“Toplumsal cinsiyet birbirleriyle çelişse de birleşen geniş bir yelpazedeki kaygı ve korkuları bir araya getirip tek bir çatı altında toplayarak aynı adlandırmayla sınıflandırmalı ki yaşam, uygarlık, düşüncenin vb. tümüne yönelik bir tehlike sayılabilsin.”
Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten?, Judith Butler, Çev.: Ezgi Sarıtaş, sf.:13
Judith Butler, 2024 yılında yayımlanan son kitabı “Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten?” ile küresel LGBTİ+ düşmanlığına mercek tutuyor ve güncel gelişmeler ışığında bir kez daha toplumsal cinsiyetin politik anlamını sorguluyor. Metis Yayınları etiketi ve Ezgi Sarıtaş’ın özenli çevirisiyle bu yıl Nisan ayında Türkçe de yayınlanan kitap, yalnızca bir akademik metin olmanın ötesine geçerek, toplumsal cinsiyete yönelik küresel saldırılara dair kapsamlı bir analiz sunuyor. Butler, toplumsal cinsiyet karşıtı söylemlerin yükselişini; ulusal kimlik, aile, din ve neoliberal politikalarla olan kesişimlerini derinlikli bir şekilde inceliyor.
Butler’ın diğer eserlerinin aksine çok daha rahat okunan, adeta bir can havliyle yazılmış bu kitabında önemli bir yer tutan kavram; fantazma. Fantazma, gerçekliğe birebir karşılık gelmeyen, fakat politik olarak son derece etkili bir korku ya da tehdit imgesi olarak Butler’ın analizinde yerini alıyor. Psikanalatikten toplumsal, kültürel ve siyasala uzanan bir hat inşa eden Butler, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerde LGBTİ+ varoluşun, çoğu zaman bu tür bir fantazma olarak inşa edildiğini savunuyor. Gerçekte herhangi bir “tehdit” oluşturmayan LGBTİ+’lar, aile kurumunu yıkmaya çalışan bir dış güç, çocukları “sapkınlaştıran” bir ideoloji ya da ulusal değerlere karşı bir tehlike gibi kurgulanıyor. Bu tür fantazmalar, toplumu seferber eden ahlaki paniklerin temelini oluşturuyor.
Türkiye’de son yıllarda LGBTİ+’lara yönelik nefret söyleminin giderek devlet politikası haline gelmesi, bu fantazmaya denk düşen örneklerden biri. Butler’ın kitapta kısaca değindiği Türkiye örneği; kitapta daha geniş yer tutan Vatikan, ABD, Latin Amerika, Macaristan ve Britanya örneği ile benzerlikler taşıyor. Türkiye’de son 10 yılda yaşadıklarımız bu kurgunun nasıl çalıştığını açıkça gösteriyor. “LGBT lobisi”, “çocukları hedef alan sapkınlık” ya da “Türk aile yapısına tehdit” gibi söylemler, gerçeklerden çok bu kolektif fantezinin ürünü olarak dolaşıma sokuluyor. Butler’a göre bu tür fantazmalar, yalnızca LGBTİ+’lara zarar vermekle kalmıyor; aynı zamanda toplumun düşünme kapasitesini daraltıyor, bir arada yaşamaya dair etik bir tahayyülü de tahrip ediyor. Bu bağlamda Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten?, sadece nefreti değil, bu nefretin ardındaki kurguları da teşhir ediyor.
Butler kitabın merkezine şu soruyu yerleştiriyor: “Toplumsal cinsiyet neden bu kadar çok korkuya, nefrete ve saldırganlığa maruz kalıyor?” Bu soru etrafında, son yıllarda dünya genelinde yükselişe geçen “toplumsal cinsiyet karşıtı” hareketleri inceliyor; toplumsal cinsiyetin nasıl bir günah keçisi haline getirildiğini gösteriyor. Eğitim müfredatlarının “toplumsal cinsiyet ideolojisinden arındırılması”, feministlere ve LGBTİ+’lara karşı yürütülen kampanyalar, cinsiyet uyum süreçlerini hedef alan yasal düzenlemeler gibi pek çok başlık Butler’ın inceleme alanına giriyor.
