Şehitler ölmez babalar ölür
Bircan Degirmenci 22 Haziran 2025

Şehitler ölmez babalar ölür

“Babam Mardin Derik’te yüzbaşıydı. 1980’de üç gerillanın hayatını kaybettiği bir çatışmada babam yaşamını yitirdi. İlk büyük terör olaylarından biri olarak sayılıyordu. Ben hatırlamıyorum, beş yaşındaydım, kardeşim üç yaşındaydı. Annemin anlattıklarından şunu hatırlıyorum. Babamın son sözleri “iki tane çocuğum var, lütfen kurtarın beni “olmuş. Yani ‘Vatan sağ olsun’ filan değil, gözü arkada, bizi düşünerek son nefesini vermiş. O önemli bence. Bir şehitlik manzumesi yaratılıyor. Kahramanca, koşa koşa ölüme gidenlerden söz ediliyor. Yazdığım bir yazıda “şehitler ölmez ama babalar, çocuklar, kardeşler ölür” demiştim. Öyle büyük anlatıda o şehitliğe yüklenen anlamla ‘şehitler ölmez’ deniyor ama benim babam öldü. Burada eşini, kardeşini kaybedenler var, onlar ölüyorlar ve yerlerine gelmiyorlar. Bütün hayatım şehitlerin ölebildiğini, babaların kardeşlerin, çocukların ölmesinin de anlamsız olduğuna inanarak geçti. 1980’den bu yana 45 yıldır bu çatışma sürüyorsa bana birilerinin babamın neden öldüğünü açıklayabilmesi lazım. Eğer bu etkili bir yöntem olsaydı 45 yılda çözülmesi gerekirdi, on binlerce cana mal olmaması gerekirdi. Kahramana ihtiyaç duymayacağımız günlerin hayalini kuruyorum. Ama benim bir kahramanım var. Kahramanım şehit babam değil ama beni öfkeyle, nefretle büyütmemeyi başarmış annemdir benim kahramanım.  Bizi babamın ölümüne sebep olan tarafa karşı öfkeyle büyütmemeyi başardı. Onun hakkını hiçbir zaman ödeyemem.”

Sözler Diyarbakır’da İnsan Hakları Derneği’nin öncülük ettiği ‘Barışa Giden Yol: Hafıza ve Adalet” başlıklı iki gün süren kıymetli bir konferansta konuşan siyaset bilimci, barış imzacısı Ulaş Bayraktar’a ait. Öyle büyük büyük laflar eden, kelli felli siyasetçiler değil eşlerini, çocuklarını, babalarını ya bir çatışmada ya da adressiz bir kurşunla yitiren, 30 yıl tutsak kalan, Diyarbakır’daki mitingdeki bombalamada bacaklarını, Suruç’ta eşini kaybeden, her daim yüreklerinde tazeliğini yitirmeyen ama bir o kadar da bilgeleştiren acılarıyla savaşın öznesi olan onlarca kişi birbirlerinin yarasıyla hemhal, hemdert olmak için bir aradaydı. 40 yıldır devam eden bir hafıza geçidiydi adeta. Vedat Aydın, Musa Anter, Mehmet Sincar, Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz, Eren Bülbül, Rozerin Çukur, Encü ailesi ve niceleri…  Hepsi birbirini Bayraktar’ın deyimiyle can (kalp) kulağıyla dinlediği grup terapisini andıran konferansa katılan bir savaş uçağı pilotu, Kürt öğrencisinin kendisini gecenin bir vakti arayarak “Hocam siz bana bunları neden öğrettiniz. Ben kendi dağlarımı taşlarımı bombaladım. Bunu bana niye öğrettiniz” dediğini aktardığında gözyaşlarına hâkim olamazken, Veli Encü Roboski’de bombalanan yakınlarını hatırlattı. Ceylan Önkol’un ağabeyi annesinin yavrusunun bedeninden düşen parçalarını eteğinde nasıl topladığını, Cemile Çağırga’nın ağabeyi Cizre’deki yaz sıcağında öldürülen kız kardeşinin cesedini derin dondurucuda hangi koşullarda sakladıklarını olağan bir durum gibi anlatırken salonda sadece hıçkırma sesi dışında çıt çıkmadı. Sur’da üzerinde okul önlüğüyle öldürülen, 17 yaşındaki Rozerin Çukur’un annesi beş buçuk ay boyunca Sur’daki hafriyat kamyonlarının arkasına takılıp kızının cesedini almaya çalıştığını haykırarak anlatırken, “Kızım kendi ülkesinde, kendi evinde, kendi kapısında öldürüldü” dedi.

Hasılı kelam bilgiden çok duyguların konuşulduğu bu cemaat bildiğimizi sandığımız şeyleri yeniden gözden geçirmemize sebep oldu. Barışın anlamının savaşmamak değil karşılıklı birbirini anlamak, birlikte bir şey yapmak, yardımlaşmak olduğunu, adalet’in mahkeme salonlarında değil birbiriyle kucaklaşarak geleceğini, empatinin bir başkasını kendimize konuk etmek olduğunu, barışın kapalı kapılar ardında değil bu aileler ve bu toplumla gelebileceğini, o yakıcı acının kin ve nefrete dönüşmeden de çekilebildiğini öğrenmiş olduk. Eğer her şeye rağmen barış gelecekse bu insanlarla gelecek.

Son söz Bayraktar’ın “Biz bu savaşı sevdiklerimizi sakınarak kazanacağız. Bağlar kurarak yapabilirsek, başarabiliriz.”

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.