DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada 2025 Newroz’unun taşıdığı tarihsel öneme dikkat çekti.
2025 yılındaki kutlamaların halklar tarihi açısından büyük bir anlam taşıdığını belirten Hatimoğulları şöyle devam etti:
“Değerli halklarımız, Türkiye halklar tarihinin en önemli ve en yoğun katılımlı Newroz’unu yaşadık 2025’te. Ve kitlelerin verdiği mesaj çok önemliydi. Barış ve demokrasi umutlarının yeşerdiği bir Newroz yaşadık.”
Hatimoğulları konuşmasına şöyle devam etti:
Halka yönelik baskıların arttığı ve halk iradesinin tanınmadığı bir dönemde gerçekleştirdik bu Newroz’u. Özellikle Newroz alanlarını dolduran milyonlar şu çığlıkla sesini yükseltti: barış, demokrasi ve adalet. 2025 yılı Newroz’u, özgürlük ateşinin bir kez daha harlandığı, barışın halklar tarafından sahiplenildiği bir Newroz oldu. Beyaz tülbentleriyle analar alanları, meydanları doldurdu ve çektikleri bütün acılara rağmen Newroz’da anaların verdiği mesaj barış oldu. Gençler, demokratik ve güvenceli bir yaşamın sesi oldular Newroz’larda. Newroz meydanlarını kendi renkleriyle donattı kadınlar.
‘Leyla Zana’yla bir sohbetimiz oldu…’
Ve biz Amed Newroz’undayken, değerli halklarımız, değerli arkadaşlar, sevgili Leyla Zana ve Gültan Kışanak’la ortak bir sohbetimiz oldu. Ve Leyla Zana, gözleri dolu dolu bir şekilde şunları söyledi: “Biz 90’lı yıllarda Newroz kutlamalarında 80 kişiyi zor bulurken, şimdi milyonlara ulaşabildiysek artık gam yemeyiz biz.” dedi. “Ve biz başarılı Kürt halkı olarak…” dedi. Bizlerin de gözleri dolu dolu oldu.
Bir halkın bilinçli, kararlı, iradeli ve kesintisiz mücadelesinin sembolü oldu bu Newroz. Ve bütün halklarımıza, başta Kürt halkının göstermiş olduğu bu iradeye sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
‘Barışın sesine her kim kulağını kapatırsa, şunu bilsin ki çok büyük kaybeder’
Evet, bu Newroz’da milyonlar alanlardaydı. Ve milyonların verdiği ortak bir mesaj vardı, değerli halklarımız: “Barış ve çözümü destekliyorum, tarihî çağrının arkasındayım,” dedi milyonlar. “Sayın Öcalan’ın özgürlüğü ve özgür çalışma ortamının sağlanması en güçlü talebimizdir,” dedi milyonlar. Ve Sayın Öcalan’ın koşullarının acilen düzenlenmesiyle ilgili en güçlü mesajı verdi milyonlar.
İktidar, Newroz alanlarından yükselen milyonlarca insanın sesini duymalıdır, bu taleplere kulak vermelidir. Newroz meydanından mesajını veren değerli halklarımızın çağrısını iktidar çok iyi okumalıdır, çok iyi anlamalıdır. Milyonlarca insanın tek vücut olduğu barış talebini hiç kimse görmezden gelemez, ihmal edemez, oyalayamaz, siyasetine alet edemez.
Meydanlardan yükselen barışın sesine her kim kulağını kapatırsa, şunu bilsin ki çok büyük kaybeder.
‘Acil bir güvenli zemin gerekli’
Temel bazı hususlar vardır ki, acil bir şekilde adımlar atılmalıdır. Sayın Öcalan’ın çağrısının örgütü tarafından hayata geçirilebilmesi ve kongrenin toplanabilmesi için acil bir şekilde güvenli bir zeminin oluşturulması lazım. Bunlar, Sayın Öcalan’la kurulacak bir diyalogla çözülür. Sayın Öcalan’ın özgür çalışma koşullarının sağlanmasıyla yol alınabilir.
‘İkinci eşiği aşması gereken devlettir’
Sayın Erdoğan şunu söylemişti: “Kritik bir eşik aşıldı.” Evet, bu süreç açısından baktığımızda birinci kritik eşik aşılmıştır. Ancak ikinci kritik eşiği aşması gereken iktidardır, devlettir. Ve bu çağrının zemininin bir toplumsal karşılığının olabilmesi için, hayata geçebilmesi için ikinci kritik eşiği aşacak olan zeminin oluşturulması, iktidara ve devlete düşmektedir. Bizler de bu ikinci eşiğin aşılmasını dört gözle beklemekteyiz.