Ahlak seferberlikleri
Butler, “toplumsal cinsiyet ideolojisi karşıtı hareket”in toplumsal cinsiyeti gücü ve etkisi korkutucu boyutlara varan yekpare bir bütünmüşçesine ele aldığını ve bu ifadenin anlamı üzerine yürütülen tartışmalarla aslında pek de ilgilenmediklerini vurgulayarak başlıyor kitaba. Buradan, ahlak seferberliklerinin ötekilerin varlığını inkar etme, haklarını gasp etme, gerçekliklerini reddetme, temel özgürlükleri kısıtlamanın yanı sıra ötekilerin yaşamlarını denetleme, değersizleştirme, karikatürleştirme, patolojikleştirme ve suç saymaktan haz aldığı gerçeğine varıyor:
“Nefreti ahlaklılık kisvesi altında körükleyip rasyonelleştiriyor, nefret saçan hareketlerden zarar görüp mahvolan insanlarıysa yıkımın asıl faili gibi gösteriyorlar. “Toplumsal cinsiyet”teki fantazma sahnesinin yapısını bu yansıtma ve tersine çevirmeler oluşturuyor.”
Butler bu kitabında yalnızca politik gelişmeleri betimlemekle kalmıyor; aynı zamanda felsefi derinliği olan bir tartışma da yürütüyor. Toplumsal cinsiyetin “ideoloji” olarak damgalanmasını, kişilerin bedenleri üzerindeki hakları hedef alan bir iktidar stratejisi olarak değerlendiriyor. Toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler, çocukların “doğal” gelişimini korumayı amaçladığını iddia ederken, aslında kişinin bedeni üzerindeki öz-yetkisini ortadan kaldırmayı hedefliyor. Butler’a göre bu tutum, kişini kendi kimliğini tanımlama hakkını elinden alarak devletin veya dini otoritelerin tanımını dayatıyor.
Kitabın temel sorusu son derece güncel ve yakıcı: “Toplumsal cinsiyet neden korkulacak, bastırılacak, yok edilecek bir ‘tehdit’ olarak görülüyor?” Butler bu soruya yalnızca kültürel değil, politik, ekonomik ve ideolojik yanıtlar arıyor. Kitabın dünya genelindeki örnekleri arasında yer verdiği eğilimlerin pek çoğu, bugün Türkiye siyasetinde de açıkça gözlemlenebiliyor.
Türkiye’deki durum ve Butler’ın analizleri
Butler, kitabında toplumsal cinsiyetin “ideoloji” olarak damgalanmasının, aslında özgür düşünce ve demokratik katılımın hedef alınması anlamına geldiğini savunuyor. Bu perspektif, Türkiye’de son yıllarda LGBTİ+’lara yönelik söylem ve uygulamalara bakıldığında çarpıcı bir açıklayıcılığa kavuşuyor.
Örneğin, 2023’te seçim süreci boyunca iktidar bloğu “LGBT dayatmasına karşı ailenin korunması” söylemini siyasi kampanyalarının merkezine yerleştirdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, LGBTİ+ varoluşunu “sapkınlık” olarak niteleyerek, Anayasa değişikliği yoluyla “ailenin güçlendirilmesini” savundu. Bu çerçevede sunulan anayasa değişikliği teklifi, evlilik hakkını yalnızca “kadın ve erkek” olarak tanımlayarak eşitliği sınırlamayı amaçladı.
Yine 2025 yılına gelindiğinde, CİMER tarafından düzenlenen “2025 Aile Yılı” anketinde “ailenin korunması” için önerilen politikalar arasında “LGBT ile mücadele” doğrudan bir seçenek olarak yer aldı. Öncesinde, LGBTİ+ kimliklerini, varoluşunu ve bunun ifade edilmesini suç olarak tanımlayan yasa taslağı gündemdeydi. Bu gelişmeler, Butler’ın kitabında vurguladığı “beden ve kimlik üzerinde iktidar kurma stratejilerinin” Türkiye’de nasıl kurumsallaştığını gösteriyor.
Üstelik Türkiye’de LGBTİ+ Onur Yürüyüşleri yıllardır yasaklanıyor, bu yürüyüşlere katılma ihtimali olan kişiler dahi önleyici gözaltılara alınabiliyor. 2025 İstanbul Onur Yürüyüşü’nde üç kişi yalnızca “etkinliğe katılabilecekleri şüphesiyle” tutuklandı. Butler’ın “siyasal aktörler tırmanan bu yıkım korkusuna hitap eder” tespiti; Türkiye’de muazzam bir ekonomik sömürü, doğal afetler, geleceksizlik korkusu yaşanırken LGBTİ+ karşıtı hamlelerin hız kazanması ile denk düşüyor.
