• Ana Sayfa
  • Manşet
  • ‘İran kendi halkına karşı sistematik baskılarını sessizce artırıyor’

‘İran kendi halkına karşı sistematik baskılarını sessizce artırıyor’

Geçtiğimiz hafta boyunca İran, sessiz ama şiddetli bir “terör” kampanyasına başladı — bu kez dış bir düşmanlarına karşı değil, kendi halkına karşı.

‘İran kendi halkına karşı sistematik baskılarını sessizce artırıyor’
‘İran kendi halkına karşı sistematik baskılarını sessizce artırıyor’
Haber Merkezi
  • Yayınlanma: 5 Temmuz 2025 13:17
  • Güncellenme: 5 Temmuz 2025 13:18

Karen Kramer – İran İnsan Hakları Merkezi’nin başkan yardımcısı / New York Times


24 Haziran’da ABD arabuluculuğunda İran ve İsrail arasında sağlanan ateşkesten sonra, İran İslam Cumhuriyeti ülke içinde sert bir baskı dalgası başlattı.

İranlı insan hakları avukatları ve aktivistlerin aktardığına göre yaklaşık 1.500 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında akademisyenler, müzisyenler, öğrenciler, muhalifler, şairler, eski siyasi mahkûmlar, dini ve etnik azınlık mensupları ile öldürülen protestocuların yas tutan aileleri de var. İdamlar başladı. Hukuki süreç ise tamamen yok sayılıyor.

Bu durum, sadece otoriter kontrolün sıkılaştırılması değil. İsrail ve ABD karşısında aldığı aşağılayıcı yenilgilerin ardından rejim, geçen ayki kısa ama yoğun savaşın yarattığı travmayı kullanarak içeride hesaplaşmaya girişmiş gibi görünüyor. Amaç, korku yoluyla mutlak otoriteyi yeniden tesis etmek. Uluslararası toplumun sessiz kalması ise bu baskı kampanyasına zemin hazırlıyor; kitlesel devlet şiddetinin önünü açıyor.

İran İnsan Hakları Merkezi’nin teyit ettiği bilgilere göre, toplu gözaltına alınanların tamamına yakını avukata erişemiyor ve göstermelik yargılamalarla karşı karşıya kalıyor. Birçoğuna casusluk ya da ulusal güvenliği tehdit gibi geniş ve belirsiz suçlamalar yöneltiliyor — Tahran’ın muhalifleri hapse atmak veya idam etmek için sıklıkla kullandığı suçlamalar.

Savaşın başladığı günden bu yana en az altı kişi bu tür suçlamalarla idam edildi. Önümüzdeki günlerde çok daha fazla kişi ölüm cezasıyla karşı karşıya kalabilir.

Bu gözaltılar rastgele değil; sistematik, kapsamlı ve hedefli bir şekilde yürütülüyor — 2022’deki “Jin, Jiyan, Azadî” yani “Kadın, Yaşam, Özgürlük” protestolarıyla başlayan sivil direnişin kalan son kıvılcımlarını da söndürmeyi hedefliyor. Rejim, tanıdık ama ürpertici bir mesaj veriyor: Muhalefet, ölüm demek.

İran İnsan Hakları Merkezi’ne konuşan aktivist ve avukatlara göre, ülke genelinde birçok topluluk adeta kuşatma altında. Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu bölgelerde Devrim Muhafızları’nın kontrol noktaları şehirleri sarmış durumda ve siviller keyfi olarak gözaltına alınıyor. Kürtlerin ağırlıklı yaşadığı bir şehirden bir aktivist, yurtdışında yaşayan Kürt siyasi aktivistlerin aile üyelerinin istihbarat birimleri tarafından sorguya alındığını ve “ailelerin, yurtdışındaki akrabalarına baskıyı bırakmaları için tehdit edildiğini” aktardı. Dini azınlıklar — özellikle Bahailer — de artan gözaltılardan nasibini alıyor. Sosyal medyada hükümet karşıtı yorum yapan yüzlerce kişi hakkında propaganda suçlamasıyla soruşturma başlatıldığı bildiriliyor.

Durumu daha da kötüleştiren ise İran Meclisi’nin bu baskıyı yasalaştırma yönünde attığı adımlar. Meclis, çevrim içi aktivizm ve bilgi paylaşımını terör ya da vatana ihanetle eşdeğer sayan belirsiz ifadeler içeren bir yasa tasarısını hızla gündeme aldı. Ulusal güvenliği tehdit etmekle veya yabancı medya ile içerik paylaşmakla suçlanan herkes ömür boyu hapis ya da idamla karşı karşıya kalabilir.

Şüphesiz bu rejimin ilk şiddetli bastırma çabası değil. 2022’deki protestolarda 500’den fazla kişiyi, 2019’daki gösterilerde ise 1.000’den fazla kişiyi öldürdü. Ancak İranlı aktivistlere göre, yalnızca bir haftada gerçekleşen gözaltı sayısı olağanüstü. Şehir giriş-çıkışlarındaki kontrol noktaları da alışılmadık derecede yaygın. Bu kez doğrudan protestocular hedef alınmıyor; sıradan vatandaşlar baskının merkezine çekilmiş durumda. Bu da toplumun genelinde bir korku atmosferi yaratıyor — belki de tam olarak amaçlanan bu.

ABD ve müttefikleri, yaşanan bu insan hakları felaketini diplomatik gündemin bir kenar süsü olarak görmemeli. İran’la yapılacak herhangi bir görüşme, şu net taleplerle başlamalı: keyfi gözaltıların derhal durdurulması, tutukluların durumu ve konumuna dair şeffaflık, idamların askıya alınması ve adil yargılanma hakkının tanınması.

Unutulmamalı: Bu anı görmezden gelmek, rejimin stratejisini onaylamak anlamına gelir. Strateji açık: dünya başka yöne bakarken içeride muhalefeti susturmak. Bu yöntem İran İslam Cumhuriyeti’nin varlığını sürdürebilmesinin temelidir. 1988’de, sekiz yıllık yıkıcı savaşın ardından Irak’la ateşkes ilan edildiğinde, rejim yaklaşık 5.000 siyasi mahkûmun infaz emrini verdi — hem de çoğu daha önce yargılanmış ve cezasını çekmekteyken.

İran rejiminin kontrolsüz şiddetinin en büyük kurbanı, ülkenin sivil toplumudur. Bu toplum, rejimin hem iç hem dış politikalarıyla derin bir çatışma halindedir ve yeterince desteklenirse, bir gün özgür bir İran’ın temeli olabilir.

ABD’nin elinde bu konuda baskı yapabilecek güç var — ve bu da ona öncülük rolü verir. Ancak daha geniş uluslararası toplum, özellikle diğer demokratik hükümetler de harekete geçmeli. İnsan hakları ihlalcilerini hedef alan yaptırımlar artırılabilir, diplomatik izolasyon sağlanabilir, Birleşmiş Milletler nezdinde baskı kurulabilir ve evrensel yargı ilkesi kapsamında sorumlu yetkililere ulusal mahkemelerde dava açılabilir. Bu adımlar gereklidir.

İran’ın liderleri, savaşın yarattığı kaosun suçlarını gizleyeceğine güveniyor. Dünya onlara yanıldıklarını göstermeli. Eğer şimdi tepki vermezsek, yalnızca İran halkını yüzüstü bırakmakla kalmayacağız; cezasızlığın tarihine tehlikeli bir sayfa daha eklemiş olacağız.