Ortadoğu’da yeni bir sıcak savaşın yaşandığı bu günlerde taraflardan farklı açıklamalar, yorumlar bilgiler yansıyor ajanslara. Doğruyla yanlışın biribirine karıştığı böyle durumlarda; ‘Savaşta önce gerçekler ölür’ sözü her seferinde kendini hatırlatıyor.
Ayrıca savaş odaklı yayıncılık yapan ve savaşı kışkırtııp kızıştıran yapılara karşı “Barış Gazeteciliği” adıyla bilinen gazetecilik anlayışını güçlendirmek gerekiyor.
“Barış Gazeteciliği” terimini ilk kez 1970′lerde kullanan Profesör Johan Galtung’un barış yaklaşımıyla söylersek; Barış gazeteciliği şiddete değil, çatışmaya odaklanır, şiddetle çatışma aynı şey değildir.Buna gör; iki kişi arasında fikir uyuşmazlığı olabilir, ancak bu fikir uyuşmazlığı şiddete başvurmadan da giderilebilir. Savaş gazeteciliği şiddete odaklıdır. Ölü, yaralı sayıları, kim kazanıyor, kim kaybediyor vb. üzerine vurgu yapar. Barış gazeteciliği ise şiddetin önlenmesi için neler yapılması gerektiği üzerinde durur, fikir ayrılıklarına odaklanır ve tüm farklı fikirlerin kendilerini duyurmalarına aracılık eder.
Barış gazeteciliği “kazan kazan” mantığını benimser savaş gazeteciliği anlayışında bir amaca odaklı iki taraf vardır. Doğal olarak, sonuçta bir taraf “biz” kazanacak diğer taraf “öteki” de kaybedecektir. Barış gazeteciliği anlayışı, kaybet-kazan anlayışına dayalı çözümlerin barış getirmediğinin, bir tarafın mutlu diğer tarafın mutsuz olduğu çözümlerin yine şiddete yol açtığının bilincindedir. Barış gazeteciliği doğruluk odaklıdır.
Savaş gazeteciliği anlayışı, “biz”im tarafın sözcüsü gibi hareket eder ve savaşlarda bir propaganda aygıtına dönüşür. Barış gazeteciliği ise tüm tarafların yalanlarını açığa vuran,haberde doğruluk odaklı bir gazetecilik anlayışıdır.
Barış gazeteciliği tüm tarafların yalanlarını açığa vuran, haberde doğruluk odaklı bir gazetecilik anlayışıdır.
Savaş odaklı gazetecilik sadece bir tarafın acılarına, korkularına ve üzüntülerine odaklanır. Böyle bir odaklanma, tarafları “caniler” ve “kurbanlar” şeklinde ayırır ve çözümün canileri cazalandırmaktan geçtiğini ima eder. Barış gazeteciliği bunun yerine, tüm tarafların acılarının, korkularının ve üzüntülerinin eşit derecede haber değeri taşıdığı bir yaklaşımı benimser.
***
Sosyal sorumluluk anlayışını rafa kaldırıp yurttaşların en doğal hakkı olan doğru ve eksiksiz bilgilendirilme hakkını kendi eliyle ihlal eden savaş medyası anlayışı, iktidarların sözcüsü olarak savaşları propaganda aygıtına dönüşmüştür.
Şunu da eklemek gerekir ki; gazetecinin yazdıkları kadar yazmadıkları veya yazamadıkları da önemlidir. Haberde dışlanan konular, gerçekliği ifade eden noktalar olabilir. Gazeteci bir kenara itilen noktaları veya konuları da ele alıp araştırır.
Algılama yönetimi bu anlamıyla hedef kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda çözümsüzlüğü hedefleyen bir mantıkla kandırmak ve onları kendi hedefleri yönünde kullanacakları birer unsur haline getirmek amaçlı bir iletişim haline dönüşüyor.
“Siz savaşla ilgilenmiyor olabilirsiniz, ama savaş sizinle ilgilenmektedir” diyor ya Stefan Zweig. Bu gerçeği unutmadan düşünce ve amaçları ne olursa olsun her kesimin ve onları temsil edenlerin bu konuda kendi gerçeğince savaş karşıtı bir duruş göstermesi gerekir. Ancak bu sayede savaşı kışkırtan politikaların önüne geçilebilir. Evet. C. Aytmatov’’un dediği gibi: “İnsan ve onun geleceğine dair kalbimizi sıkıştıran endişeye rağmen, korku ve umutsuzluk doğmamalı. Korku değil cesaretle savaşın karşısına dikilmek zorundayız.”