Kürt meselesinin çözümü için başlatılan süreç kapsamında Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun 5’inci toplantısı dün yapıldı. Komisyonda Barış Anneleri’nden Nezahat Teke ve Rebia Kıran’ın Kürtçe konuşma talebi kabul edilmedi.
Komisyon toplantısında dinlenen Barış Anneleri’nin Kürtçe söyledikleri sözler tutanaklara, “…” şeklinde üç nokta olarak ve “Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi” notuyla geçti.
Nezahat Teke ve Rebia Kıran’ın Kürtçe konuşma talebi, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş tarafından “Meclis içtüzüğü ve resmi dil düzenlemesi” gerekçesiyle reddedildi. Kurtulmuş, toplantıya Türkçe devam edilmesini istedi.
Nezahat Teke, Kürtçe konuşmasına izin verilmemesini “haksızlık” olarak nitelendirdi.
Barış Annesi Rebia Kıran, sözlerine Kürtçe başlarken, uyarılar üzerine Türkçe devam etti.
Kürtçe konuşmaya izin verilmemesi tepkilere de yol açtı.
Dünkü komisyonda yaşananlar tutanaklara şöyle yansıdı:
“Öncelikle Nezahat Teke Hanımefendi’ye söz veriyoruz. Buyurun.
NEZAHAT TEKE – Öncelikle Sayın Başkan, Komisyon üyelerini saygıyla selamlıyorum.
Aslında ben bir Kürt anneyim. Eğer bugün burada Kürtçe konuşsaydım kendimi daha güzel ifade edebilirdim ama o imkân bana verilmediği için Türkçemin yettiği kadarıyla konuşmaya çalışacağım.
Ben Diyarbakır barış analarından Nezahat Teke.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Diyarbakır) – Sayın Başkan, konuşsun. MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) – Sayın Başkan, biz çeviri yapabiliriz. MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Diyarbakır) – Biz çeviririz Başkanım.
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Arkadaşlar, burada bir şey yaparken başka bir şeyi yıkmayalım. Dolayısıyla, herhangi bir şekilde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin her ne kadar Genel Kurulunda değilsek de Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuralları.
geçsin.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) – Çeviriyi gönüllü yapmayı öneriyorum. Ben çeviri yaparım, tutanaklara Türkçe
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Eyvallah.
Buyurun, devam edin.
NEZAHAT TEKE – Bildiğim kadarıyla…
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Annemizin talebi tutanaklara geçti. Buyurun.
NEZAHAT TEKE – Bildiğim kadarıyla Türkçe konuşacağım, Türkçemin yettiği kadarıyla. Belki tüm kelimelerim anlaşılmayabilir çünkü benim ne okumam var ne yazmam var.
Ben bir Kürt anneden doğdum. Bugün sadece kendi adıma burada değilim, binlerce anne adına buradayız çünkü 3 kişi bizden istemişti ve yirmi beş yıldır sokaklarda analar ağlamasın, silahlar sussun, evlatlarımız ölmesin… Bunu söylerken sadece Kürt anneleri için demedik, hep Türk ve Kürt anneleri çünkü anne annedir. Eğer acı çekiyorsam, sen ne benim acımın farkı diğer anneninkinden var ne onun ki benimkinden var. Yirmi beş yıldır hep bu lafı söyledik. Yani kusura bakmayın, içinde takılıyorum, çünkü tam dile getiremediğim için yani 21’inci yüzyılda yaşıyoruz ve hâlâ ben Türkçe kendimi ifade edemiyorum, ben buna gerçekten çok üzüldüm, bunu tekrar etmek istiyorum. Çünkü benim çektiğim acılar hep Kürtçeyi, dinlediğim ninniler hep Kürtçeydi, döktüğüm göz yaşlarım hepsi Kürtçeydi ve bu Komisyon kurulduğu zaman bizim için bir ümit doğdu. Çünkü 27 Şubatta biz Diyarbakır’dan Sayın Öcalan’ın açıkladığı bir açıklamayla ve ondan sonra bu Komisyonun kurulmasıyla içimizde bir ümit var bir yanda ama 27 Şubattan bu yana kadar şu anda 8’inci ayın 20’sindeyiz -yanlış olmazsa- ve herhangi bir adım yok. Bizim çalışmamız sadece anaların ağlamaması içindir, analar ağlamasın diye. Ne için ağlamasın? Silahların susması gerekiyor, adımların atılması gerekiyor. Yani dedim, benim ne okumam var ne yazmam, keşke okuma yazmam olsaydı burada sayfa sayfa okuyarak ne takılırdım ne her şeyi daha güzel dile getirirdim. Bizim amacımız devletten adım atmaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisinden, Komisyondan özellikle bu sürecin ilerlemesi için heyetin sadece İmralı’ya gidip gelmesi, haftada bir mi gidiyor, yirmi günde bir mi gidiyor, ayda bir mi gidiyor… Böyle olmuyor. Sayın Öcalan’ın çıkıp da bu süreçte bire bir destek sunması gerekiyordu çünkü ne kadar kabul etmesek de çağrısından belli oluyor “PKK kongresini gerçekleştirsin.” “Ateşkes ilan etsin.” ondan sonra “Silahlar yakılsın.” Bunun her şeyi yerine geldi ama karşılığından somut bir adım bekliyoruz, bu anaların acısını dindirecek bir adım.
