6 Şubat 2023, Türkiye tarihinin takvim yapraklarına kazınan kara sayfalarından biri. Kahramanmaraş merkezli yaşanan 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremlerde, resmi rakamlara göre; 53 bin 537 insan yaşamını yitirdi, 100 binden fazla kişi de yaralandı.
Milyonlarca insanın evsiz kaldığı yıkımda, barınma sorunları çözülmeyen depremzedelerin bir kısmı hala konteyner kentlerde yaşam mücadelesi içerisinde. Hafızalara kazınan görüntülerle tüm ülke yalnızca bir doğal afetin değil, aynı zamanda büyük bir insani trajedinin de tanığı oldu.
Uzmanların her fırsatta tehlikeye dikkat çekmek için kullandığı “Türkiye, bir deprem ülkesi” cümlesi, yaşanan felaketin ardından yetkililer ve siyasi sorumluların dilinde bir mazerete dönüştü. Aradan geçen 2 yılda yanıtı en çok merak edilen soru ise, “Olası bir depreme gerçekten hazır olup olmadığımız?”
Yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür, felaketin yıldönümünde İlke TV’nin sorularını yanıtladı.
‘Herkesin Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini kabul etmesi lazım’
6 Şubat depremlerinden sonra Türkiye’nin deprem haritasında nasıl değişiklikler oldu? Depremin ardından hangi bölge veya kentler en riskli olarak öne çıkıyor?
“Yani Türkiye’nin deprem haritasında riskli bölgeleri değiştiren varsa yanlış yapıyor. Yani bunu kim yaparsa yapsın, Türkiye bir deprem ülkesi. Bu ülkede de deprem 14-15 milyon seneden beri devam ediyor bu coğrafyada. Bundan sonra da milyonlarca sene devam edecek. Dolayısıyla herkesin buranın bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini kabul etmesi lazım.
Yapılabilecek şey de depremi durduramayacağımıza göre, ülkemizi, kentleri deprem dirençli yapmaktır. Yani olaya bakışta, sorulacak soru da, verilecek cevap da budur. Yani Türkiye’de hiçbir şey değişmedi, milyonlarca senedir devam ediyor. Bu ülkede herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, herhangi bir anda büyük ve orta büyüklükte veya küçük depremler olabilir. Büyük depremler olduğu zaman binlerce insanımızı kaybedebiliriz.
Örneğin; Elazığ depremi, işte 6 Şubat depremleri, Van depremi, Bingöl depremi say sayabildiğin kadar. Dolayısıyla bundan sonra da aynı şeyler olabilir. Bizim yapacağımız iş, ülkemizi deprem dirençli hale getirmek.”
Sıklıkla vurguladığınız gibi Türkiye, bir deprem kuşağında. Zaman zaman bununla yüz yüze kalıyoruz. Fakat yine her seferinde sonrası için sözler veriliyor, bir daha aynı şeylerin tekrarlanmayacağı konusunda. Son büyük felaketten bu yana 2 yıl geçti. Gerekli dersler çıkarıldı, diyebiliyor musunuz?
“Hayır, kesinlikle hayır. Yani bir daha aynı şeyler yaşanmayacak diyenler, herhalde devlet yöneticileri, yerel yöneticiler ve siyasetçiler olmalı. Yani onlar bir daha böyle şeyler yaşanmayacak derken, neye göre söylüyorlar ki? Yani siz ülkeyi deprem dirençli hale getirecek bilimsel ve teknolojik çalışmaların gereğini yapmazsanız, böyle bir söylemin de anlamı yok zaten. Tamamen siyasi bir söylem olarak kalır. Onu da zaten ben, bir bilim insanı olarak ciddiye almıyorum.”
‘Yapılanlar yetersiz, tehlikeyi geleceğe ihraç ediyoruz’
Deprem erken uyarı sistemleri ya da afet sonrası hazırlığı konusunda herhangi bir gelişme oldu mu? Kişisel bilgileriniz, gözleminiz ne yönde bu konuda?
Depreme hazırlığı zaman zaman dile getiriyorlar, zaman zaman birtakım şeyler yapılıyor. Çok yararlı, yapanlara da teşekkür ederiz. Ama bunların hiçbir herhangi bir kenti, herhangi bir yeri veya memleketin herhangi bir köşesini depremden azade, deprem dirençli hâle getirmiyor. Bu yapılanlar yetersiz ve aynı tehlikeyi, tehdidi geleceğe ihraç eden şekilde gelişiyor. Hiçbir zaman sorunu çözmüyor.
‘İktidarda kalmak adına daha çok vitrine yönelik işler yapılıyor’
Bu sorumluluktan neden kaçılıyor peki? Yani bunca yıkım yaşanıp insanlar ölürken bu sorumluluğu göstermek neden zor?
“Bu sorumluluğu ben şöyle düşünüyorum. Bir kez merkezi yöneticiler veya yerel yöneticilerin iktidarda kalmak için belirli bir zamanları var. Belirli sözleri yerine getirmek için yazılı olması bile verdikleri sözler var. Onları yapmak, daha fazla puan getiriyor, halktan oy almayı da kolaylaştırıyor. İktidarlarını da kolaylaştırıyor.
