Hazırlayan: Nihat Altan
Barış, savaşmama halini ifade etse eksik bir tanımlamadır. Çatışmaların sona erdiği, silahların sustuğu, sokakların sessizliğe gömüldüğü her döneme “barış” denir. Oysa barış, sükûnet değildir; anlama ve anlatabilmedir. Susturulmuş ve bastırılmış olanın, adı dahi anılmamış olanın sesini çıkarabilmesi, sözünü yükseltmesi, varlığını inşa ederek yaşayabilmesidir, barış. Sessizlik, hâkim olanın düzeni iken, barış ise eşit olarak düzeni kurmaya ortak olma ve bunu inşa etme çabasıdır.
Türkiye’nin yüz yılı aşan Kürt meselesi, yalnızca bir “terörle mücadele” sorunu değil; modernleşmenin, ulus-devlet inşasının, merkez-çevre ilişkisinin, resmi ideolojinin ve kimlik politikasının iç içe geçtiği bir siyasal travmadır. Bu travmanın yalnızca güvenlik eksenli ele alınması, meseleyi daraltmak değildir, sadece; yeterince anlamamaktır, sorunu yanlış tanımlamaktır. Çünkü bu sorun sadece dağlarda sıkılan silahlarda, şehirlerde patlayan bombalarda değildir; anayasada, okul müfredatında, şehir isimlerinde, mahkeme salonlarında, nüfus cüzdanlarında, dil yasaklarında ve kolektif bellekte yaşanmaktadır ve halen de devam etmektedir.
Resmi ve kamuoyuna yansıyan biçimiyle, 2024 Ekim ayından bu yana Türkiye ile Kürtler arasında ‘barış ve çözüm süreci’ yeniden başlamış durumda. Bahçeli’nin Meclis konuşmaları ardından, Öcalan’ın PKK’ye yaptığı silah bırakma ve örgütü feshetme çağrısı, nereden bakarsanız bakın, tarihsel olarak benzersiz bir dönemece işaret ediyor. PKK’nin bu çağrıya yanıt vererek kendisini feshetmesi, bir dönemin kapandığını gösteriyor. Ancak barışın gerçek anlamda başlaması için, sadece dağların sessizliği değil, anayasanın dili, devletin zihniyeti, basının provoke eden söylemleri, bürokrasinin (silahlı ve sivil bürokrasi) kibirli bakışı ve uygulamalarının da değişmek zorunda olduğu gerçeği halen orta yerde duruyor! Tüm bunlara rağmen ve ağır aksak yürüse de içine girilen bir sürecin var olduğu yadsınamaz.
Peki, ne yapmalı? Mevcut görüşmeleri ve ‘çözüm’ arayışlarını pozitif barış ve gerçek anlamda çözüme ulaştırmak için… Kürt ve Türk demeden, bu coğrafyada yaşayanlar olarak; toplumun vicdanı denilen yazarlar, aydınlar, entelektüeller, kadınlar bu konuda nasıl bir rolü alabilir?
Bilinmelidir ki tüm enerjimizi, tüm kaynaklarımızı, on binlerce canımızı alan 100 yılı aşan bu çatışmalı sürecin sona ermesi ve coğrafyamıza barışın gelmesi, ne Kürtlere ne de salt devlete bırakılacak bir konudur. Zira sorun ve devamı olarak geliştirilmek istenen çözüm, tek başına çatışan tarafların değil, hepimizin sorunudur ve sorunun çözümü de hepimizi içermek zorundadır. Sadece görev değil bu; aynı zamanda toplum olarak bir sınavdır. Burada en dikkat çeken husus ise bu sınav için ne kadar emeğin verileceğinde gizlidir.
Çünkü barış, sadece siyasi aktörlerin değil; entelektüellerin, sanatçıların, akademisyenlerin, sivil toplumun ve her bir bireyin ama en çok da kadınların kurucu emeğine ihtiyaç duyar.
Peki, barış, nasıl inşa edilir? Yalnızca silahların susması yeterli mi? Yoksa yüzleşmenin, tanımanın ve birlikte yeniden inşa etmenin mümkün kılındığı bir toplumsal dönüşümle mi?
