20 Ocak itibarıyla sağcı, cinsiyetçi, homofobik, savaş çığırtkanı, ırkçı ve iklim inkârcısı Trump’ın ikinci dönemi resmi olarak başladı. 2020’de ikinci defa seçilemeyen Trump’ın 2025’te geri dönüşü şimdiden Avrupa’daki aşırı sağ partilere ilham kaynağı oldu. Almanya’da AfD, İngiltere’de Reform UK gibi partiler onu rol modelleri ilan ettiler.
Trump’ın iktidara gelişi de diğer aşırı sağcı partilerin yükselişi de neoliberal sistemin çöküşünün ürünü. Kapitalizmin azalan kârlarını artırmak için 1980’lerden sonra uygulamaya koyduğu neoliberalizm, 1990’larda SSCB ve Doğu Bloku’nun çöküşünün ardından zaferini ilan etmişti. Ama neoliberal kapitalizm vaat ettiği gibi refah ve barış içinde toplumlar kuramadı. Ekonomik krizler ve savaşlar devam ediyor. Kapitalistler, sürekli azalan kârlarını yükseltmek istiyorlar, ama bunun yolunu bulamıyorlar. Özellikle 2008’den beri kapitalizm derin bir ekonomik kriz içinde yuvarlanıp duruyor.
Trump’ın krizi gidermek için Çin ürünlerine ek yüzde 10, Kanada ve Meksika ürünlerine yüzde 25 gümrük vergisi koyması, bunun karşılığında Kanada ve Meksika’nın Amerika’ya aynı oranda vergi koyması, sorunu daha da derinleştirecek adımlar. Muhtemelen ABD’de enflasyon artacak, ücretlerin satın alma gücü düşecek.
Financial Times’ta çıkan bir yazıda Toronto Üniversitesi’nden işletme profesörü Dimitry Anastakis, ABD’nin koyduğu gümrük vergilerinin, sistem için Covid pandemisi kadar acı verici bir şok olabileceğini söyledi. “Bu gereksiz ve oldukça aptalca…Kuzey Amerika ekonomisinde var olmayan bir soruna balyoz indirmektir” dedi. Bu tür adımlar dünyada jeopolitik krizi derinleştirecek*.
Ekonomik kriz son yıllarda merkez partileri istikrarsızlaştırıyor ve daha sağdan, radikal çözüm önerilerini gündeme getiriyor. Neoliberal konsensüsün çöküşü egemen sınıflar açısından çeşitli sorunlar yaratırken, işçi sınıfı ve ezilenler de sistemden bıkmış durumda. “Sistemin dışında” gibi görünmeye çalışan aşırı sağ partiler, sanki neoliberal sistemi eleştiriyormuş gibi yaparak, popülist söylemlerde bulunarak güç kazanıyor. Sol reformistlerin yükseldiği 2000-2015 döneminden sonra şimdi sarkaç aşırı sağa vuruyor, aşırı sağ partiler yükseliyor.
Trump, “Çocuklarımızın yeryüzündeki en zengin ve en güçlü ulusta yaşama hakkını koruyacağım” derken Amerikan rüyasını aşırı sağcı, ırkçı kavramlarla yeniden parlatıyor. Tüm bu krizlerin ortasında kalan ve sisteme yabancılaşan işçi sınıfı popülist söylemlerden medet umabiliyor, ama Trump’ın ve aşırı sağın vaatleri ezilenler lehine değil onların aleyhine çözümler.
Trump’ın ilk döneminde de işçi sınıfı lehine tek bir uygulama olmadı. Aksine Amerika’da kapitalizmin zaferinin ilan edildiği 40 yılı aşkın süredir devam eden neoliberalizm devam ettirildi, travma geçirmiş, korku dolu ve şiddet yanlısı bir toplum inşa edilmeye çalışıldı. ABD kendisini “özgür dünyanın” lideri olarak sunuyor ama intihar oranlarında, insanların hapishanelere kapatılmasında, silahlı şiddette ve uyuşturucu ölümlerinde dünya lideri.
Cumhuriyetçiler ve Demokratlar tarafından uygulanan serbest piyasacı neoliberal kapitalist politikalar işçi sınıfının ücretlerini düşürdü, düzenli işleri azalttı, düzensiz çalışmayı teşvik etti, eşitsizliği körükledi. Amerika şu anda dünyanın en eşitsiz toplumlarından biri. En üstteki binde 1’lik kesim, en alttaki yüzde 90’lık kesimle aşağı yukarı aynı servete sahip.
