İLKE’DEN | Barışı savunmayalım da ne yapalım?
Sevda Çetinkaya 23 Haziran 2025

İLKE’DEN | Barışı savunmayalım da ne yapalım?

“Ben barışı destekliyorum. Benim evladım şehit oldu. Benim evladımın bedeninden 17 kurşun çıktı. Kaç bayramı Eren’siz geçiriyorum. Başka hiçbir annenin bayramlarını evlatsız geçirmesini istemiyorum. Ben hâlâ Eren’imden kalan tuşlu telefonu kullanıyorum. Başka annelerin evlatlarını kaybetmesine rıza gösteremem.”

(Ayşe Bülbül, Eren Bülbül’ün annesi)


Bu hafta sonu iki önemli barış konferansı gerçekleşti. Biri Diyarbakır’da diğeri İstanbul’da.

Diyarbakır’dakine katılma fırsatım oldu, İstanbul’dakini ise İlke TV ekranlarından canlı takip ettim.

Merak edenler için bu konferansların haberlerinin ve Bircan Değirmenci’nin Diyarbakır’daki toplantıya dair önemli ve çarpıcı izleniminin linklerini buraya bırakıyorum.

En başta söylemezsem eksik bırakmış olurum:

İnsan hakları mücadelesinde her zaman en cesur adımları atmış ve ilkleri gerçekleştirmiş İnsan Hakları Derneği’nin bu girişiminin, barış arayışı sürecinde, yüzleşme ve onarıcı adalet tartışmalarında çok kıymetli bir adım olduğunu düşünüyorum.

Diyarbakır’da İnsan Hakları Derneği’nin öncülüğünde yapılan ‘Barışa Giden Yol: Hafıza ve Adalet” başlıklı iki gün süren konferansta kimler vardı?

Eşlerini, çocuklarını, babalarını çatışmalarda kaybedenler, 32 yıl mahpus yatmışlar, Diyarbakır’daki ve Ankara’daki barış mitinglerine yapılan bombalı saldırılarda yaralananlar, bacaklarını kaybedenler, Suruç’taki canlı bombalı saldırıda gençlerle birlikte eşini kaybedenler, Roboskili Encü ailesi…

Yarasını cesaretle ve vakur bir şekilde açıp gösteren her bir anlatıcı, salondaki herkes için 45 yıllık bir flasback yaptı. Vedat Aydın, Musa Anter, Mehmet Sincar, Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz, Eren Bülbül, Rozerin Çukur’un yakınları, çatışmanın hem mağduru hem de öznesi olmuş onlarca kişi, hem kendi yarasına hem diğerinin yarasına bakmaya çalıştı.

“Babam Mardin Derik’te yüzbaşıydı. 1980’de üç gerillanın hayatını kaybettiği bir çatışmada babam yaşamını yitirdi. İlk büyük terör olaylarından biri olarak sayılıyordu. Ben hatırlamıyorum, beş yaşındaydım, kardeşim üç yaşındaydı. Annemin anlattıklarından şunu hatırlıyorum. Babamın son sözleri “iki tane çocuğum var, lütfen kurtarın beni “olmuş. 1980’den bu yana 45 yıldır bu çatışma sürüyorsa bana birilerinin babamın neden öldüğünü açıklayabilmesi lazım. Eğer bu etkili bir yöntem olsaydı 45 yılda çözülmesi gerekirdi, on binlerce cana mal olmaması gerekirdi” sözleriyle ezberleri bozan barış akademisyeni Ulaş Bayraktar’ın anlatısı içindeki en çarpıcı tespiti şuydu bana göre:

“Rakel Dink, “Bu sistemin bebekten katil yarattığını” söylemişti ve haklıydı ama bunun tersi de olabilir.

Benim kahramanım şehit babam değil ama beni öfkeyle, nefretle büyütmemeyi başarmış annemdir. Bizi babamın ölümüne sebep olan tarafa karşı öfkeyle büyütmemeyi başardı. Aksi olsaydı ben de bir Bolu Belediye Başkanı olabilirdim.”

O zaman bir kez daha söyleyebilirim: bu topraklardaki en sahici barış çağrısı ve barış mücadelesinin en büyük güvencesi kadınların barıştaki ısrarıdır. Erkeklerin savaş kararı aldığı her yerde ve her anda, buna direnmenin mutlaka bir yolunu buldular kadınlar.   

 Barışta ısrar eden kadınların hikayelerini dinlemeye devam edelim o zaman…

 Barış annesi Nezahat Teke, ‘Okumam yazmam yok ama acıların üniversitesinden mezun oldum’ dedi. Kendisini ana dilinde daha iyi ifade edeceğini ama herkes anlasın ve kulaklıkla dinlemesin diye Türkçe konuşmayı tercih etti ve ekledi “bizim dillerle bir sorunumuz yok ki.”

“Eğer bir anne evladının bedenini parça parça poşetin içinde teslim alıyorsa ve hala barış istiyorsa bu acılara saygı göstermemiz gerekiyor. Benim kızım 19 yaşında kendi bedenini yakarak yaşamını yitirdi. O zaman kendime söz verdim, başka anaların ağlamaması için elimden ne gelirse yapacağım.”

Liceli bir barış annesinden duyduklarım, bu hikayeleri ilk kez dinleyemeyenleri bile zorladı. Acının doğurduğu bu haysiyetli öfke bu kadar güçlü bir barış talebine nasıl dönüşebilir?