Bu soruya yanıt ararken, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan benzer çatışmaları ve çözüm süreçlerini incelemek ve gerçek anlamda bir barışa ulaşmak istiyorsak dersler çıkarmak zorundayız…
Kuzey İrlanda’da IRA’nın yıllarca süren silahlı direnişi nasıl müzakereye dönüştü? ETA’nın İspanya’daki silahlı mücadelesi nasıl sona erdi? Kolombiya’da FARC’la yapılan barış anlaşması nasıl hazırlandı ve ne tür yapısal değişiklikler gerektirdi? Endonezya’nın Aceh bölgesindeki isyan, merkeziyetçiliğe karşı nasıl bir özerklik modeliyle son buldu? Güney Afrika’da apartheid rejimi sonrasında nasıl bir hakikat ve yüzleşme süreci yaşandı? İskoçya’da sorun nasıl ele alındı ve çözüldü?
Tarih bize gösteriyor ki en kanlı mücadeleler dahi nihayetinde bir masada, bir sözle, bir anlaşmayla son bulur. Önemli olan, bu sonun bir suskunluk mu yoksa bir yüzleşme mi olacağıdır. Çünkü barış, sadece bir sonuç değil; bir seçimdir. Ve her seçim, içinde yüzleşmeyi barındırırsa gerçek bir son olur…
Yüzleşmede amaç, acıları yarıştırmak, ‘sen haklı’ ‘ben haklı’ değil, başka yerlerdeki çatışma çözümlerini olduğu gibi kopyalamak hiç değil; tarihsel hakikatlerin, karşılaştırmalı deneyimlerin ve somut çözümlerin iç içe geçtiği bir düşünsel zemin sunmaktır.
İşte bu metin, Türkiye’nin Kürt meselesine dair sahici, onarıcı, yapıcı olmasını dilediği çözüm arayışına katkı sunmayı amaçlamaktadır…
George Mitchell’in Kuzey İrlanda konusunda yapılan ve sonunda Hayırlı Cuma Anlaşması ile sona eren müzakereleri yönetmeye çalışırken yaşadığı bir demeyim aktarımı var. Bilindiği gibi orada da çok uzun bir çatışma yaşanmıştı. Mitchell, “Taraflara düşlerini bir kenara bırakmaları söylenemez; bu talep edilmemelidir. Öyle bir çözüm önerilmelidir ki – barışçıl bir şekilde yaptıkları sürece – her iki taraf da düşlerini gerçekleştirebilsin” demişti. Bu yazıda temel amaç aslında düşlerin ertelenmediği, ötelenmediği bir gelecek tahayyülünü mümkün kılmak…
IRA (Kuzey İrlanda)- İngiltere
“Baskıya karşı itici güç, baskıya uğrayanların ahlaki üstünlüğüdür.” Bobby Sands
1.Tarihsel Arka Plan: Kolonyalizmin Sancıları ve Dinsel Bölünme
Kuzey İrlanda-İngiltere çatışması, yüzeyde Katoliklerle Protestanlar arasında bir mezhep savaşı gibi görünse de, kökleri çok daha derin olan: İngiliz kolonyalizminin İrlanda topraklarında yarattığı tarihsel kırılmaların bir sonucudur. 12. yüzyıldan itibaren İngiltere’nin İrlanda’ya yönelik egemenlik iddiaları, özellikle 17. yüzyılda “plantasyon” politikalarıyla yeni bir boyut kazandı: İngiltere, kendi Protestan nüfusunu (özellikle İskoçya’dan) İrlanda’nın kuzeyine yerleştirerek demografik mühendislik uyguladı. Bu süreç, Katolik İrlandalıların mülksüzleştirilmesi, dillerinin bastırılması, politik dışlanma ve kültürel aşağılanma gibi sonuçlar doğurdu.
İrlanda’nın bağımsızlık mücadelesi sonucunda Güney İrlanda 1921’de bağımsız bir devlet olurken, Kuzey İrlanda Birleşik Krallık’a bağlı olarak kaldı. Ancak buradaki Katolik azınlık (zamanla çoğunluk hâline gelmiştir), sistematik bir ayrımcılığa uğradı: Seçim sistemleri manipüle edildi, iş ve barınma olanaklarında ayrımcılık yapıldı, kültürel ve dini özgürlükler baskılandı. Bu tarihsel miras, yalnızca politik bir sorun değil, aynı zamanda aşağılanmış bir kimliğin hafızasında açılmış derin bir yaraydı. Ki bu yaranın Kürtlerde de kök saldığını söylemek yanlış olmaz.
