Silivri Cezaevi / 12.08.2025
“Dayak hiçbir zaman yeterli olmaz, açlığı daha da artırarak baskı kurmak gerekir. Kölelik koşullarında bu durum can sıkıcıdır.” Jean Paul Sartre
Netanyahu kabinesi Gazze’nin işgal planını onayladı. Zulüm şiddetini daha da artıracak. Katledilen 60 bin can yeterli görülmedi. Ölüm çemberi daraltılıyor. Kabine takvimi 7 Ekim’e ayarladı. Önümüzdeki iki ay korkunç görünüyor, hele de çocuklar için!
Filistin davasında tarihten bugüne dökülen kanın haddi hesabı yok. Filistinlilerin 5,2 milyon kadarı mülteci. Lübnan, Suriye, Ürdün hep göç aldı. Avrupa, Amerika, Kuzey Afrika ülkelerinde de Filistinliler bulunuyor. Fakat Filistinli mültecilerin ana gövdesi kendi topraklarındaki kamplarda yaşıyor. Çadır kamplar, gettolar milyonlarca mülteciyle dolu. Bu kampların sorumluluğu UNRWA’ya ait. Yani Birleşmiş Milletler doğrudan sorumlu. Takan kim? İsrail uçakları tüm kampları bombalıyor.
İsrail ordusu mülteci katliamında kara üne sahip. En bilineni Sabra ve Şatilla katliamları. Lübnan’da bulunan bu kamplarda 2 bin Filistinli vahşice öldürüldü. Yıl 1982’ydi. Kanlı senaryo Falanjist çetelerle birlikte uygulandı.
7 Ekim “Aksa Tufanı” operasyonu fırsat bilen Netanyahu yönetimi mülteci katliamlarına eşik atlattı. Yaşlı, kadın, çocuk binlerce mülteci öldürüldü. Gettolar yerle bir edildi. İşgal planının 7 Ekim’e ayarlanmış olması zaten daha büyük kırıma işaret.
İşgal planına göre 2 milyon Gazzeli, orta Gazze’de toplanacak. Yaşama imkânlarının en zor olduğu bölgede. Böylece Kuzey ve Güney Gazze insansızlaştırılacak. Kendi toprağında mülteciler daha daraltılmış ablukaya alınacak. Direnenler ölecek, kalanı ilk fırsatta tehcire zorlanacak.
İşgal planının bir vurucu silahı da açlık. Yeni ıslah ve terbiye aracı olarak açlık, yardımların engellenmesiyle devam ediyor. Açlığı kitlesel ölüm makinesi olarak kullanıyorlar. Bu yöntem artık arkaik değil, yüzyılımıza özgü kara bir leke.
Açlık çemberi neyi amaçlıyor? Bebekler ve çocuklar dahil yeni neslin kırımını. Ayrıca onların uzun yıllar sakat ve kötürüm kalmasını hedefliyor. Soykırım suçlarından biri de bu değil mi zaten? Aç bırakmak aynı zamanda psikolojik savaş yöntemi. Yardım balyasına koşarken birbirini ezen, kavga edenlerin görüntüsü, utanç ve korkuyla malül bir karakter çözülmesini amaçlıyor. Jean Paul Sartre bu tespiti 1961 yılında yapmıştı: Franz Fanon’un Yeryüzünün Lanetleri kitabının önsözünde. İnsan türü büyük vicdan denizinde batacak mı, çıkacak mı? Filistin özelinde bugün hala değişmeyen bir soru bu. Avrupa ülkelerinde, İngiltere’de ve hatta Amerika’da halklar meydanlara iniyor. Vicdana dair umut çoğalıyor.
Peki ya egemenler? Kınama, “Filistin’i tanıma” beyanları zulmü ve soykırımı durdurmaktan uzak. Caydırıcı yaptırımlar yok. Oysa Filistinli mülteciler sözüm ona uluslararası koruma altında! Ama BMMYK sistemi işlemiyor. Devletler üç maymunu oynuyor. Hele de kutsal değerleri dilinden düşürmeyen Körfez Arap Devletleri. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” sözü yanlarından bile geçmiyor. Filistinlileri Somaliland’e süreceğini söyleyen Trump Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilirken çıt çıkmıyor.
Mültecilerin açlıkla sınanması, kırılması, sürgüne zorlanması sadece Filistinlilere değil, tüm dünya mültecilerine (ve mülteci adaylarına) gözdağıdır. Gazze bu saatten sonra mültecilerin denek yapıldığı küresel bir kırım laboratuvarıdır: açlık silahının en vahşice kullanıldığı bir laboratuvar…