Biz çok öldük. Çok derken, tüm annelere söylüyorum, tüm halka söylüyorum, sadece tekil konuşmuyorum ben ama bakıyorum, en çok ölenler, en çok barışı isteyenlerdir. Ben bu süreçte kendi evladımı kaybettim. Hiçbir anne kendi evladını kaybetmek istemez, ne olursa olsun. Benim kızım 19 yaşında kendi bedenini ataşe vererek tecrit için kendini yaktı ve Bu tecrit hâlâ devam ederken dizlerim titriyor, korkuyorum başkaları da mı yapacak diye, her tecrit meselesi olduğunda ben çok korkuyorum. Ben öyle bir acı çektim ki yirmi beş yıldır kızımın yanan saçının kokusu hâlâ benim burnumda ve ben o gün o kadar acı çektim ki söz verdim kendi kendime… Şimdi diyeceksiniz “Tamam, barış olsa kızın geri gelecek mi?” Gelmeyeceğini iyi biliyorum. Başka analar ağlamasın diye mücadele ediyorum. Kendi kendime söz verdim, ben ağladım ama başka analar ağlamasın. Bir asker cenazesi geldiği zaman televizyonun başında anasıyla ağlıyorum “Yavrum!” dediği zaman benim ciğerim parçalanıyor. Bir polis cenazesi geldiği zaman annesiyle ağlıyorum. Bir gerilla annesinin ağlamasıyla ağlıyorum çünkü anneyim acı gördüm. Bu acıları dindirmemiz gerekiyor, bu acılara son vermemiz gerekiyor. Bu savaş ne zamana kadar sürecek? Elli yıldır sürüyor. Hani isterseniz “savaş” deyin isterseniz “çatışma” deyin, ne derseniz deyin ama sonlanması gerekiyor. Öncelikle bu tecridin kalkması gerekiyor. Hani göz önünde bir şeyler bulalım. Biz halkın içine giriyoruz “Barış iyi bir şeydir. Barışın zararı yok. İnsanlar ölmez.” bize diyorlar ki: “Tamam, siz söylediniz, söylediniz ama devlet tarafında göz önünde bulundurulacak herhangi bir adım atılmamış.” Biz somut adım istiyoruz, bir şeyler olsun. Ben bir anneyim, barış istediğim için hiç bir zaman alkış bile yapmadım çünkü kendime yakıştırmıyorum. O annelerin tek sloganı vardı “Gencecik evlatlarımızı değil de silahları toprağa gömelim.” hep bunu derdik. “İnsanlar ölmesin.” dediğimizde savcılık tarafından bize “Savaş var mı ki barış istiyorsunuz?” deniyordu. Eğer yoksa bu insanlar neden ölüyor, bunu soruyorum. Ben bir yıl boyunca ev hapsine alındım “Savaş yok sen neden söylüyor?” diye. Analar ağlıyorsa demek ki bir şeyler var, adını ne koyarsanız koyun, var demek ki bir şey, bunu kabullenmemiz gerekiyor. Ama şu anda eksi ve artıların peşinde değiliz. “Kimisi diyecek, ben çok verirdim.” Sakine anayı hepiniz biliyorsunuz, televizyonlardan da duymuşsunuzdur 5 evladını vermişti ve hâlâ barış için mücadele ediyordu. Defalarca başvuru yaptı Türkiye Büyük Millet Meclisine görüşmek istiyorum, ben ağladım başka analar ağlamasın diye. Öyle dindar bir anneydi ki gözyaşları aktığı zaman kafasını havaya kaldırıyordu gözyaşlarım dökülmesin çocuklarım incinmesin diyordu ama o hasretle gitti, görmeden gitti. Biz de Sakine ananın yetiştirdiği öğrencileriyiz, kızlarıyız bunu diyelim. Sakine ana gözü açık gitti ümit ediyoruz ki başka analarının gözü açık gitmesin. Çözüm arayalım. “Ben bunu