2.Çatışmanın Aktörleri ve Dinamikleri
Çatışmanın başlıca aktörlerinden biri olan IRA (Irish Republican Army), 20. yüzyılın başlarından itibaren İrlanda’nın tamamen bağımsız bir cumhuriyet olmasını savunan silahlı bir hareket olarak doğdu. 1960’ların sonunda Katoliklere yönelik ayrımcılığın artmasıyla silahlı şiddete ara vermiş olan IRA yeniden silahlandı ve özellikle 1970’lerden sonra İngiliz hedeflerine yönelik şehirlerde saldırılar düzenlemeye başladı.

21 Temmuz 1972’de IRA, Belfast’ta en az 20 bomba patlattı ve 9 kişi hayatını kaybetti. Bu gün, Kanlı Cuma olarak anılmaya başlandı
İngiliz devletinin sert cevapları, çok kısa sürede ters teperek, İRA’yı uluslararası arena da çok daha fazla tanınır hale getirerek, sorunu ve tabi ki taleplerini daha da görünür kıldı. Siyasal-legal alanda ise Sinn Féin partisi ön plana çıktı. IRA’nın silahlı eylemleri ile Sinn Féin’in politik dili, birbirini hem tamamlıyor hem de gerilim içinde tutuyordu. İngiliz devleti ise hem polisiye hem de askeri yöntemlerle İRA ve Sinn Féin şahsında dilen gelen talepleri şiddet ile bastırmaya çalıştı. İngiliz devleti tarafından bu sorunu bastırmak için ‘kurulan’ ‘fonlanan’ ve veya göz yumulan paramiliter Protestan örgütlerin (UVF, UDA) de devreye girmesiyle, çatışma bir iç savaş niteliği kazandı.
Tüm bu süreçte 1969–1998 yılları arasında, yaklaşık 3.500 kişi hayatını kaybetti, binlerce kişi yaralandı, on binlerce kişi psikolojik travma yaşadı. Süreç, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, kısa zamanda sadece iki taraflı bir çatışma değil; devlet ve ona bağlı paramiliter unsurlar, İRA-İrlandalı siyasi aktörler ve uluslararası kamuoyu tarafından şekillenen çok aktörlü, çok boyutlu bir kriz halini aldı.
3. Müzakere Süreci: Barışa Giden Yol (1980–1998)
1980’lerin başında IRA tutsaklarının başlattığı açlık grevleri ile birlikte, mücadele artık sadece silahlı değil, aynı zamanda politik bir meşruiyet arayışına dönüştü. 1981’deki açlık grevinde yaşamını yitiren İRA önderlerinden Bobby Sands, İRA’nın ulusal ve uluslararası alanda meşruiyet arayışında mücadeleyi yeni bir faza yükseltti.

Bobby Sands
1990’lara gelindiğinde çatışmaların yıpratıcı etkisi hem İngiliz hem de İrlandalılar üzerinde bariz bir hale geldi. Sinn Féin lideri Gerry Adams, İngiliz devletiyle doğrudan temasa geçmeye başladı. Bu süreçte en kritik rolü, kendisi de İrlandalı olan ABD Başkanı Bill Clinton ve Senatör George Mitchell oynadı. ABD gibi bir hegemon gücün arabuluculuğu, müzakerelerde zaman zaman yükselen tansiyonu düşürmede ve taraflar arasında güven inşa etmede belirleyici oldu.
Müzakereler süresince temel alınan ilkeler:
- Tüm tarafların müzakere masasına oturması (IRA, Sinn Féin, İngiltere, İrlanda hükümeti, Protestan gruplar)
- Şiddetin son bulması için “eş zamanlılık ilkesine” dayalı adımlar
- Tutukluların serbest bırakılması, silahsızlanma, siyasi temsiliyetin sağlanması
- Kuzey İrlanda halkının kendi kaderini tayin hakkının tanınması
- Kimliklerin karşılıklı tanınması
Bu süreç, Türkiye açısından özellikle önemlidir. Çünkü burada devlet, muhatap olarak doğrudan silahlı örgütün siyasi temsilcilerini tanımış, müzakereyi “ön koşulsuz” başlatmış, karşılıklı adımlar birbirine bağlanarak yürütülmüştür. Türkiye’de ise çoğu zaman “önce silah bırakılsın, sonra konuşuruz” yaklaşımı müzakerelerin hem ağır geçmesine ve hem de istenmeyen sonuçların ortaya çıkması riski taşımaktadır.