Deprem gibi gösterimi öyle çok da görkemli olmayan, zor olan, ben aynı görüşte değilim ama belli ölçüde pahalı olan, devamlı çalışmayı gerektiren, hatta halkın huzuru pahasına birtakım önlemleri gerektiren şeylerin siyasetini yapmak pek hoşlarına gitmiyor. Onun yerine 5-10 tane kırmızı, yeşil ev yapıp ‘bak işte kentsel dönüşüm yapıyorum, bu kenti depreme hazırladım’ demek çok daha kolay. Ama o yapılan evler depreme hazırlık değil! Yani kenti deprem dirençli yapmıyor. Dirençli bir kent yapmanın yolu çok ayrı. Çok daha farklı şeyler yapmak lazım.
Yani onun için yapılanlar böyle siyasetle bağımlı, iktidarda kalmak adına, oy almaya yönelik, vitrine yönelik, daha çok o işleri yapmak suretiyle gidiyor. Onun için de ülkede gerçek anlamda bu konuda bir iş yapılmıyor.”
Anlatımlarınıza göre, deprem öncesine dair pek bir hazırlık yok. Peki ya sonrası için bir hazırlık var mı?
“Ben de onu diyorum, bu yok zaten. Bakın 99 yılından sonra adeta bağırdık İstanbul’u depreme hazırlayın, burayı deprem vuracak diye. Burayı deprem vurursa, bütün Marmara bölgesi ekonomik olarak çöker, Türkiye diz üstü çöker. Siyasi ve ekonomik bağımsızlığımız bile tehlikeye girer. Onun için İstanbul’u depreme hazırlayın dedik. 25 sene oldu, bugün sonuç ne diye dönüp baksan İstanbul depreme hazır değil.
Ne yapıyorlar siyasiler? Sana bana bakın biz hazırlık yapıyoruz diyorlar ama bu hazırlık non-stop yapılır, bu hazırlık 24 saat yapılır. Başladığın noktadan bitiş noktasına kadar mesafe alınır ve bitiş noktasında İstanbul depreme dirençli hâle gelmiştir dersin. Bugün öyle mi? Hiç öyle değil.”
Felaketleri sadece yıldönümlerinde mi hatırlıyoruz demek oluyor bu?
“Yani hiçbir şey değil. Ama 5 tane de ev yaptım. Yap yani, o kadar da yap… Yani yapılanlar, yapılması gerekenlerin yanında her zaman bir küsurat kalıyor, küsurat.”
Bu konuda yol haritası olarak neler yapılmalı öncelikle?
“Yol haritası çok basit. Devlet, yani hükümet, yerel yönetim ve halk yumruk gibi olacak, birbirine sarılacak, birbirleriyle bütünleşecek, kavga gürültü etmeyecek. Aynı amaç doğrultusunda işe başlayacak. Ondan sonra yerel yönetimler, hükümetin de yardımıyla o kenti depreme hazırlayacaklar. Hükümet, yerel yönetimin önünü açacak. Onların rahatlıkla, kolaylıkla iş yapmasının önünü açacak.
İlgili organlara depreme hazırlık işlerinin öncelikli olduğu talimatını verecek, deprem fonu oluşturacak, her kentin mikro bölgeleme çalışmasını yapacak, yardımcı olacak ve belediyeye işine başla, devam et diyecek.
Belediye de kendi yönetiminde yapılanacak, kentin bileşenlerini depreme hazırlayacak. Nedir bu bileşenler? Birincisi halk; yani halk eğitimi, altyapı, yapı stoku, eko-sistem, çevre ve ekonomi. Bu konuda olası bir deprem gelirse bu bileşenler nasıl zarar görür? diye bunları araştırıp tespit edecek ve daha deprem gelmeden önce bu bileşenlerin zarar görme ihtimalini azaltacak. Bu kadar basit.”
Bugünkü tablo söylediklerinizden maalesef uzak çok. Merkezi hükümet ile yerel yönetimlerin işbirliği içerisinde olması gerektiğini söylüyorsunuz ama bir yanda kayyımlar, bir tarafta da belediyelere yönelik soruşturmalar var?
“Bir ülkede merkezi hükümet ile belediyeler, yerel yönetimler arasında bir anlaşma, işbirliği, kader birliği, amaç birliği yoksa, halk da yeterince ona destek vermiyor, sarıp sarmalamıyorsa, o bölgeyi depreme hazırlamayı unutun.”
‘Halkımızın algılaması farklı. ‘Bana bir şey olmasın, nerede ne olursa olsun, beni ilgilendirmiyor’ diyor’
Peki deprem bilinci konusunda toplum nezdinde bir şeyler değişti mi?
“Toplumda asla değişmedi. Toplum, bu olaylara gerçek bir millet gibi bakmıyor. Yani bu vatanın evlatları isek, bu ülkenin insanları isek, nerede bir insan kaybedilirse benim için acı ve keder vardır. Her ölen can, her depremde göçük altında kalan can, beni sızlatır, dağlar. Bu fark etmez, ister o kentte, ister bu kentte, ister doğuda, ister güneyde, ister batıda. Ama ben bakıyorum da bizim halkımızın algılaması farklı. ‘Bana bir şey olmasın, nerede ne olursa olsun, beni ilgilendirmiyor’ diyor. ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ diyor.”