Bu eşiğin aşılması zor değildir. Bu eşik ortak bir akılla, bu eşik bir toplumsal barış mantığıyla, bu eşik antidemokratik uygulamaları bırakarak, demokratik zemini güçlendirerek pekâlâ aşılabilir. Ve bizlerin en büyük temennisi ve beklentisi bu eşiğin, yani ikinci eşiğin aşılmasıdır.
‘Devlet barıştan korkmamalı’
Değerli Türkiye halkları, biz onlarca yıldır barış, eşitlik ve demokrasi mücadelesi için bedeller ödedik. Bedel ödemeye de hazırız, yeter ki barış olsun. İktidar ve devlet barıştan ve demokrasiden korkmamalıdır. Zemini oluşturan adımları hızlı, ivedilikle atmalıdır.
‘Öcalan’ın çağrısı herkese’
Sayın Öcalan’ın çağrısı; demokratik, hukuki, adil bir geleceğin davetidir. Bu çağrı, herkesten önce Türkiye’de yaşayan 85 milyonadır. İşçisiyle, emekçisiyle, yoksuluyla, kadınlarıyla, gençleriyle, doğa ve insan hakları savunucularıyla, bütün halklardan, farklı inançlardan her türlü kesimi kapsayan bir çağrıdır.
Ve de bu çağrının hitap ettiği bütün bu toplumsal ve siyasal zeminleri gören bir yerden, herkesin uzlaşıya yakın olduğu bir zeminde pekâlâ demokratik bir Türkiye’yi hep beraber inşa edebilir ve barışı hep birlikte bu ülkeye armağan edebiliriz.
İmamoğlu soruşturması
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan, Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalıkbaş başta olmak üzere çok sayıda siyasetçinin tutuklandığını biliyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yönetimine bir operasyon gerçekleştirildi ve akabinde onlarca insan tutuklandı. İktidar ne hukuku ne de meşruiyeti gözetiyor; elindeki yargı sopasıyla her yere ama her yere saldırıyor.
Yine İstanbul, İzmir, Ankara, Adana başta olmak üzere Türkiye’nin birçok kentinde şafak operasyonları yapıldı ve gözaltılar gerçekleşti. Demokratik protesto hakkını kullanan insanlara çok ağır bir şiddet uygulanıyor, değerli arkadaşlar. Çoğumuz belki o alanlardaydık, meydanlardaydık, bire bir tanık olduk. Alanda, meydanda olmayanlar ise bunu televizyonlardan izledi. Adeta polisler, demokratik hakkını kullanan gençlere, kadınlara, insanlara karşı yoğun bir şiddet uyguladı. Sokakta insanlara adeta işkence edildi.
‘Türkiye, haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşıdır’
Buradan iktidara sesleniyoruz: Ey iktidar, bu nasıl bir korkudur ki, nasıl bir akıl tutulmasıdır ki böyle bir operasyonu ve şiddet sarmalını hayata geçirdiniz? Türkiye, haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşıdır. AKP seçmeni bile bu uygulamaları adil görmemekte, haksız bulmaktadır. Tüm Türkiye’yi mi tutuklayacaksınız siz? Bütün Türkiye ayakta. Herkesi mi tutuklayacaksınız? Böyle mi yöneteceksiniz bu ülkeyi? Bu ülkeye böyle mi barış getireceksiniz?
Bu şiddeti ve saldırıları derhal durdurun. Bu ağır tahriklerde bulunan, yurttaşlara şiddet uygulayan kamu görevlileri tek tek tespit edilmeli ve haklarında gerekli yasal işlemler acilen başlatılmalıdır.
Baro’ya operasyon
Kaboğlu’na ve İstanbul Barosu’na dönük gerçekleştirilen bu siyasi darbeyi asla kabul etmiyoruz. Parti olarak da en ağır biçimde bu darbeye karşı olduğumuzu bir kez daha vurguluyoruz.
Peki, bu darbelere imza atarken iktidar ne diyor? “Hukuka saygı duyun.” Allah aşkına, 85 milyon yurttaşa soruyorum: Türkiye’de yargıya güvenen, hukuka saygı duyan bir tek yurttaş görebiliyor musunuz?
