Çoban doğmak
Rakel Sezer 27 Nisan 2025

Çoban doğmak

Nisan ayının sonlarına doğru köylerdeki çoğu hane halkı, çoluk çocuk, anne baba yazın büyük bölümünü geçirmek üzere yaylaların eteklerinde devasa çadırlar kurar ve hayvanlarını emanet ettikleri çobanlara yaz boyunca eşlik ederlerdi. Çobanlar, sürüleri ile daha yüksek platolarda geceyi geçirdikten sonra sabahın ilk ışıklarıyla o çadırlara geri dönerlerdi. Çadırlara vardıklarında, iyice doymuş olan hayvanlar birer ikişer sahiplerinin bulunduğu çadırlara doğru yönlenirlerdi. Çobanlar da köpekleri ve eşekleri ile kendi ailelerinin veya tanıdıklarının çadırında gün boyunca, akşam tekrar yaylaya çıkana kadar, tezek sobasında yapılan yemeklerden yiyip, çay içip dinlenirlerdi.

İlkokul çağlarında, 7-8 yaşlarındayken dayısının yanında başlamıştı çobanlığa. 12 yaşında ise artık tek başına bir sürünün sorumluluğunu alabilecek aşamaya gelmişti. Geceleri çadırda kalıp, ara sıra dışarı çıkıp el feneriyle sürüdeki koyunları kontrol ediyordu. “Bir koyun kaybolsa veya saldırıya uğrarsa, koyunun parasını bizden alır sürünün sahibi” dedi.

Koyunların hareketliliği gündüze göre daha yavaş olmakla birlikte gecenin geç saatlerine kadar devam ediyordu, köpeği ise sürünün etrafında dolanıp koyunların hareket edebileceği sınırları iyice daraltıyordu. Nihayet gün ağarmadan birkaç saat önce koyunların artık yorulup ‘koyun koyuna’ yattıkları zaman gelmişti. Ancak o zaman çoban da köpeği de birkaç saat de olsa uyuyabiliyorlardı. Lakin bu uyku tetikte, hafif bir uyku idi. Tetikte olmasını sağlayan şey ise bir ucunu koluna, bir ucunu da çadırının yanında uyuyan bir koyunun boynuna bağladığı bir ip. Bu sayede koyun, çobana uykusunda etrafta olan biteni sessiz ve yavaş hareketleriyle, adeta fısıldıyordu. Koyunun ayağa kalkması ve ileriye doğru bir adım atması ile çobanın da uyanma zamanı gelmişti. Çadırının içinde her zaman soğuktan korunmak için bir koyun postu bulunduğunu söyledi: “Vallahi, koyun postunun içinde uyumanın keyfini hiçbir yatakta alamamışımdır. Koyun postunun içinde bir iki saat bile uyumak bütün yorgunluğumu alıyor.”

Koyun postunun içinde, koyunların fısıltılarını dinleyerek uyumanın ayrıcalığını düşünüyorum.

Çoban anlatmaya devam etti: “13-14 yaşlarındaydım. Bir akşam sürüyle birlikte yayladaki çadırıma doğru ilerliyordum. Birden koyunlardan biri yoldan çıkıp dere kenarındaki kayalara doğru hızla yürümeye başladı. Çığlıklarıma hiç aldırmıyordu. Köpeğim benden daha çabuk koyunun olduğu yere vardı. Uzaktan onları takip ediyordum. Köpek koyunu yola geri göndermek yerine, koyunun önüne geçip iki ayağının üzerine oturmuştu. Koyunu artık görmüyordum. Koşarak yanlarına geldim. Koyun, ayaklarını sürüye sürüye kayadan destek alarak ilerlemeye çalışıyordu. Ayaklarının arasında iki küçük ayak daha gördüm. Doğum yapıyordu. Daha önce hep dayımla idim ve onu birçok sefer doğum yaptırırken izlemiştim. Şimdi yalnızdım. Ne bildiğimi bilmiyordum ama koyunun yere yatırılması gerektiğini ve kuzuya rahimden dışarı çıkması için yardım etmem gerektiğini gözlemlemiştim. Neyse ki kuzunun ayaklarını biraz çekmemle, kuzunun dışarıya doğru hamlesi ve aynı anda koyunun bağırarak ıkınması ile doğum sağlıklı bir şekilde gerçekleşmişti. Köpeğim hiç yanımızdan ayrılmamıştı, uzaktan sürüyü izliyordu. Koyun bir süre kuzusunu temizledi. Kuzunun, kısa bir süre sonra, ilk kez ayaklarının üzerinde doğrulup annesinin memesine yapışması ile o hayat kaynağı olan sütün ilk damlasına ulaştığı an benden mutlusu yoktu. Kuzuyu kucağıma alıp eşeğin üzerine koydum, bir süre sonra çadıra vardık. O akşam çadırda uyuyacak olan ben değil, annesiyle birlikte bu küçük kuzu olacaktı.”