Kürt anne ve baba, çatışmada hayatını kaybeden kızlarının cenazesini almak için gittikleri hastanede tabutu kapatmak için çekiç ararlar. Hastaneden çekiç isteyelim diyen eşine dönüp, “onların çekicini istemem, çıkar kunduranı, topuğuyla çak çivileri, der kadın. Baba kundurasının topuklarıyla tabutun çivilerini çakar ve cenazelerini Lice’ye götürmek için hastaneden çıkarlar. Ama hiçbir araç cenazeyi almak istemez. Zorla birinin minibüsüne koyarlar ve götürürler kızlarının tabutunu…

Acısını salondakilerle paylaşırken zerre mağdur dili kullanmadı, başını öne eğmedi. Arada yutkundu, nefesini tuttu ama sesi hiç titremedi. Ne yaşadığını da ne istediğini de hepimizden çok daha iyi bilen bu beyaz tülbentli kadın, sözlerini Türkçe “barış barış barış” diye bitirdi.

 Diyarbakır’daki buluşmadan hafızamda kalan cümleler

“Acı çeken insanlar barış ister, bizler barış istiyoruz.”

“Bizler barış istediğimizden eminiz, diğer taraflardan da bunu bekliyoruz. Barış anneleri olarak asker anneleri ile acılarımız aynıdır. Barış anneleri, asker ve polis anneleri olarak bir araya gelip barış için mücadele edelim.”

“Bundan sonra kimsenin ölmemesi için mücadele ediyoruz. Biz hiçbir zaman savaşa taraf olmadık, hiçbir zaman intikam kelimesini kullanmadık.”

“Yetmedi mi toprağın altını doldurduk. Yetmedi mi? Artık gencecik bedenleri değil silahları toprağın altına gömme vakti geldi.”

“Savaş kolaydır, ölüm fermanı vermek kolaydır. İki kelime ile burayı karıştırabiliriz mesela, ama barış ciddi bir iştir canı gönülden istemek gerek.”

Hikayesini henüz duymadığınız kişidir düşman

Toplantının başında ‘Kulaklarınıza kar suyu kaçsın’ istiyorum bunları anlatarak diyen Şiddetsiz İletişim Gönüllüsü Vivet Alevi’nin bir tavsiyesini de paylaşmak isterim.

“Acılar toplumu böler, O yüzden de birlik, beraberlik sözleri anlamını yitirdi. O yüzden bir araya nasıl geleceğimizi konuşmalıyız. Tarafların, düşmanlık duyduğu, asla düşüncelerini kabul etmeyeceği insanlarla bir araya gelerek, kalplerindeki acıyı sansürsüz ifade edebilecekleri, karşı tarafın duyduğu ve duyulduğu deneyimlerle bir süreç yürütülmelidir. Hikayesini dinlediğimiz insanlarla artık düşman olamıyoruz.”

Ez cümle;

Diyarbakır’daki barış toplantısında dinlediklerimden öğrendiklerimi bir cümle ile ifade etsem şöyle derdim:

Barış da demokrasi de bunu amaçlayan herkesin, kurumsal siyasetten daha istekli daha kararlı olmasıyla mümkün. Tıpkı barış anneleri gibi.

Toplumu ‘barış mı demokrasi mi?’ diye saçma bir tercihe zorlayanlara en güzel cevabı da Eren Bülbül’ün annesi Ayşe Bülbül ve Uğur Kaymaz’ın annesi Makbule Kaymaz verdi.

Ayşe Bülbül: Barışı savunmayayım da ne yapayım!

Makbule Kaymaz: Çünkü barış, hepimize iyi gelecek.

Ben de şöyle diyeyim; çünkü barış bir lütuf değil, barışı hak ediyoruz.

En az 100 yıl önce aralarındaki kardeşlik hukuku bozulanların, yeniden barış içinde nasıl bir arada yaşayacaklarının, bu köprüyü nasıl kuracaklarının yolunu aradıkları bir toplantının sabahında, ABD’nin İran’daki nükleer tesisleri bombaladığı haberleri düştü ajanslara.

İran ile İsrail arasında yaşanan çatışmanın, sadece iki devletin restleşmesi değil, aynı zamanda Orta Doğu’nun yeniden dizayn edilmek istenmesinin adımları olduğunda neredeyse çoğunluk hemfikir.

İsrail’in İran’a karşı saldırgan tutumuna Trump destek vermiyor, hatta bu konuda görüş ayrılıkları var diyenlerin, ABD’nin İran’ın nükleer tesislerini bombalamasından sonra nasıl yorumlar yapacaklarını hep beraber göreceğiz.

İsrail’in İran rejimini devirmeyi değil zayıflatmayı amaçladığını, ABD’nin de İran’ı müzakereye zorlayacağını söyleyenler haklı çıkacak mı?

Ama tüm bu toz duman içinde bombaların ve uçakların teknik özelliklerini tartışanların, bu bombaların düştüğü her yerde az ya da çok fark etmez yıkıma ve insan hayatına mal olduğu hakikatini silikleştirerek, bizlere çatışmaları yine bir bilgisayar oyunu gibi izletmeye çalıştıklarına tanık oluyoruz. Küresel ve bölgesel hegomonik güçlerin ne yapmak istediğini anlamaya çalışırken, orada halkların yaşadığı ve onların da bir sözü olduğu gerçeğini hiç aklımızdan çıkarmayalım. En başta gazeteciler çıkarmasın.

‘Savaşta önce hakikatler ölür’; gazetecilerin ve televizyoncuların işi de hakikati bulmak ve savunmaktır.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.