çektim.” falan… Herkes bu acıyı çekti, bundan bir şey çıkmaz. Hâlâ uçakların sesiyle uyanıyoruz. Eğer bir çözüm varsa, bir komisyon kurulmuşsa öncelikle bu uçakların ses dursun. Ölüme karşıyız, insanlar ölmezsin. İnsanın dini, dili, ırkı, kimliği ne olursa olsun benim için insan, insandır, hepimizi Allahutaala yaratmış. Buna karşı durmamız gerekiyor. Çözüm için ne yapmamız gerekiyorsa onu yapalım. Ha, taşın altına koymazsa elimizi değil, gövdemizi taşın altına koymaya hazırız. Şu anda cezaevlerinde binlerce insan var, hasta insan var. Biz cezaevi kapılarını da gördük. Her şeye rağmen, her şeye rağmen omuzlarımızda ne düşüyor? Hiçbir zaman bir Kürt annesi ben diyebilirim kin ve nefretten bahsetmedi. Bir annenin çocuğunun kemikleri kargoyla anneye teslim ediliyorsa ve eğer o anne hâlâ durup diyorsa “Barış olsun, başka analar ağlamasın.” ben o annenin elini öpüp anlıma koyarım; ister Türk olsun ister Kürt olsun benim için anne annedir, tüm anneler baş tacıdır ama kin ve nefretle ne zamana kadar sürdürelim, gençlerimizi ne kadar daha toprağa gömmeye götürelim? Yeter artık, bir şeyler yapın. Bu Komisyona çok büyük görevler düşüyor. Komisyon burada konuşup… Şimdi kabul etsek de etmesek de İmralı işin içinde değil mi? Evet, içinde. Sayın Öcalan’ın söylediğini biliyoruz, çözüm için çabalıyor, Komisyonun onunla da görüşmesi gerekiyor. Komisyonun kendi arasında, işte, “Kendin pişir, kendin ye.” meselesi olmasın. Eğer işin içindeyse birlikte yürütmeleri gerekiyor, ben bu ne söylemek istiyorum. Diyorum ya, hani. Kürtçe anlatsaydım daha güzel anlatırdım diye, ben kelimeleri bir araya getirmekte zorlanıyorum yani. Kusura bakmayın, bugün en büyük haksızlık bana oldu, tam ifade edemediğim için. Gerçekten, bilseydim Diyarbakır’dan bir tercüman getirirdim, beni tercüme etmesi için.
KEMAL ÇELİK (Antalya) – Gayet güzel konuştunuz.
NEZAHAT TEKE – Lafımı kesmeyin, kendimi unutmayayım, zaten genç kızımız konuştuğundan beri kalbim şu anda
sıkışıyor.
O kadar acı çekmişiz ki buna rağmen de varız. Omuzlarımıza ne düşerse, ne gerekirse… Silahların susması diyoruz biz
Sayın Başkan.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Tamamlayın lütfen. Buyurun.
NEZAHAT TEKE – Silahlar yakıldı. Gözümle göreyim diye, bir anneyim, 30 kişilik bir grupla, yüzlerce kişinin gelmesiyle silahlar yakıldı. Silahların yakılması bana göre ne anlama geliyor? Yakılan bir şeyden artık bir şey çıkmaz. Eğer başka silahların yakılmasını istiyorsak -tabii, hepimiz istiyoruz silahların susmasını, silahların hepten bırakılmasını, yakılmasını- silahlarını yakan kişilere bir fırsat verilmelidir. Eğer o insanlar gelip -daha önce de gelenler oldu, hepsi cezaevlerinde çürüdüler- müebbet hapis cezasına çarptırılırsa nasıl diğerleri ikna olur, diğerlerini ikna ederiz “Siz de silahlarınız yakın.” deriz? Çözüm istiyorsak eksiyi artıyı aramamız gerekmiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Buyurun, tamamlayın lütfen.
