Hedef gösterme, gözaltı, tutuklama veya adli kontrol ve yurtdışına çıkış yasağı… ‘Her kim ki, iktidarı eleştirmeye kalksa öyle ya da böyle karakol, mahkeme ve belki de hapishaneyi tadacak’ algısı, artık bu ülke için bir rutin! Daha doğrusu ‘bazıları’ için on yıllardır geçerli olan bu rutin, artık en sağdan en sola, sendikacısından büyük sermayenin temsilcilerine herkes için geçerli bir hal almış bulunuyor. Son olarak Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan ve Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Ömer Aras da bu rutini yaşamış oldu. Her ikisi de önce ifade verdi, ardından mahkemeye çıktı. Mahkeme tarafından adli kontrol ve yurtdışına çıkış yasağıyla serbest bırakıldı. Artık, Türkiye’nin en köklü ve büyük şirketlerini temsil eden bir derneğin yöneticileri de yargılanıyor olacak.
Komprador burjuvazi demokrasiyi savunuyorsa vardır büyük bir sorun
Bugüne kadar iktidara geldikleri ilk dönem, hadi diyelim ilk iki dönem haricinde, AK Parti hükûmetleriyle TÜSİAD arasında gerilim pek çok kez yaşanmıştı. Ancak, hiçbir zaman bu noktaya gelmemişti. 2012’de dernek başkanı olan Ümit Boyner dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sert eleşirilerine maruz kalmıştı. Suçu; Uludere’de yaşananları ve Afyon’daki patlamayı sorgulamasıydı. “Sen işine bak” cevabını almıştı. Bir yıl sonra Muharrem Yılmaz vatan hainliğiyle suçlanmıştı. Onun suçu yolsuzlukları eleştirmesiydi. Bir sonraki yil sıra Haluk Dinçer’deydi. Hemen hepsinin bu şiddetli tepkilere maruz kalmasının sebebi, şeffaflık, hukuk devleti ve demokrasi vurgularıydı.
Bazıları diyebilir ki, “Sana mı düştü komprador burjuvaziyi savunmak?”. Aslına bakarsanız, hayır sadece bana değil, tüm dekmorkasi güçlerine düşüyor, bir kez daha demokrasi ve hukuk devletini savunmak. Zira, tüm bu olup bitenlerin sebebi hukuk devletinin işlevsizleştirilmesi ve keyfi uygulamaların yargı eliyle ayyuka çıkmasıyla ilgili…
İş dünyasının kayyım korkusu
Tabii ki uluslararası sermayeyle girdiği ortaklıklarla gelişip, emek kesiminin haklarının budanmasıyla serpilmiş olan büyük sermayenin demokrasiyi, laikliği, hukuk devletini savunuyor olması salt bir demokrasi aşkıyla açıklanamaz. Tabii ki de sınıfsal çıkarlarıyla ilgili bir meseledir. Bunda da işin açıkçası garipsenecek bir durum olamaz. TÜSİAD YİK Başkanının konuşmasındaki tüm rejim eleştirelerine yol açan temel saik bu. 30 Ocak 2025 tarihinde TBMM’den geçen bir torba yasada yer alan Devlet Denetleme Kurulu (DDK) ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunu (TMSF) olağanüstü yetkilerle donatan birkaç yasa değişikliği… Bu değişiklikle, DDK’ya ‘her kademe ve rütbedeki kamu görevlilerini görevden alma’ yetkisi tanınmış oldu. Bu aynı şekilde dernek ve diğer sivil toplum örgütlerine yönelik de uygulanabilecek bir yetki. Mesela TÜSİAD’a da… Ancak, iş dünyasının sinirlerini geren asıl mesele bu değil, DDK ve TMSF marifetiyle özel şirketlerin de yönetimine, para ve mal varlığına el konulup kayyım atanabilecek olması. Hangi gerekçeyle?.. Mesela ispatlanmış vergi kaçırma, ihaleye fesat karıştırma, yolsuzluk gibi gerekçelerle mi? Hayır, ‘şüphe’ bile yeterli olabilecek! Yani iktidarın icraatlarını eleştirmeye kalkan herhangi bir patronun tepesinde bu yetkiler Demokles’in kılıcı gibi sallanacak! Veyahut iktidarla yakın ilişkisi olan bir sermaye grubunun önünü açmak maksadıyla bir diğeri ekarte edilebilecek.