‘Hangi yargı bizim hakkımızı, hukukumuzu verecek?’
Yargı, sanırım Türkiye’nin yüz yıllık tarihi boyunca hiçbir zaman bu kadar itibar kaybetmemişti. Evet, biz hakkımızı hukuken aramak istiyoruz. Bu teklifinizi kabul ediyoruz. Ama hangi yargı bizim hakkımızı, hukukumuzu verecek? Hangi yargı, atanan kayyumları görevlerinden geri alacak? Hangi yargı, İmamoğlu’na, Van Büyükşehir Belediyemize yapılanları hukuka, anayasaya aykırı bulup iptal edecek?
Siz öyle bir yargı bırakmadınız ki! Yargıyı tevziye çevirdiniz. Yargıyı adeta sizin koltuk değneğiniz hâline getirdiniz. Demokratik hakkını kullanma: terörist olursun. Yargıya git: çözüm yok. Yurttaş bunu kabul etmez. Etmedi de.
Bunu Newroz alanlarında gördük. Bunu Saraçhane direnişlerinde gördük. Bunu Kastamonu’dan Artvin’e, Van’dan Diyarbakır’a, İzmir’den Çukurova’ya kadar her yerde gördük.
‘Öğrencilerin boykotunu selamlıyoruz’
Bu ülkenin gençleri ve üniversitelileri protesto hakkını kullanıyor, siz onlara “sokak terörü” diyorsunuz. Yedi yirmi dört medya bunu işliyor. Bunu kabul etmemiz asla mümkün değildir.
Ben buradan bir kez daha ODTÜ, İTÜ ve burada ismini sayamadığım çok sayıda üniversitede gençlerin başlatmış olduğu boykot direnişini selamladığımızı ifade ediyorum ve kendilerine başarılar diliyorum.
‘Dilek İmamoğlu’na hakareti kabul etmiyoruz’
Evet, değerli kadınlar, değerli Türkiye halkları; her fırsatta, ama gerçekten her fırsatta erkek egemen akıl, inanın hiçbir imkânı kaçırmıyor. Bizimle ilgili, yani kadınlarla ilgili her fırsatta cinsiyetçi söylemler, hakaretler ve küfürlerle karşımıza çıkıyorlar.
Daha önce Selahattin Demirtaş’ın eşi, sevgili Başak Demirtaş’a yapılmıştı bu hakaretler. Şimdi Ekrem İmamoğlu’nun eşi, sevgili Dilek İmamoğlu’na yönelik cinsiyetçi küfürler ve hakaretler yapılıyor. Aynı şekilde Erdoğan’ın annesine de yapılıyor.
Biz kadınlar, kimden ve kime yönelik olursa olsun, bu dili asla kabul etmeyiz. Kadınlara yönelik cinsiyetçi küfürleri, cinsiyetçi hakaretleri asla kabul etmiyoruz.
Ve biz DEM Parti olarak, başta Kadın Meclisimiz olmak üzere, partimizin tamamı olarak; kimden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın bu dili reddediyoruz. Bu tavrın karşısındayız ve kadınlarla dayanışma içindeyiz.
‘Kent uzlaşısı ortak yaşamın sigortasıdır’
Yine benzer şekilde bir arada yaşamın sigortası olan kent uzlaşısını, suç örgütleriyle iltisaklı bir hale getirmeye çalışıyorlar. Defalarca söyledik, söylemeye de devam edeceğiz: Kent uzlaşısı sadece İstanbul için değil, Türkiye’nin dört bir yanında yaşayan tüm farklı halkların ve inançların; Kürt’ün, Türk’ün, Arap’ın, Laz’ın, Çerkes’in ve burada sayamadığım bütün halkların, kadınların, gençlerin, her kesimin ortak yaşam sigortasıdır.
‘Yasaklar Tabelası’ hatırlatması
Kent uzlaşısından suç çıkarmaya çalışan savcı ya da iktidar, emin olun ki çok büyük bir yanılgı içindedir. Ve sanırım bunlar Zeki Alasya’nın Yasaklar Tabelası oyununu izlemiş ama yanlış sonuçlar çıkarmışlar. Kentin dinamiklerinden uzaklaşmak yasak, uzlaşı yasak ama kavga serbest. Bu iktidar, kent uzlaşısına dönük operasyonlarla aslında tam da bunu söylüyor.