NEZAHAT TEKE – Yıllardır kocaman bir defter konuldu, gelen giden bu anaların evlatlarının kanıyla o kalemi batırıp imzaladılar ve biz analar neyi istiyoruz biliyor musunuz arkadaşlar? Yepyeni bir sayfa, tertemiz bir defter, anaların tülbendi gibi bembeyaz şeffaf bir defter kurmak istiyoruz. Giden gitti, gidenleri geri getiremiyoruz ama kalanlar gitmesin, başka analar ağlamasın. Ne asker anası ağlasın ne polis anası ağlasın ne gerilla anası ağlasın çünkü biz anayız. Bizim çabamız… Tekrar ediyorum: Omuzlarımıza, Barış Analarının omzuna… Şu anda sadece Diyarbakır ve İstanbul’da değil, 35’e yakın bizim analarımız var, her ilde anaların bir komisyonu, meclisi var ve hepsi biraz ağızdan tek kelimeyle… 4 evladını veren anne var içimizde ama hâlâ çıkıp “Ben ağladım başkaları ağlamasın. Ben o anaların elini öper, alnıma koyarım, kim olursa olsun.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Buyurun, tamamlayın lütfen. NEZAHAT TEKE – Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Rica ediyoruz, kimin omzuna ne düştüyse yapın, yeter, analar ağlamasın. Zaten en çok ölenler, en çok barışı isteyenlerdir.
Saygıyla selamlıyorum ve dilimle konuşmadığım için de kusura bakmayın, vallahi ben çok kırıldım.
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Vallahi Nezahat Hanım, kendinize hiç haksızlık etmeyin, bakın, burada 51 siyasetçi var, hepsinin en büyük vazifesi çoğu zaman konuşmaktır; vallahi herkesten iyi konuşuyorsunuz, mükemmel bir Türkçeniz var, görüşleriniz dolayısıyla da çok teşekkür ederiz. Özellikle “Evlatları değil silahları gömelim.” sözünüzü herhâlde konuşmanızın özeti olarak almak mümkündür.
Evet, şimdi, ikinci sözü Sayın Türkiye Bozkurt’a veriyorum. Buyurun.
TÜRKİYE BOZKURT – Teşekkür ederim.
Ben de İstanbul’dan Barış Annelerinden geldim. Bu barışa el atan kişilere, bir laf söyleyen kişilere teşekkür ediyoruz. Yirmi yedi yıldır biz Barış Annelerini kurmuşuz, barış için hep mücadele etmişiz fakat ben de istiyordum, gerçekten kendi dilimle konuşayım bu yüz yıllık problem için. Hâlâ da burada biz kendi dilimizle, ana dilimizle konuşamıyorsak demek ki burada bir problem vardır. Ben de Türkçe bilmiyorum, okuma yazmam da yoktur ama bildiğim kadar söylerim, Türkçem çok bozuktur çünkü ana dilim değildir. Ama ben istiyordum kendi ana dilimde konuşayım maalesef hâlâ daha problemler devam ediyor.
