Necla Akdeniz’in Gök Kuşaksız romanı ikinci baskısını yaptı. Agora Kitaplığından çıkan romanını Akdeniz, “Tarihsel olarak inşa edilmiş toplumsal cinsiyetler ve kimlikler içinde olmayanların, anlatılmaya değer bulunmayanların, ötekileştirilip dışlananların, yersiz yurtsuz ve kimsesizlerin, sesi olup çığlığını duyuramayanların öykülerini anlatıyor” şeklinde ifade etti.
Akdeniz’in romanıyla ilgili sorularımıza yanıtları şöyle:
Gök Kuşaksız romanı ikinci baskısını yaptı. Roman, iki erkeğin dünyasına dair kesitler sunuyor. Neler söylersiniz?
Dediğiniz gibi iki erkeğin dünyasından kesitler sunuyor Gök Kuşaksız, ancak alt metinde ayrı bir kurgu yer alıyor. Aslında kurgu içinde kurgu var romanda. Görünür kurgu, Barış ve Murat etrafında dönüyor, alt metinde ise Hülya, Deniz ve Deniz’in annesi Gülyar’ın hayatına dokunuyoruz. Görünür kurgu, iki erkeğin tanışmaları, birbirinden etkilenmeleri ve giderek birbirlerine âşık olmalarıyla şekilleniyor. Bu süreçte kendilerine, birbirlerine, acı geçmişlerine yaptıkları yolculuklar aktarılıyor. Murat, annesi babasını gözleri önünde öldürdükten sonra yetiştirme yurtlarında yaşamış bir kayıp çocuk. Kızkardeşiyle birlikte koruyucu aileye veriliyorlar fakat o, talihsiz bir şekilde kuruma geri gönderiliyor. Böylece kardeşinden de ayrılmak zorunda kalıyor Murat ve tutunacak tek dalı kalmıyor. Barış’la birlikte yeniden yaşama sarılıyor ve onunla beraber kardeşini arama yolculuğuna girişiyorlar. Alt metinde ise onların karşılaşmalarını, âşık olmalarını, kavgalarını, özlemlerini sürekli izleyip kurgulayan ve roman haline getiren Deniz’le annesi Gülyar var.
‘Dil masum bir iletişim aracı değil’
Taksici Murat ile basketbolda kariyerinin sonlarında olan Barış’ın aşkları etrafında kurulan hikaye okura ne sunuyor?
Gök Kuşaksız, Murat ve Barış’ın aşkları izleğinde; tarihsel olarak inşa edilmiş toplumsal cinsiyetler ve kimlikler içinde olmayanların, anlatılmaya değer bulunmayanların, ötekileştirilip dışlananların, yersiz yurtsuz ve kimsesizlerin, sesi olup çığlığını duyuramayanların öykülerini anlatıyor. Kısaca ‘Kuir Edebiyat’ deniyor buna. Peki nedir kuir edebiyat? Öncelikle ne olmadığından başlayayım. Kuir edebiyat -sanıldığı üzere- yalnızca LGBİ+ edebiyatı veya feminist edebiyatı değildir. Yani sadece homofobi ve kadın düşmanlığından muzdarip olanları değil, heteronormatif hegemonyanın yarattığı her türlü ayrımcılıktan başı dertte olanları; türcülük, ırkçılık, milliyetçilik, militarizm, küresel felaketler, hayvan ve ağaç katliamları gibi pek çok alanda mücadele edenleri de kapsar. Bu bağlamda kuir edebiyat, kimlik ve cinsiyet klişelerini alaşağı ettiği kadar dile hâkim olan eril söylemi de alt üst eder. Bilindiği üzere edebi söylemin yegâne aracı dildir ve dil masum bir iletişim aracı değildir. Dildeki yapılar avcı toplayıcılıktan yerleşik düzene geçilip özel mülkiyet keşfedildiğinden ve yazı icat edildiğinden beri, heteronormatif kültürel kodlarla donanmıştır. Dolayısıyla insan bilincini şekillendirmede birincil rol oynar. Gılgamış’tan İlyada’ya tüm yazılı mitler, kutsal kitaplardan klasik romanlara kadar tüm metinler, hep ‘erkek kahramanları’ anlatırlar. Onların şeref, cesaret ve gözü peklikle dolu maceralarını soluk soluğa hikâye ederler. Bu metinlerde kadınlar salt gençliği, güzelliği, cinselliğiyle erkekleri baştan çıkartan ve böylece erkekler dünyasına ‘nifak tohumları sokan’ korkutucu birer prototip olarak yer alırlar. Bu ‘aşağılık’ nitelikleri yüzünden her daim kargaşaya, kaosa, savaşlara sebep olurlar. Çünkü yazılı tarih eril bir tanrının dünyaya yaratmasıyla başlar, çünkü Adem bizzat tanrının eliyle topraktan, Havva ise Adem’in vasıtasıyla kaburga kemiğinden yaratılır. Dolayısıyla kadınlara, çocuklara, yaşlılara, engellilere, hayvanlara, bitkilere ve diğer yaşam formlarına yer yoktur heteronormatif ideolojide. Benim kuir edebiyat derken kastettiğim; içsel bir iktidara sahip olmayan, sabit ve değişmez kimliklere dayanmayan, kabul görmüş normatif yapıları sorgulayan ve dile hâkim olan heteronormatif eril söyleme, elinde olan tek araçla, yani kendi yarattığı diliyle (nötr veya daha yaratıcı) meydan okuyan metinlerdir. Tüm kurumlarıyla bilinç katmanlarımıza yerleşmiş heteronormatif kültürel dinamiklere karşı yepyeni bir dil oluşturmak, kuir edebiyatın olmazsa olmazıdır.
‘İki İzmirli kadından etkilenerek yazdım’
Romanınızda aynı zamanda 10 Ekim 2015 Ankara Garı Katliamı ve 68 kuşağına dair kesitler de görüyoruz. Bu iki tarihsel döneme yer vermenizin nedeni nedir?
Romanın alt kurgusunu oluşturan Hülya ve Deniz, Cumhuriyet tarihinin en korkunç katliamlarından biri olan 10 Ekim 2015 Ankara Garı Katliamına tanık olanlardan. Aslında gerçek hayatta orada hayatını kaybeden iki İzmirli kadından etkilenerek yazdım Gök Kuşaksız’ı. Özellikle Berna Koç’un hayatından. Kendisi insan hakları savunucusu, LGBTİ’li bir aktivist. Şair aynı zamanda. Annesi tarafından küçük yaşta terk edilmiş, sonradan evlat edinildiği ailede üvey annesi tarafından hor görülmüş ve sadece üvey babasının sevgisine tutunarak büyümüş bir genç kadın. Romanda Hülya olarak kurguladım Berna Koç’u. Deniz’in annesi Gülyar ise 68 kuşağı özgürlük hareketiyle Türkiye’de hızlanan devrimci mücadele içinde yer almış, fakat sonrası yaşanan idamlardan, ölümlerden, işkencelerden sevdiklerini, arkadaşlarını kaybetmiş acılı bir yetişkin kadın.
Yeni çalışmalarınız olacak mı?
Gök Kuşaksız’ın ilk baskısı 2018 yılında, Agora Kitaplığı’ndan çıktı. 2019 yılında, ikinci romanım Kaotika, üçüncü romanım Tereddüt Çizgisi, 2022 yılında, Agora Kitaplığı’ndan basıldı. 2024 Yılında ise ilk öykü kitabım En Eski Oda yayımlandı.
2025 yılı ise sürprizlerle geldi bana. Yayıncım Agora Kitaplığı, ilk baskıları çok önce bitmiş olan ilk iki romanım Gök Kuşaksız ve Kaotika’nın aynı anda ikinci baskısını yaptı. Çok sevindim tabii.
Türlü sebeplerle yazmaya geç başladım. Bu yüzden kendimi ‘Uzun sürmüş bir uykudan uyanmış ve asıl yapmam gerekeni hatırlamış’ biri olarak ifade ediyorum. On yıldır hayatım okumak, araştırmak, gözlemlemek ve yazmaktan ibaret. Halihazırda kafamda yazılmayı bekleyen bir sürü konu var, fakat hangi formatta yazacağıma henüz karar vermedim. Belki roman, belki öykü, belki de -ve umarım- şiir olur bir sonraki metnim.