“Ben de nisan ayında çadırda doğmuşum. İlk aylarımı çadırda geçirmişim, koyun postunda uyumuşum.”

Kuzular doğduktan sonraki ilk aylarında çadırların önünde sahipleri tarafından bakılıyor, orada otlatılıyorlar ve annelerinin sabah yayladan döndüğünde onları emzirmesini bekliyorlardı. Her koyun kendi sahibinin bulunduğu çadırını bilir, her kuzu da annesinin kokusundan ve sesinden geldiğini anlar. Koyunlar doymuş olarak çadırlara vardığında, kuzular hemen annelerine doğru koşar, anne çimlerin üzerinde sere serpe yayıldığında kuzusu da memesine yapışarak gün boyu keyifle süt emer.

Çobanın, doğduğunda ilk algıladığı kokuları ve sesleri düşünüyorum. Gün boyunca kuzuların fısıltıları ile koyun postu içinde uyuyan bir bebek, büyüdüğünde çadırında koyunların fısıltısı ile uyuyan bir çoban mı olur? Çoban olunmaz, çoban mı doğulur?

Çoban anlatmaya devam etti: “Bir gece, koyunlar uykuya dalmaya hazırlanırken, yakındaki sürünün çobanından telefonuma bir mesaj geldi. Uzun süredir sürülere musallat olan ve birkaç kere de koyunlara saldırmış bir kurt, tekrar görülmüş. Köpekler, kurdun varlığını en kısa zamanda algılar ve bu durumda normalin dışında bir tonla havlar. Hepimiz köpeklerin bu havlamasını tanırız.” Çoban, tek başına bu kurtla başa çıkamayacağı için gruptan yardım talep ediyordu. “Silahımı alıp hemen olay yerine gittim. Etrafta bulunan birkaç çoban da yardıma gelmişti. Bu sefer kurdun koyunlara zarar vermesine izin vermeyecektik. Tuzak kurmaya karar verdik. Köpekler havlamalarına devam ediyorlardı. Köpekleri değişik köşelere bağladık. Köpeklerin havlamalarına rağmen kendisine doğru gelmediğini anlayan kurt, yavaşça koyunların olduğu yere doğru ilerlemeye başladı. Hepimiz kafa lambalarımız sayesinde kurdun yerini tespit ederek, kaçmasına izin vermeden silahlarımızı ateşledik. Koyunlarımıza zarar vermeden önce onu etkisiz hale getirebilmiştik. Sonra kurdu yakın bir yerde gömdük. İlk defa böyle bir şey yaşamıştım. Asla bir avcı gibi vahşi hayata müdahale etmek değil amacımız. Ama her koşulda sürüyü sağ salim sahibine teslim etmemiz görevimiz ve yaşam kaynağımız.”

Her bir sesin, hareketin, adımın hayati bir önemi var yaylada. Bunların her birini anlamak ve anında doğru tepki vermek, çobanın günlük hayatının bir parçası. Böyle bir hayata doğmak ise, bir günlük değil, ömürlük. Geride bıraktığı miras ise, bu hayatta kim olduklarını, doğa ile uyum içinde yaşamak ve yaşatmak için nerede ne yapılması gerektiğini anlatan bir öğretidir.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.