Şimdi, barışı, bir de savaşı kimseden sormamak gerekiyor, annelerden sormak gerekiyor çünkü savaşın verdiği zararı, ziyanı, acısını en çok anneler ifade edebiliyor, o anneler söyleyebiliyor. Çünkü patlayan her mermi önce bir annenin ciğerine geliyor. Şimdi, bu yüz yıllık problemi Türkiye hâlâ dile getiremez. Biz kitaplarda okumadık, biz sadece yaşadık. Biz kendimiz 4 bin küsur köyün yakılmasını gördük. Bu faili meçhullere -arkadaşlarımız söylediler- biz bunlara da tanık olduk çünkü biz göz yaşlarımızı tutamadık, Besna Tosun konuştuğu zaman gerçekten biz tutamadık yani göz yaşlarımızı. Ama sadece 3 anne burada dile getiremez bu kadar sorunu, yüz yıllık sorunları, bu kadar sorunları 3 anne dile getiremez. Biz istiyorduk burada her barış annesi kurumundan bir kişi burada olmalıydı. Biz her barış istediğimiz de diyorlardı bize “Savaş mı var siz barışı istiyorsunuz?” Tamam, doğrudur, savaşı kabul etmiyorsunuz ama vardır, ama her gün cenazeler geliyor, ya gerilla geliyor ya asker geliyor ama annenin bir dili, bir ırkı yoktur, annenin bir mezhebi yoktur, ana anadır, kim olursa olsun anadır çünkü acısı en acıdır, en acıyı yaşıyor ancak bir ana bir anayı tam anlayabiliyor, kimse anneden fazla anlamaz. Onun için yani bizim o kadar içimiz doludur, biz her şeyi on dakikayla dile getiremeyiz. Ancak günlerce burada otururuz, yüz binlerce anneyi dinlemek gerekiyor, Kürt annelerini çünkü hepsinin hayatları kitaptır, hayatları tarihtir. Onun için, gerçekten bize bu saatler yetmiyor. Ben de bir anneyim, biz halkın içindeyiz şu an, halk diyor ki… Tamam çünkü birkaç keredir bu barış, çözüm süreci olmuştur, Dolmabahçe’de olmuş, Habur Kapısı’nda Diyarbakır’dan Habur Kapısı’na kadar insan seli oldu, gerillaları karşıladılar ama geldiler, onları cezaevine attılar. Dolmabahçe’de biz on sekiz ay oturma eylemi yaptık, on sekiz ay. Biz dedik ki: Bu barış, bu masa artık tekrar kurulsun, artık analar ağlamasın. Yani şu an tek Kürtlerden 45 bin insan öldürülmüş. Bunlar tamam… Biz diyoruz ki: Bunun hesabını kim verecek? Ama biz hesap istemiyoruz, biz diyoruz ki: Yine bu barış olsun. “…”(1) Öcalan 27 Şubatta bir çağrı yaptı gerillaya, gerilla onun çağrısını yerde bırakmadı çünkü “…”(2) Öcalan şimdiye kadar hiç yanlış yapmamış, bundan sonra da yanlış yapmaz çünkü Kürt halkı ona güveniyor. Onun için, biz istiyoruz ki bu Komisyonda onu dinlemeliler çünkü gerçek muhatabı odur. Tamam, anneler ama gerçek muhatabı odur. Onunla görüşmeliler, dinlemeliler, koşullarını biraz daha rahat ettirmelilerdir. Ben de bir anne olarak ben bir tutsak ailesiyim, benim kızım 14 yaşındayken lise 1’inci sınıfta benim kızım Diyarbakır Çınar’da gözaltına alındı, kızım o zaman yirmi yedi gün kayıp kaldı, burada avukatı da var, Sayın Meral Danış avukatıydı, benim kızım yirmi yedi gün kayıp kaldı, sonra kızım on sekiz ay kaldı, kızımı beraat ettirdiler ama şu an kızım tekrar cezaevinde, yirmi yedi yıldır kızım cezaevinde fakat bu adımlar sadece kızımla bu iş çözülmez, bu adımlar atılmalıdır. Yani halk buna güvenmiyor. Biz ailelere gidiyoruz, halka gidiyoruz, halk bize diyor ki: Biz vermiyoruz çünkü hiçbir adım yok. Kürtlere düşen bütün adımlar atıldı aslında çünkü silahlar yakıldı, parti feshedildi, bunların hepsi oldu ama maalesef bir karşılık verilmedi. Yani bu halkın o acısını, o şeyini biraz dindirmesi
(1) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi.
(2) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi.