Bu ekonomik istatistiklerin ardında insani acılar ve ıstıraplar yatıyor. 2022 yılında 49 bin 500 kişi intihar etti ve intihar oranı her 100 bin kişide 14,3 olarak gerçekleşti. Bu oran 1941’den bu yana görülen en yüksek oran olmuştu – ta ki bir sonraki yıl 14,7’ye yükselene kadar.
Trump bu yoldan ayrılmayacağını seçilir seçilmez arka arkaya yayınladığı kararnamelerle gösterdi. İnsanların gündelik hayatını cehenneme çevirmeye, mücadele etmeyi zorlaştırmaya çalışıyor.
- Paris İklim Anlaşması’ndan çekildi: Trump, artan küresel sıcaklıkları sınırlandırmak üzere tasarlanmış dönüm noktası niteliğindeki uluslararası anlaşmadan çekilme kararını imzaladı.
- Dünya Sağlık Örgütü’nden çıkış sürecini başlattı: Covid’i bahane ederek dünya sağlığı için çalışan örgütten çıktı.
- Ülkenin güney sınırında “ulusal acil durum” ilan etti: Zaten zor durumda olan göçmenlere hayatı zindan etmek için tüm uygulamaları başlattı. 1 milyon göçmeni kısa sürede sınır dışı etmeyi vaat etmişti, görünen o ki bu kötülük için çabalayacak.
- 6 Ocak’taki Kongre Binası baskınında tutuklanan, çeşitli ırkçı ve aşırı sağcı gruplara mensup 1.600 destekçisi için af çıkardı.
- Federal kurumlarda farklı cinsel kimliklerin kendini tanımlamak için kullandıkları zamirleri yasakladı.
- Üniversitelerde İsrail’in Gazze’deki savaşına karşı eylem yapan yabancı öğrencilerin vizelerinin iptal edilmesinin önünü açan kararnameyi imzaladı.
Guardian gazetesindeki yazıda, Amerika’nın önde gelen anayasa akademisyenlerinden Profesör Laurence Tribe şunları söylüyor: “Hiç şüphesiz Donald Trump, Amerika Birleşik Devletleri tarihinde gördüğümüz en kanunsuz ve hukuk tanımaz başkandır… Yasadışı eylemlerin hızla ateşlenen bir mitralyöz hızıyla ortaya çıkması, insanların bunlardan herhangi birine odaklanmasını çok zorlaştırıyor. Belli ki bu da stratejinin bir parçası.”
Bu bize ülkemizde yaşadığımız süreci çağrıştırıyor. O kadar çok hukuksuzluk karşısında nerede ne yapacağını şaşırıyorsun. Demokrasinin beşiği, modern dünyanın lideri olma iddiasındaki Amerika’da bunları görmek şaşırtıcı mı, elbette değil. Kapitalizm, kaos ve düzensizlik demektir, eşitsizlik demektir, insan haklarının hiçe sayılması demektir, işçilerin emekçilerin emeğinin değersizleştirilmesi demektir. Neoliberal kapitalizm, bunların daha da kötüsü demektir.
Bu haksızlıklara karşı mücadele ve direniş elbette kendi yolunu bulacak.
Amerika’da Trump’ın ilk dönemi gösterilerle karşılanmıştı. İşçi sınıfının ücret ve sosyal haklar için yaptığı eylemler, göçmenlerle dayanışma eylemleri, kadınların kürtaj hakkı için verdikleri mücadele, on binlerce insanın katıldığı gösteriler sonucu Trump geriletilmiş ve ikinci dönem seçilmesi engellenmişti.
Yeni dönemin başlangıcında da pek çok bölgede Trump karşıtı gösteriler yapıldı. Henüz gösteriler bir önceki dönemin seviyesine ulaşmadı. Ama Trump’ın milyarderlerden oluşan kabinesi elbette işçi sınıfının ve ezilenlerin en büyük düşmanı.
Trump karşıtlığı, Trump’ın halka ve insanlığa düşman politikalarına karşı direniş her zaman devam edecektir. Başkan olduğu gün tüm dünyada Trump karşıtı gösteriler vardı. 2 Şubat’ta Şikago’da göçmen karşıtı kararnamelere karşı eylemler yapıldı.
Biden döneminde, uzun bir zamandan sonra Amerika’da işçi sınıfı mücadelelerinin sayısı artmaya başlamıştı. İşçi sınıfı Trump döneminde de hakları için mücadeleye devam edecek.
Bu dönem Trump ve yandaşlarının düşündüğü gibi ezilenlerin sessiz kalacağı bir dönem olmayacak. Çoklu krizler dünyayı sarsarken, direnişlerin de yükseldiğini göreceğiz.
*Bu kısma Amerika dış politikasına ilişkin yazacağım yazımda daha geniş yer vereceğim.