Butler kitabında, özellikle transların bedenleri üzerindeki kararlarını verme hakkına yönelen küresel saldırılara dikkat çekiyor. Bu analiz, Türkiye’de transların sağlık hizmetlerine erişiminin engellenmesi, uyum süreçlerinin tıbbi ve yasal olarak zorlaştırılması, trans kadınların sistematik biçimde polis şiddetine ve nefret suçlarına maruz bırakılması gibi örneklerle daha da somutlaşıyor.
Benzer biçimde, eğitim sisteminde “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramının tamamen dışlanması, öğretmenler ve akademisyenler üzerinde baskı kurulması, hatta “toplumsal cinsiyet çalışmaları” alanlarının itibarsızlaştırılması, Butler’ın toplumsal cinsiyet karşıtlığını bir “bilgi rejimi” meselesi olarak görmesiyle paralel. Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredattan toplumsal cinsiyet eşitliği başlıklarını çıkarması ve okullarda toplumsal cinsiyet farkındalık çalışmalarını “ahlaka aykırı propaganda” olarak damgalaması, bu durumun örneklerinden yalnızca birkaçı.
Yıkım korkusu, tahayyül mücadelesi
Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten?, yalnızca toplumsal cinsiyetin savunusunu değil; düşünce özgürlüğünü, bedensel özerkliği, çoklukla yaşamanın etik ve politik imkânlarını da savunuyor. Judith Butler, bu kitapta bir yandan toplumsal cinsiyet karşıtı söylemlerin stratejik işleyişini çözümlerken, diğer yandan alternatif bir siyasal tahayyülün kapısını aralıyor. Özellikle feminist, queer ve insan hakları mücadelesiyle ilgilenenler için bir başvuru kaynağı niteliğinde olan bu eserin “Yıkım Korkusu, Tahayyül Mücadelesi” başlıklı sonuç bölümü, aynı zamanda içinde yaşadığımız çağın karanlık eğilimlerine karşı güçlü bir felsefi direnç öneriyor.
Tüm karanlık tabloya rağmen, Butler kitabı umutsuzlukla bitirmiyor. Aksine, eleştirel düşünmenin, direnişin ve dayanışmanın hâlâ mümkün olduğunu savunuyor. Toplumsal cinsiyetin savunusu, yalnızca feministlerin ya da LGBTİ+’ların değil, demokratik haklara inanan herkesin meselesi haline gelmeli. Butler, bu anlamda bizi yalnızca düşünmeye değil, harekete geçmeye de çağırıyor.
Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten? kitabı yalnızca karanlık tabloyu gözler önüne sermiyor; aynı zamanda bu baskılara karşı küresel ve yerel düzeyde direnişin olanaklarını da tartışıyor. Butler, feminist, queer, öğrenci ve insan hakları hareketlerinin birbirinden ayrı değil, ortak mücadele zeminlerinde buluşması gerektiğini savunuyor. Türkiye’de de LGBTİ+ hareketi, kadın örgütleri, sendikalar ve bazı siyasi partiler bu ortak zemini inşa etmeye çalışıyor. 6284 sayılı şiddet yasasının korunması için kadın örgütlerinin yürüttüğü mücadele, Onur Haftası etkinliklerine sahip çıkan demokratik kitle örgütleri veya LGBTİ+’lara karşı nefret diline karşı çıkan barolar ve meslek odaları bu direnişin parçaları…
Judith Butler’ın Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten? adlı kitabı, Türkiye’de özellikle son beş yılda artan LGBTİ+ karşıtı siyasal iklimi anlamak için son derece işlevsel bir kuramsal araç sunuyor. Butler, toplumsal cinsiyetin bir “ideoloji” değil, insanların dünyada nasıl yaşamak istediklerine dair meşru bir arayış olduğunu vurguluyor. Türkiye’de devletin, medyanın ve bazı sivil oluşumların LGBTİ+’lara yönelik yürüttüğü sistematik kampanyalar göz önüne alındığında, Butler’ın analizleri yalnızca düşünsel değil, aynı zamanda politik olarak da acil bir çağrıya dönüşüyor.
Bu nedenle Kim Korkar Toplumsal Cinsiyetten?, yalnızca bir kitap değil; aynı zamanda bu coğrafyada yaşayan herkesin geleceği hakkında düşünmesini sağlayacak güçlü bir uyarı metni.