için bir adım atılmalıdır. Mesela başta “…”(3) Öcalan… İkincisi, bu cezaevleri. Bu cezaevlerindeki hasta tutsaklar daha bırakılmadı, bir yasa çıkarılmadı. Bu otuz yılı dolduran insanlar cezaevinde tutsaklar, bunlar çıkmadı. Daha önce idam kararı vardı, idam kararını kaldırdınız fakat ağırlaştırılmış müebbedi getirdiniz. Dediler “Ölünceye kadar cezaevinde kalacaklar.” Cemil Çiçek dedi ki: “Yok, yok ölünceye kadar değil, yaşayıncaya kadar.” Çünkü “ölünceye kadarın” ismi biraz daha acı gözüküyor ama “yaşayınca kadar” aynıdır çünkü ikisi de aynı laf, aynı yerden çıkıyor. Biz istiyoruz yani şimdi bir adım atılmalı, önce “…”(4) Öcalan’ın sonra bu cezaevlerinin koşulları, bu hasta tutsaklar bırakılmalı ama kanun altına almalıdır, Anayasa çıkmalıdır. Yoksa bugün bırakıyorsun yarın tekrar alıyorsunuz, olmaz bu, biraz güvence olmalıdır. Biz anneler olarak biz bunu istiyoruz, sonuna kadar da biz barış için devam edeceğiz, barış istemişiz devam edeceğiz çünkü -ben başta da söyledim- anne annedir, cinsi ırkı yoktur, dini de yoktur; anne annedir. Onun için bakın, biz Filistin’i görüyoruz hepimiz, Filistin’i görüyoruz. Bizim de insanlarımız asit kuyularına atıldı. Yani şu an biz kendimizi Filistin’den hiç ayrı tutamıyoruz yani çünkü bizde de aynı zülüm oldu. Çocuklarımızın kolları kırıldı, böyle canlı canlı kolları kırıldı. Bizim hepimizin annelerin belki şu anda 10 tane, 20 tane davalarımız vardır. Biz demişiz ki: Kimse ölmesin, anneler ağlamasın, ana dilde eğitim olsun, barış olsun, bizim şeyimiz buydu, başka bir şey yoktu, sadece barışı istedik. Yani suçumuz o başka bir şey yok. Anneler cezaevine girdi, anneler ev hapsi yediler. Onun biz tekrar söylüyoruz, bir an önce bu adımlar atılmalıdır. “…”(5) Öcalan’la görüşmelidir Komisyon, ben tekrar söylüyorum: Kim olursa olsun, bu Komisyon barış için bir laf söylüyorsa biz onlara teşekkür ediyoruz, biz sonsuza kadar barışı isteyeceğiz. Yani ömrümüz yetmese de inşallah gözümüz görecek, gözümüz açık gitmeyecektir.
Teşekkür ediyoruz bize söz verdiğiniz için, sağ olun.
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Şimdi bu bölümdeki son sözü Sayın Rebia Kıran’a veriyorum. Buyurun.
REBİA KIRAN – “…”(6)
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) – Sayın Başkan, biz çeviri yapabiliriz. TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Konuşmanıza Türkçe devam edin. MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Diyarbakır) – Sayın Başkan, konuşsun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Erzurum) – Başkanım, ben çeviri yapayım, tutanaklara Türkçe geçsin.
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Buyurun Sayın Kıran.
REBİA KIRAN – Kim bu barışa vesile oluyorsa hürmetimiz, selamlarımız onlaradır. Bu söz eğer Sayın Öcalan’dan çıkmış bu barış için, biz barış anneleri olarak bu barışı destekliyoruz, bu barışın arkasındayız. Ne kadar ömrümüz yetiyorsa barışı söyleyeceğiz. Barış bir suç değil, altın tahttır. Şimdi, eğer bu Komisyon, bu Meclis bu altın tahta sahip çıksa bu ülkede, Türkiye’de, Türkiye gibi bir ülke gülle gülistanlık olur. Biz ondan önce, Öcalan’ın özgürlenmesini istiyoruz. Gelsin -siz dediniz- Mecliste otursun, derdimizi birbirimize anlatalım. Şimdi, hâlâ tecrit var. Biz analar olarak halkın içine giriyoruz, her yerde toplantı alıyoruz, bu halkın fikrini alıyoruz. Halk bize ne diyor? Analar söylediler, bize ne diyorlar? Diyorlar ki: “Hani barış nerede, bir adım atılmamış.” Bundan sonra inşallah adım atılacak, bu silahların yerinde güller, çiçekler olacak. Kimse çocuklarını, Türk, Kürt anaları çocuklarını ölüm için büyütmemişler. Eğer bu ülkede, Türkiye’de hak, hukuk, adalet olsaydı çocuklar dağa çıkmazdı. Okula gidiyorlar, okul