sunmak için bana imkan sunan İlke TV’ye teşekkürler…

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.