Av. Adar Balsak yazdı | Yasa ve çatışma
Konuk Yazar 21 Temmuz 2025

Av. Adar Balsak yazdı | Yasa ve çatışma

“Oysa en iyi yıkıcıdır cesaret,saldıran cesaret: ölümü bile yıkar,

 çünkü der ki: ‘ Bu muydu yaşam? Pekala! Yeni baştan! ’ ”[1]


Silahların patlamasından ibaret olmayan anlamda çatışma, yasa yaratıcı bir güçtür. Bilhassa, hakimiyet ve onun meşruiyet perdesinden başkası olmayan  hakikat mekanizmalarının [2]yeniden şekillendiği sarsıntılı dönemlerde,bu gerçek tüm çıplaklığı ile görünür olur. Varolan hakimiyet ve hakikat mekanizmalarında bir çatlak anlamına gelen çatışma; iyiyi, kötüyü, bilcümle yasayı belirleyen şeyin maddi kudret olduğunu açığa çıkarır. Belki de, hukuk nedir sorusuna maddeci ve içkinci bir cevap vermenin yegane yolu, yasanın kaynağına bir ilişki olarak çatışmayı yerleştirmekten geçmektedir.

“insan haklarının varlığı ve değeri yıldızlarda yazılı değildir, (…) tarih, insan hakları için açılan sürekli savaşlarla doludur, sonunda kesin zafere ulaşamadığımız savaşlarla.”

Thomas Nail [3] tarafından natüralizmin yeraltı akıntısına yerleştirilen atomcu Albert Einstein’a ait olan bu sözler,  yasa ile çatışma arasındaki sürekli kurucu ilişkinin dile getirilmesinden başkası değildir. Bir çatışmalar ürünü olan yasa, bir çatışmalar toplamı olan yaşamı belirlemeye yönelen kuvvettir. “Yasalar, üstün bir İyi’nin başarısız bir taklidini temsil etmezler”[4], daha ziyade insana belirli bir varoluş halini dayatan -kurgusal- bir  zorunluluğu ifade ederler.

Yasayı belirleyen; kuvvetlerin birbirini itme, çekme ve bir saçılma edimi olan yaşamdır. “İtici kuvvetleri oluşturan, yasalar ile çatışma arasındaki ilişkiyi hareketli ve üretken tutan tam olarak değişkenlik ve dengesizliktir.”[5] Orkun Güner’in çevirisiyle Filippo Del Luchesse’ye göre: “ Politika ile hukuk ve nihayetinde yasa ile çatışma arasındaki karşılıklı etki, barışçıl ve doğrusal bir süreç değildir; bu ilişki sürekli olarak şiddetle sarsılır, zaman zaman ansızın kendi kulvarında duraklar ya da ani atılımlar yapar.”[6]

Yasa ve çatışma arasındaki bu ilişkinin nedeni, sosyalliğin dinamik bir dengesizlik olarak tabiatla kuşatılmış olmasından ileri gelir. Tabii hukukçu donukluğa ve zorunluluğu paranteze alma iddiasında olduğu ölçüde idealist olan iradeci pozitivizme karşın; Birci, içkinci ve maddeci bir hukuk kuramı ancak bu kabule dayanabilir.

Bu itibarla; “yaşamak direnmektir” sloganını ahlaki ve yalnızca politik bir söylem olarak değil, ontolojik bir söylem olarak anlamak gerekir. Varlık ve bilhassa canlılık, parçası olduğu tabiata karşı sürekli bir direnç ediminden başkası değildir. Kaslarımız ve iskelet sistemimiz yerçekimine karşı sürekli bir direnç üretir. Durduğumuzu sanarken bile, atomlarımız her an titremektedir. Evrimin temelinde, direnci yükseltmeye yönelik bir merakın ve eğilimin olduğu söylenebilir. Ölüm bedeni bulana kadar, her an direnmekle geçmektedir. Üstelik, bedeni geliştiren, ölçülü bir dirençle antrene edilmektir. Beden tabiata, arzular ise yasaklara direnir; cinselliği bastıran, anadili bastıran, emeği bastıran, bir bütün olarak kültürü ve bedeni bastıran yasaklara direnir ve gelişir.

Burada söylediklerim, direnişin ahlaki gerekliliğini doğrulamaya değil, maddi zorunluluğunu vurgulamaya yöneliktir. Çatışma meşru değil, meşruiyeti yaratan ve ondan etkilenendir. Başka bir söyleyişle, yaşamak, zorunlulukla direnmektir ve çatışma zorunlulukla yasa yaratır. Bunu görmek için tarihe bir göz gezdirmek bile yeter.

Bugün ülkemizde yaşananlar,  40 yıllık çatışma sürecinin yasa yaratıcı etkisini ilk elden gözlemleme fırsatı sunmaktadır. Gerçi, böyle ifade etmek eksik olabilir. Denilebilir ki; “siyaset -tıpkı yaşam gibi- boşluk tanımayacağına göre”, bu çatışma halihazırda 40 yıldır, ve hatta 100 yıldır yasa yaratmaktadır. Üstelik, çatışmanın belirli bir zihniyetin yasal-siyasal dışavurumlarından ileri geldiği de söylenebilir.

Devlet, 100 yıldır şiddet mekanizmalarıyla bu çatışmayı bastırmaya çalışmışsa da, ne mağlup ne de galip olmuştur.  Bunun aksi de pekala doğrudur. Son çözüm sürecinde TRT’ye konuşan Celal Talabani’ye göre: “ Askeri yöntemi denedik, Türk ordusu bir çok kez kuzey Irak’a girdi ve her iki büyük Iraklı Kürt partisi Türk ordusuyla işbirliği yaptı. Bu eylem, bu plan başarılı olamadı. Demek ki sorunun çözümü askeri değil, siyasidir.”

Çözüm, Türkiye’li Kürtleri silaha sarılmaya iten hukuki-siyasi koşulların ilga edilmesiyle, yasa yaratıcı çatışmanın barışçıl bir düzlemde cereyan etmesini sağlamaktır. Asıl güç budur.
Bugün gelinen aşama, çatışmanın yok edici değil, kurucu gücüne tanık olmak için, tükenmez kan ve intikam zincirini kırmak için bir fırsattır. Kimlikleri bedenlere hapsetmek için değil , ülkemizi Çokluğun cumhuriyeti kılmak için kimsenin insafına terk edilemeyecek bir fırsattır. Çünkü “tabiat çeşitlidir ve onu taklit eden kimse ayıplanamaz.”[7]

 

[1]Böyle Buyurdu Zerdüşt, Nietzche. Hayal ve Bilmece Üzerine.

[2]Varolma Direnci ve Özerklik. Cemal Bali Akal.

[3]Natüralizm ya da Yitirirken Doğayı Hatırlamak içinde:Thomas Nail,Lucretius ve Yeni Materyalizm. Çeviren:Nalan Kurunç.

[4]Machiavelli ve Spinoza’da Çatışma,Güç ve Çokluk. Çeviren: Orkun Güner.

[5]A.g.e.

[6]A.g.e.

[7]Machiavelli’nin Francesco Vettori’ye yazdığı 31 Ocak 1515 tarihli mektup. Machiavelli ve Spinoza’da Çatışma,güç ve çokluk içinde.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.