kazanıyorlar; hakları yoktur bir yerde. Bir kelime Kürtçe konuşsa hakları yoktur. Biz, şimdi, barış anaları olarak buradayız. Mademki adalet istiyoruz, ana dilimizde burada konuşmak gerekiyordu. Eğer hak, hukuk istiyorsa, burada ana dilimizi konuşmak istiyorsa belki ben kendimi daha rahat ifade ederdim. Ben ana dilimle kendimi daha rahat ifade ederdim. Şimdi, bir Türk anası Kürtçe bilmiyorsa, ben onu zorlasam illaki sen Kürtçe konuşacaksın, iyi bir şey değil. Biz bunu, okulumuzu istiyoruz, dilimizi istiyoruz, Anayasa’ya girsin; güzel bir şey bu ülkeye gelsin ki birbirimize güven olsun. Biz bir bayrağın altında yaşıyoruz. Biz – başka bir şey- ana dilimizi istiyoruz, kültürümüzü istiyoruz ki beraber yaşayalım. Beraber bu ülkede birbirimize kardeş, birbirimize kız vermişiz, torunlarımız vardır birbirimize; Kürt, Türk birbirine karışmış. Biz şimdi eğer bir çağrıyla, Sayın Öcalan bir çağrıyla eğer bu halkı toplamış, bu Kürt halkı onun arkasındadır. Siz de asker anaları, polis anaları, bizi yan yana bu elli iki senedir… Bizim çağrımız, biz ne zaman açıklama yapmışız, bizim çağrımız, onlara, o analaradır. Acımızı analar söylediler, acımız aynıdır. Onlar diyorlar: “Vatan sağ olsun.” Vatan yerinde kalıyor, bizim çocuklarımız toprağın altına giriyorlar. Eğer biz ele ele verseydik vatan da sağ olurdu, bizim çocuklarımız da sağ olacaktı. Şimdi, diyorlar: “Gerilla gelsinler.” Acaba hangi şartla gelecekler Türkiye’ye? Onları cezaevine tıkacaklar, otuz sene muhabbet, ağırlaşmış ceza; böyle barış olmaz. Madem ki öyle istiyorsunuz onlar da gelsinler, siyasetin içine girsinler, siyaset yapsınlar bu ülkede. Görüyoruz, kaç sene önce Rusya’nın bir uçağı biraz Türkiye’nin sınırını geçti,
(3) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi.
(4) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi.
(5) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi.
(6) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.
Türkiye’nin uçağı onu vurdu, o uçağı düşürdüler. Şimdi sınır ihlal ediliyor, o sınırlar ihlal ediliyor. Suriye ortadadır. Birbirimize diyoruz “Biz kardeşiz.” Söz geldiği zaman, vallahi biz kardeşiz, Türk-Kürt kardeşiz, beraber bu vatanı korumuşuz. Çanakkale göz önündedir, beraber bir yola gitmişiz. Çocuklarımız askerlik yapıyorlar, askere gidiyorlar. Hiçbir şey Kürtlerle Türkiye’den eksik olmamış, beraber yürüyoruz ama bakıyoruz… Hatta Kürt’ün ismi “terörist” olsa bu kabul edilmez, bunu da kaldırın. Sizin medya o sivri dilini kullanıyorsa bunları durdurun, mademki barış olacak bunların dilini durdurun ki birbirimize sarılalım; asker anaları, gerilla anaları birbirimizi tanıyalım. Biz birbirimizin derdini biliyoruz. Onları dolduran, onların kafasına şiddeti dolduran… Rica ediyorum bu Meclisten, bizi yan yana getirsinler, elini uzatmasınlar Suriye’ye. Zararı bir tek Türkiye’ye olmayacak. Niye Türkiye elini uzatıyor oraya? Yok. Hak, hukuk, adalet istiyoruz ya; eğer hak, hukuk, adalet varsa fark yoktur demek ki. Biz bundan sonra… Bu Anayasa’yı değiştirmek bu Meclisin hakkıdır, Türkiye’nin hakkıdır, insanların hakkıdır. Eğer ben ağlıyorsan başka analar ağlamasın, eğer ben bu acıyı çekiyorsam başka analar bu acıyı çekmesinler, eğer ben korkuyla yatıyorsam başka analar, başka aileler o korkuyla yatmasınlar. Bir devlet insanlarını koruyor. Değil ki kimse şiddetle varmamış bir yere; kimse şiddetle, silahla, ölmekle, öldürmekle, tutuklamakla bir yere varamamış. Kan kanla yıkanmamış, kan barışla ortaya gelmiş. Eğer bizim coğrafyamızda, Kürt coğrafyasında 2 tane aile birbirine düşse bir anne beyaz tülbendini ortaya atsa hemen o savaşı, o kavgayı durdurur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Tamamlayınız.