Bu ‘Kürt İstanbul’da kendini temsil edemez’ demektir
Yasakçı zihniyeti, demokratik uzlaşılara karşı olan bu tutumu bir kez daha görmüş oluyoruz. Ve buradan, bu yasakçı anlayışa ve iktidara sormak istiyoruz: Siz bu anlayışla, kent uzlaşısını suç olarak gören bu bakışla, nasıl bir Türkiye uzlaşısı sağlamayı düşünüyorsunuz acaba? Bunu gerçekten çok merak ediyoruz.
Kent uzlaşısına suç demek, aynı zamanda Kürt düşmanlığıdır. Bu, “Kürt İstanbul’da kendini temsil edemez” demektir. “Ankara’da, İzmir’de kendini temsil edemez” demektir. Bunu kabul etmek mümkün değildir.
‘Azad Barış’a yapılan linci kabul etmiyoruz’
Bakın, daha önce partimizde Eş Genel Başkan Yardımcılığı da yapmış olan, kimliği ve çalışmaları herkesçe bilinen, birçok parti ve kuruluşa araştırmalar yapan, yakından tanınan Azad Barış’a dönük linci asla kabul etmiyoruz. Yedi yirmi dört yandaş medya, Azad Barış üzerinden yalancı senaryolar üreterek toplumu yanıltmaya kalkıyor. Bunu da asla kabul etmiyoruz.
Azad Barış şahsında yapılan linci, itibar suikastını; cemaat kumpaslarından ve eski anlayışlardan çok iyi biliyoruz, çok iyi izliyoruz. Bu lince kalkışanlar, emin olun ki emek verdiğimiz bu barış sürecini sabote etmektedir. Bu girişim, barış sürecini, diyalog ve müzakere ortamını hedef almaktadır.
‘Kent uzlaşısı demokrasi pratiğidir’
Çözüm karşıtlığı üzerinden savcılara da, siyasetçilere de buradan ekmek çıkmaz. Kent uzlaşısı büyük bir demokrasi pratiğidir, bir zihniyettir. Kişilere mal edilemeyecek kadar toplumsaldır, büyüktür, önemlidir. Ve Kürtler de kendi yaşadıkları kentlerine, yönetimlerine elbette sahip çıkıyor, çıkacak. Her yerde bunu yapacak. Sadece Amed’de, Van’da değil; bunu İstanbul’da da yapacak.
‘Halkın iradesi teslim alınamaz. Nokta.’
Halkın iradesini hiçbir manipülasyonla, hiçbir baskıyla, hiçbir operasyonla—dün nasıl engelleyemediyseniz—bugün de engelleyemeyeceksiniz. Halkın iradesi teslim alınamaz. Nokta.
Değerli Türkiye halkları, bugünlerde Türkiye, gerçekten tarihin en önemli demokrasi sınavlarından biriyle karşı karşıya. Köylü seçiyor, muhtara kayyum atıyorlar. Kent halkı seçiyor, belediye başkanına kayyum atıyorlar. Kayyum atanan belediye sayısı toplamda 13 oldu. Halk seçiyor, milletvekilini tutukluyor. Avukat seçiyor, baro yönetimine operasyon yapılıyor, görevden el çektiriliyor. Doktor seçiyor, Türk Tabipleri Birliği’ne kayyum atandı, orada da yönetime görevden el çektirildi.
‘Toplum rızamız yok diyorsa…’
Bugün alanlarda, meydanlarda görüyoruz, duyuyoruz. İktidarın “hukuk”, “terör” gibi sözlerine artık kimsenin inanmadığını, bu zorbalığa toplumun rıza göstermediğini hep beraber yaşıyoruz. Toplum razı değilse, “rızamız yok” diyorsa, iktidara düşen görev buna kulak vermektir. “Görmedim, duymadım, bilmiyorum” ayağına yatabilirsiniz ama toplum bütün gerçekleri görüyor. Bundan emin olun.
Bakın, 1 Ekim’den bu yana süren barış ve çözüm tartışmalarına muhalefet oldukça güçlü bir destek verdi. Kıymetli ve umut veren bir sağduyu hâkim oldu. Çünkü bu, 85 milyon yurttaşımızı doğrudan ilgilendiren yakıcı bir meseledir.
‘İktidarın muhalefeti süreçten dışlaması tehlikelidir’
Bugün gelinen noktada iktidar, bu tür saldırılarla muhalefeti süreçten dışlamaya çalışıyorsa, bilin ki bu çok tehlikelidir. Çok tehlikeli bir oyun oynanmaktadır.