4.Good Friday Anlaşması: Bir Yol Ayrımı
1998 yılında imzalanan Good Friday Agreement (Hayırlı Cuma Anlaşması), yalnızca bir ateşkes değil, yapısal bir siyasal dönüşüm belgesiydi. Anlaşmanın içeriği, Türkiye için doğrudan öğretici unsurlar barındırmaktadır:
- Çift kimlik tanınması: Kuzey İrlanda’daki bireyler hem “İrlandalı” hem de “Britanyalı” olarak tanımlanabiliyordu.
- Dil hakları ve kültürel özgürlükler: İrlandaca, kamusal alanda tanınmaya başlandı.
- Demokratik katılım yasası: Siyasi mahkûmların büyük bölümü serbest bırakıldı, aranır durumda olanların dosyaları büyük oranda düşürüldü.
- Parlamenter temsiliyet ve özerk yönetim: Belfast merkezli parlamentonun yetkileri artırıldı.
- Silahsızlanma komisyonu: IRA’nın silah bırakma süreci bir denetim mekanizmasına bağlandı.
- Hakikat ve adalet arayışı: Geçmişin suçlarına dair hakikat komisyonları kurulması tartışıldı (tam anlamıyla uygulanmasa da kamuoyu baskısı bu yönde oluştu).
Bu anlaşma halk oylamasına sunuldu ve hem Kuzey İrlanda, hem İrlanda Cumhuriyeti vatandaşları tarafından yüksek oranla kabul edildi.
5.Barışın Sosyolojisi: Kimlik, Hafıza ve Ortak Yaşam
Elbette ki barış, yalnızca bir kâğıda atılan imzayla sağlanmadı. İngiltere, yüzyıllardır inkâr ettiği bir kimliği tanıdı. Katoliklerin yaşadığı aşağılanma, dil yasakları ve sistematik dışlanma konusunda geri adım attı. IRA ise silahın bir çözüm olmadığını kabul etti ve siyasi yoldan mücadeleye yöneldi.
Ancak süreç hâlâ tamamlanmış değil. Barışın üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen, hâlâ duvarlarla ayrılan mahalleler, farklı okul sistemleri, kutlamaların çatışmaya dönüşmesi gibi sorunlar devam ediyor.
- Türkiye-Kürt Sorunu ile Karşılaştırma
Bu tablo bize Türkiye’nin barış sürecinde yapısal eksikliklerini ve öğrenmesi gereken yönleri açıkça gösteriyor. Kürt meselesinde de silah bırakma, anayasal değişim, kimlik tanınması ve siyasi temsiliyet aynı bütünlükle ele alınmadıkça, gerçek anlamda barış inşa edilemeyecektir.
7. Dersler ve Uyarılar
- Muhatap tanımadan müzakere olmaz. İngiltere, Sinn Féin’i ve IRA’yı resmen muhatap aldı. Türkiye’de zaman zaman muhataplık tartışması süreci tıkama riski taşıyor.
- Kimlik tanınması esastır. Çatışmaların temelinde “var olma hakkı” yatar. Barış, varlığın tanınmasıyla mümkündür.
- Arabulucular süreçleri korur. Türkiye süreci yalnız yürütmek istediği için özellikle Kürt toplumu daha güvensiz ve bu nedenle durum daha kırılgan.
- Sivil toplum. Kuzey İrlanda’da barış sadece liderler ve örgütler arasında değil, tabanda da inşa edildi. Sivil toplum çeşitli biçimlerde sürece dahil edildi.
- Barışı toplumsallaştırmak. Barışı kalıcı kılan, toplumsal rızadır. Taraflar kendi toplumlarında rıza üretti.
Sonuç:
Kuzey İrlanda örneği, bize barışın salt bir “anlaşma” değil, aynı zamanda zihinsel bir “dönüşüm” olması gerektiğini gösteriyor. Kimliklerin tanındığı, hatıraların onarıldığı, kurumların dönüştüğü bir sürece girilmeden, sadece silahların susması, tek başına pozitif barış (barışı toplumsallaştırma) değildir.
Kaynakça:
- The Good Friday Agreement, 1998 – Resmî metin çevirisi
- Paul Dixon – Northern Ireland: The Politics of War and Peace
- Richard English – Armed Struggle: The History of the IRA
- Brendan O’Leary – How Northern Ireland Works
- BBC, The Guardian, Irish Times – arşiv haberler