Afet ona bakmıyor ama?
“İşte ben de onu söylüyorum. Gözetim ve denetimini yapmıyor. Bir halk ülkenin sahibi olarak, mülkün sahibi olarak gözetim ve denetimi yapmıyorsa, başka bir imkân yok.
Yani bu ülkenin sahibi iktidar değil ki, bu ülkenin sahibi belediyeler değil ki halk. İstediğine oy verip vezir ediyor, istemediğini etmiyor. Sen onu yönetmeye mi talipsin? Sana soracağı şu; ben artık ailemin, arkadaşlarımın, insanlarımın depremde göçük altında kalmasını istemiyorum, bunları depreme kurban etmek istemiyorum, can güvenliğini sağlamak istiyorum. Onun için deprem dirençli kentlerde yaşamak istiyorum. Sen beni yöneteceksen buyur gel. Bu dediklerimi yapacaksan, deprem dirençli kentler oluşturacaksan, halkı depreme karşı koruyacaksan oyum senin. Ama bunu yapmazsan seni sandığa gömerim.”
‘İstanbul gibi depremi bekleyen bir kentte, insanların gündeminde deprem yok.’
Bir şeyleri değiştirme gücü ve adımı, aslında yine toplumun kendi önüne mi geliyor?
“Evet öyle. Kendimizi aldatmayalım, başka hiçbir mekanizma yok çünkü. Yani biz birinin, bir gücün bizim için bir şey yapmasını bekleyemeyiz. Malın sahibi biziz biz, ülkenin sahibi biziz. Ben kaşımı kaldırıp isteğimi demokratik anlamda oy ile göstermeliyim ve zaten siyaset ona bakıyor. Bütün siyasi partiler ne diye bu kadar anket düzenliyorlar? Halkın ne istediğini, neyin hoşuna gittiğini, neye kızdığını anlasın, bir şeyi sevip sevdiğini anlasın diye değil mi? Yani yapılan bütün anketlerin nedeni bu. Siyasetçinin varoluş nedeni, halkı memnun etmektir. Ama halk kendisinin, insanlarının can güvenliğinin göçük altında kalmasını istemiyor, yetki verdiğinin karşısına dikilmiyorsa, o zaman çözümü yok demektir.
Geçenlerde İstanbul’da bir anket yapıldı. Denildi ki, “En önemli gördüğünüz 10 gündemi belirleyin”. Bunun içinde yabancılar vardı, domatesin fiyatı vardı, biberin fiyatı vardı ama deprem yoktu. İstanbul gibi depremi bekleyen bir kentte, insanların gündeminde deprem yok. Yani şimdi bu halkın kötü olduğu anlamına gelmez. Halk eğitilmemiş, farkındalıklı değil. Depremden nasıl korunur bilmiyor. Deprem kültürü gelişmemiş. Bu da bir anlamda yöneticilerin eksikliği.”
Bu kadar hayati bir mesele neden gözden kaçılıyor?
“Evet, hayati. Hâlbuki biz halkı eğitsek, bilgili ve bilinçli yapsak, farkındalık kazandırsak, onun üzerine zaman, para her şeyimizi versek, o zaman halk aynen Japon halkı gibi olur. Bir Japon’un kafasına tabanca dayasan, sen evine bir tane kaçak kat at desen, öldürsen atmaz. Nitekim bir örneği var. İstanbul’daki köprülerden (İzmit Körfez Geçiş Köprüsü – 2015) birinde sorun çıktı, Japon mühendis intihar etti.
Yine 2004 yılında bir Uzakdoğu ülkesinde halkı tsunami geliyor diye uyarıp kaçın dediler. Arkadan ölüm geliyor, bir karayolunda kaçıyorlar. Kaçarken yanlarında bir tane emniyet şeridi var. Binlerce kişi kaçıyor ama bir tanesi de emniyet şeridine girmedi. Bir tanesi bile. Niye? Yaşlılar, hastalar, cankurtaranlar geçiyor diye. Düşünebiliyor musun? Ölüme rağmen insanlarda o ahlak, o anlayış var. Bizde öyle değil ki. ‘Hocam bizim burada deprem olur mu?’ Yok desen, umurunda olmayacak. Van’da olacak diyorsun, ‘bana ne Van’dan’ diyor!
200 sene sonra deprem olacak desen, dönüp arkandan ‘deli midir nedir, bana ne, 200 seneye kim öle kim kala?’ diyor. İşte bu olmaz. Millet olmanın karakteri bu değil. Bütün herkesin insan sevgisinin, saygısının bu kadar gelişmiş olması lazım. Tutkumuzun gelişmiş olması lazım.
Onun için bu depreme hazırlık konusunda siyasi iktidar kadar, yerel yönetimler kadar, halkın kendisi de bu işi yeterince yapmıyor demektir. Kim suçlu derseniz? Hepimiz suçluyuz. Ben de dâhil.”