öp beni ıslak bir güvercine eğilir gibi
ayrılma gözlerimden tükenmesin suyumuz
yetmiyor suyumuz karanfillere
kanımızı mı kullanıyoruz yoksa
Her yer yanıyor. “Can kaybı yok ama” deniyor. Oysa doğadaki her şey canlı. Her çıtırtının altında mutlaka bir şey var. Ağaçlar hem canlı hem de can verendir. Toprağın üstü ve altı envai çeşit türle dolu. “Can kaybı yok ama” demeye devam ediliyor. Can insandan ibaret bir şey mi sadece! İnsan ölünce mi vicdanlar sızlamalı? İklimsel değişiklikler her yeri etkiliyor, bu doğru. Ancak “bir musibet bin nasihatten” iyidir atasözü bu topraklarda söylenmiş olmasına rağmen, bizim dışımızda herkes bunu dikkate alarak önlemler alıyor. Ecdadı dinleyen ise yok.
Temmuz ayı yangın ayı. Canların yandığı ve ölümlerin olduğu ay. Madımak katliamı… Yangın ve yiten canlar. İşte can kaybı. Sonuç: Zaman aşımı. Küçük İskender, Djivan Gasparyan, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Adalet Ağaoğlu, İlhan İrem, Fikret Hakan, Bedrettin Cömert Temmuz ayının ölümleri. Bedrettin Cömert’i sona yazdım çünkü ondan söz edeceğim. Bir sanat tarihçisinden, şairden, eleştirmenden, estetikçiden ve bir akademisyenden. Üretken bir insandan, hani denir ya “dört başı mamur.” işte tam da ondan olandan.
Bedrettin Cömert kısacık ömrüne sanatı doldurmuş bir akademisyen. Sanat tarihi çalışmış, çeviriler yapmış. E. H. Gombrich’in Sanatın Öyküsü kitabını çevirmiştir. Estetik üzerine kafa yormuş, çalışmalar yapmış, bir de kitap yazmıştır. Hasan Hüseyin Korkmazgil’e yazdığı bir mektupta doktorasını marksist estetik üzerine yapmak istediğini söylemektedir. Gözü açılsın, estetiği kavrasın ki eleştiri ve incelemelerini daha bilimsel bir perspektifte yapsın. Eleştiriyi oldukça önemseyen biri. Akademik alandaki kuramsal çalışmaları biraz da bu nedenledir. “İyice silahlanmam gerek!” der. “Tabi ki kuramsal yönden.” diye de ekler.
Belki az konuşulan bir dönem seksenli yıllara gelinen süreç. Neler yaşandı, kimler katledildi ve bunları kimler yaptı? Eskiden, ilerici, demokrat herkes “komünist” olarak görülür ve hepsi “vatan haini” ve “moskof uşağı”ydı. Algı böyle oluşturulmuştu. Doğal olarak dönemin bütün aydınları, demokratları, ilericileri tehdit altındaydı. Sendikacılar, akademisyenler, savcılar, gazeteciler, oda yöneticileri, parti çalışanları… Bedrettin Cömert bunlardan biriydi. Sanat ve sanat teorisi/ tarihi üzerine çalışmış önemli bir değerdi. İtalya’da devlet bursu ile okuyan başarılı bir öğrenci ve sonrasında da akademisyen olmuş ve doçentlik sınavlarını başarıyla vermişti. Ne mi oldu? Ümidin düşmanları bu başarılı, ilerici, demokrat aydını arabasında bir sabah vakti kurşunladılar. Tetiği çekenler ne sanattan ne akademiden ne de şiirden anlıyorlardı. Onlar”komünist avına” çıkmışlardı. “yaralanma öyle/ bir keman bir yalnızlık çizgisidir/ sinirlerimizi uzaya akıtan/ bulur kuşlarını gönlün/ bulur çocuk ellerini yaşımızın/ ya bir ses olur ya bir şiir/ belki bir kadın belki bir gül uğruna/ bırakırız ezilerek ezerek yüreğimizi/ uğursuz imgelerinde bayat bir perdenin.”
Bedrettin Cömert’in şiirini de konuşmak gerek. Sadece bir şair değil Cömert. Şiiri irdeleyen, inceleyen, şiirler ve şairler hakkında yazan, daha doğrusu şiir tartışan biri. Bir eleştirmen bu nedenle. Aldığı sanat eğitimi ve kuramsal depolama onu bu alanda da başarılı ve etkin kılmıştır. Elbette şiir incelemeleri küskünlük yaratmıştır. Salah Birsel şiirini incelediğinde söylemek istediğini söylemekten çekinmez. Bu nedenle Salah Birsel’i karşısına almıştır. Asım Bezirci’ye yazdığı bir mektupta Salah Birsel’i eleştirir. Onun sistematik bir çalışma yapmadığını ve oradan buradan topladığı düşüncelerden şiirin ilkelerini yazmış ve bu olsa olsa bilgiçlik olur düşüncesini aktarmıştır. Daha sonraları da Asım Bezirci’nin eleştiri anlayışını eleştirmiş ve Bezirci de ona tavır almıştır. Anlaşılan şu ki edebiyat alanı biraz sahte övgülerin yeridir. Bunun dışına çıkıldığında kırgınlıklar, gönül koymalar ve küsmeler kaçınılmaz oluyor. “anladım ilkin öğrenmek gerek güzelliği/ kömürcene kazmak gerek en son kıvılcımına dek soluğun/ sonra yine öğrenmek yarattıkça daha çok öğrenmek/ büyütmek elleri/ kovuluncaya dek yabancılığımız/ bir biz kalıncıya dek eğretiliklere inat.”
kimse 80 darbesine gelen karanlık cinayetleri konuşmuyor. Bu cinayetleri kimlerin işlediğini konuşmuyor. Her şey çok çabuk unutuluyor. Tehditler ve düşmanlar on yılda bir bir değişiyor. Bunu değiştirenler ise hep aynı yerdeler ve onlar sanatı da şiiri de sevmezler.
alır yüreğimi giderim masallara
ben giderim masallara sıcak yürür içime
ince bir duman gibi süzülür gençliğim
ıslanır başım göbeğinde mavilerin
* Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak, Bedrettin Cömert, Evrensel Yayınları, 1979