MHP Genel Başkanı Devlet Başkanı Devlet Bahçeli’nin Ekim 2024 tarihinde “Gelsin, Meclis’te konuşsun” çağrısına karşılık Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”yla başlayan süreç, gündemdeki yerini koruyor. Aradan geçen 10 aylık süreçte ise Meclis’te “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kuruldu. Sürecin topluma aktarılması rolünün önemli ayaklarından biride medya. Medyanın rolü önemini korurken, özellikle CHP’nin ulusalcı kanadı ile MHP’den ayrılan milliyetçi kesim ve onları temsil eden yayın organlarının “saldırgan”, “militarist” ve “çözüm karşıtı” dili ile iktidara yakın medyanın “hakimiyet” dili dikkat çekiyor.
Gazeteci Faruk Eren, süreçte medyanın rolü ve yayın organlarının kullandığı dile dair MA’ya değerlendirmelerde bulundu.
‘Utanılacak manşetler’
Faruk Eren, tarihte Kürt sorununa bakış konusunda “utanılacak manşetler” olduğunu söyledi. 2013-2015’teki süreçte AK Parti medyasının dilinde olumlu bir dönüşüm olduğun söyleyen Eren, “Ama süreç bittikten sonra daha yakın tarihe kadar inanılmaz şeyler yaşandı. Sadece örgüt için değil HDP’ye hatta CHP’ye yönelik düşmanlaştıran bir dil kullanıldı. Yakın zamana kadar DEM Parti, her hafta yaptığı grup toplantısını hiçbir televizyon kanalı canlı yayınlamadı. Ama neredeyse her gün televizyon programlarında DEM Parti’den bahsedilirdi. Böyle bir durum vardı” ifadelerini kullandı.
‘Medya kötü bir sınav veriyor’
Devlet Bahçeli’nin Meclis’te DEM Parti’li milletvekilleriyle tokalaşıp ardından Abdullah Öcalan’a çağrı yapmasının herkesi şaşırttığını dile getiren Eren, “Böyle bir çıkışı kimse beklemiyordu. Bu şaşkınlık atıldıktan sonra süreç yine terörle tanımlandı. AKP medyası ‘Terörsüz Türkiye’ diye tanımladı. Komisyon kuruldu, birtakım çalışmalar yürüyor. Önümüzdeki dönemde ne olacağını göreceğiz. Ancak medyanın dili açısından baktığımızda AKP medyasında süreci destekleyenler kadar aykırı görüşler de ortaya çıkıyor. Geçen gün bir komisyon üyesi katıldığı YouTube programında komisyona dair, ‘7 yıldır Meclis’teyim hayatımda gördüğüm en demokratik komisyon’ dedi. Bu bir şekilde medyaya da yansıyor. Süreçle ilgili herkesin endişeleri var. Muhalif medya denilen kesim de süreçten önce Kürt meselesi konusunda, temel insan hakları konularında bile AKP medyasının yaptığı konuma geldi. Mesela 30 yıldır cezaevinde olan tutuklular var, cezası bitmiş, keyfi gerekçelerle bir iki yıl fazladan yatırılıyor. Televizyon programlarında kendilerine ‘muhalif’ diyenler, ‘bu insanlar niye bırakılıyor’ şeklinde açıklamalarda bulunuyor. Buna karşı çıkmasındaki argümanı da süreçle ilgili endişeye bağlıyor. O yüzden sürece dair medyada kötü bir sınav veriliyor” ifadelerini kullandı.
‘Ana akım medya savaşı sever’
İktidara karşı olan medya organlarında bir kaygıdan öte süreç karşıtlığının olunduğuna dikkat çeken Eren, “Sürece karşı olduğunu söyleyen kişiler kendine ‘muhalif’ diyor. Sıkıştığı zaman da ‘barışa karşı değiliz, tabi ki silahlar bırakılsın’ diyorlar. Ama bunun karşılığında da hiçbir şey yapılmasın çünkü onların gözünde Kürt sorunu diye bir sorun yok. Dolayısıyla çözüm diye bir sorun da yok. Türkiye’de bütün sorunların AKP ile başlamadığını tartışmak gerekiyor. Bir devlet geleneği var. Tabi ki AKP’nin son yıllarında ağır hukuksuzluklar ve hak ihlalleri yaşanıyor. Ama bunu AKP icat etmedi. Binlerce insan ‘beyaz toros’larla faili meçhul cinayetlerde katledilirken veya gözaltında kaybedilirken şu an birilerinin özlediği ‘merkez medya’ denilen medya vardı ve bütün bu dehşete sessiz kalıyordu. Sessiz kalmaktan da öte neredeyse bu katliamların ideolojik taşıyıcılığını yapıyordu. O dönemlerde köyler boşaltılıp, yakılıyor ama bu medyadan hiç ses çıkmıyordu. AKP öncesinde de Kürt sorunu, insan hakları sorunu, demokrasi sorunu, adalet sorunu ve yargı sorunu vardı. Türkiye’deki medya; militarist, devletçi, askerci ve savaşçıdır. Sadece Kürt meselesinde değil örneğin Ege’de ufak bir gerginlik olduğunda gazete ve televizyonlarda ‘çubuklu adamlar’ çıkar. Ana akım medya savaşı sever, bunun ticariden çok ideolojik yanı var” diye belirtti.
‘Provoke dilin değişmesi gerekiyor’
Gazetecinin tarafsız olmadığının altını çizen Eren, şöyle devam etti: “Gazeteci kamudan, gerçeklerden, halktan, barıştan ve demokrasiden yanadır. Ama ne yazık ki Türkiye’deki ana akım medya denilen daha sonra iktidar medyası denilen medya, barış gazeteciliğini değil savaş dilini tercih etmiştir. Savaşı teşvik etmiştir. Barış odaklı habercilik sadece gazetecilerin sorunu değil. Gazeteciler tek başına barış odaklı haberciliği yapamaz. Evet, Türkiye’de barış gazeteciliği yapılıyor. Ama bu okurların, izleyicilerin, kamuoyunun baskısıyla oluşabilecek bir şeydir. Bu süreçte buna daha çok ihtiyaç var. Süreci baltalayacak, provoke edecek yayınları izlememek, gazeteleri okumamak gerekiyor. Ancak izleyici baskısıyla sürece dair saldırgan yayıncılık anlayışı değişebilir. Bu süreçte medyaya düşen temel görevlerden bir tanesi süreci provoke etmemektir. Süreci her an provoke eden bir dil kullanılıyor. Bu dilin değişmesi gerekiyor. Demokratik bir ülkenin barış içinde olması medyanın kullandığı dille de alakalı olacaktır. Tabi ki süreç şeffaf yürütülmelidir. Kamuoyu bazı şeyleri zor öğrenecektir ama medya bu süreçte barışı ve demokrasiyi teşvik etmelidir. Ve kamuoyunu da bu şekilde bilinçlendirilmelidir.”