İşte asıl mesele bu, ancak hemen belirtelim bu da bir demokrasi ve hukuk devleti sorunu… Bundan da öte Türkiye ekonomisine çok ciddi zararlar vereceği muhtemel değil, kesin olan bir yetki; gerek DDK’nın gerekse TMSF’nin hükûmetin emrinde iki resmi kurum olduğu düşünüldüğünde…
Gel de bunu yabancı ortağına açıkla şimdi…
TÜSİAD bünyesinde temsil edilen şirketler, Türkiye’nin sektörlerindeki devleri… Aynı zamanda bu şirketlerin pek çoğunun yabancı ortakları var. Şimdi böyle bir şirketin yöneticisi olarak gelin de yabancı ortağınıza DDK ve TMSF’nin bu olağanüstü yetkilerini açıklamaya kalkın! Yabancı sermaye ya apar topar hisselerini devredip ortaklıktan çıkmak ister ya da en azından her yeni yatırım kararına karşı ayak direr. Başka türlüsü zaten sermayenin varoluş gereğine aykırı bir durum olmaz mı? Veyahut serbest piyasa ekonomisinin kurallarının geçerli olduğu iddia edilen bir ülkede, böyle yetkilerle donatılmış iki resmi kurum varken, kim yeni bir yatırım yapma motivasyonuna sahip olur?
Sanırım temel meseleyi açıklamış oldum. Şimdi gelelim Ömer Aras tarafından kamuoyuyla paylaşılan TÜSİAD YİK açıklamasının içeriğine… Hani şu, “Ülke olarak moralimiz bozuk. Güven bunalımı yaşıyoruz” cümlesiyle giriş yapılan açıklama var ya, ona. Bu cümle aslında yıllardır pek çok kesimin yaşadığı, son dönemlerde ise artık herkesin yaşamak durumunda kaldığı bir toplumsal ruh halinin özeti gibi! Kimse kendini güvende hissetmiyor ve geleceğe yönelik bir plan yapamıyor. Üstelik bu sadece kişi hak ve özgürlükleriyle sınırlı bir durum da değil. Her an her yerde güvensizlik yaşayabiliyorsunuz. Buna can güvenliği de dahil…
Mutsuzluk ve günsizlikten kimse müstesna değil artık
Söz gelimi 72 yaşındaki bir teyzenin evi, sokak köpeklerini beslemesi sebebiyle kundaklanabiliyor. Hem o teyze hem de köpekler yanarak ölüyor. Yolda yürürken, biri tarafından saldırıya uğrayabiliyorsunuz ve ölüyorsunuz. Sırf tipinizi beğenmediği için birileri, büyük olasılıkla çok yaygınlaşan madde bağımlılığı sebebiyle, kalbinizden bıçaklayabiliyor. Kış tatili için gittiğiniz bir otelde gecesine bin dolar ödediğiniz bir odada ailecek yanabiliyorsunuz. Yıllardır güvenlik önlemleri alınmadığından dolayı ölen işçiler için ses çıkarmamış olsanız da, kişisel çıkarlarınız için tüm haksızlıklara karşı gözlerinizi kapatmış olsanız da güvende değilsiniz artık! Paranız olsa da, olmasa da artık bir fanusta yaşayamıyorsunuz. Mutsuz ve kendinizi güvende hissetmiyorsunuz, öyle ya da böyle…
Ömer Aras sunumu boyunca hukuk devletinden, anti-demokratik uygulamalardan, laiklikten, bilimden, liyakatten, eğitim sorunundan bahsediyor. Herhangi bir yurttaşın rahatsızlık duyduğu bu rejimden kaynaklanan eksikliklerden… Yani bir imza kampanyası olsa ve sorumlu bir yurttaşsanız, gönül rahatlığıyla imzanızı atacağınız bir bildirgeden! Onun da dün mahkemelik olmasının sebebi işte bu!
Doğrudan yabancı yatırımcı geleceği varsa da gelmez
Tek başına DDK ve TMSF’nin yetkilerinin bu şekilde genişletilmesi bile, bu ülkede yatırım iklimini çok olumsuz etkileyecek bir gelişmeyken, bugün itibarıyla TÜSİAD yöneticilerinin başına gelenler, doğrudan yabancı yatırımlara hava gibi, su gibi muhtaç olan Türkiye ekonomisini çok, ama çok olumsuz etkileyecek. Bu gelişme büyük olasılıkla en çok Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in derdine daha büyük dertler ekleyecek. Bakanın bugüne dek yabancı yatırımcıları Türkiye’ye çekme çabaları, “Hele bir sıkılaştırma önlemlerinin sonuçlarını görelim, sonra bakarız” benzeri bir karşılık buluyordu. Şimdi bu karşılığı alırsa büyük sürpriz olur. Bırakın doğrudan yabancı yatırım girişini, yüzergezer sıcak parayı bile ülkede orta vadeli tutamadığımız bir dönemde, işler iyiden iyiye zora girecek. Sıcak para Borsa İstanbul’da bile ‘al-sat’ yapıyor, bırakın onu muadillerine göre çok yüksek getiri sağlayan tahvil piyasasından geçen ay çıkan yabancı yatırım miktarı 1.5 milyar doları buldu.
Birkaç gün önce Hazine ve Maliye Bakanının çok da iddialı olmayan bir tonla “Anlamlı doğrudan yabancı yatırımları tekrar çekmeye başlamayı umuyoruz” açıklamasının ardından TÜSİAD yöneticilerinin başına gelenler, ‘umduğumuz dağlara kar yağdıracak’ gibi görünüyor!