Buyurun.
REBİA KIRAN – O kadar ki kıymeti vardır. Biz Ankara’da barış anaları olarak beyaz saçımızı ortaya attık, tülbendimizi ortaya attık barış için, tülbendimizi yaktık barış için; o kadar kıymetlidir. Bizim Türkiye’de başvurmadığımız yer kalmamıştır, kapıyı çalmadığımız yer kalmamıştır. Biz bu ülkenin insanlarıyız, uzaydan gelmemişiz, bu ülkenin insanlarıyız. Bu Komisyon hakikatle, adaletle yürüse iyi olur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Tamamlayın.
Buyurun.
REBİA KIRAN – Kimse kimsenin üstü değil. Biz mademki barış istiyoruz, kardeşlik istiyoruz, bu savaşı durdurmak istiyoruz “terörist” ismini artık Kürt’ün üstüne kullanmaması gerekiyor, bu basının dilinin durması gerekiyor; bunu istiyoruz Barış Anneleri olarak.
Her şeyden daha önemli, sudan, ekmekten daha önemli, barış bize lazımdır, her şeyden daha önemli barış bize lazımdır. Bir canımız vardır, barışa feda olsun, yeter ki analar ağlamasın, bu gencecik çocuklarımızı toprağa vermeyelim. Biz adalet istiyoruz, mademki bu Büyük Millet Meclisi…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Tamamlayın, lütfen. Buyurun.
REBİA KIRAN – Eğer Kürt-Türk birlik olsa bütün dünya ayağımıza gelir, biz kimsenin ayağına gitmeyiz, Türkiye kimsenin ayağına gitmez. Bu ülkeye barış, huzur… Savaş ölümü getirir, talanı getirir, köyleri boşaltır yani gözyaşı çok olur; biz bunun karşısındayız, bunu istemiyoruz Barış Anneleri olarak. Bütün dünyada barış olması gerekiyor. Biz birbirimizle kucaklaşalım, bütün dünya birbiriyle kucaklaşır, bütün dünya da birbirine kucaklarını açar. Biz herkese örnek olacağız, örnek olmak için…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Tamamlayın, lütfen. Buyurun.
REBİA KIRAN – Mademki barış istiyoruz, mademki silah istemiyoruz, bu silahı susturmak için ben bu Meclisten, bu Komisyondan rica ediyorum. Kimse kimsenin düşmanı değil, bir ülkede yaşıyoruz, bir bayrağın altında yaşıyoruz. Öcalan’ın özgürleşmesini istiyoruz, ondan sonra, gerillanın özgürleşmesini istiyoruz. Askerler de, gerilla da, polis de hepsi anaların çocuklarıdır. Hiçbir zaman Barış Anneleri dememiş ki: “Bu ölsün, şu ölsün!” Biz ölümün karşısındayız, ölüm istemiyoruz.
Bak, kız kendi derdini söyledi, babasının, dedesinin derdini söyledi. Eğer bu ülkede böyle bir şey varsa önünü keselim. Bu devlet bu halkın karşısına çıksın, desin ki: “Özür diliyoruz.” Özür kimseyi küçük düşürmüyor, büyütüyor insan kendini. Bir devlet eğer -bir halkın içinde- bir halkın önünde kendi özrünü dilese en büyük devlet odur. Çünkü ben bir anne olarak… 70 yaşındayım, yirmi sene ceza bana verdiler.
Şimdi, ben barış istiyorum. Barış çok zordur. Savaş hemen oluyor. Ben, şimdi, bir anne olarak burayı -hepsini- savaşa döndürebilirim ama barış zordur. Kim elini bu taşın altına koymuşsa hakikatle, adaletle yaklaşsın, bu barışı Türkiye’ye getirelim beraber. Kürt-Türk kardeş olsunlar, kardeşiz, kimse kimsenin düşmanı değil… Eğer hak, hukuk olsaydı…
Vallahi çocuklarımız o silaha âşık değildi, o ağaçların, taşların altında susuz, ekmeksiz, ayakkabısız, kış demeden, yaz demeden âşık değildi. Eğer hak, hukuk bu ülkede olsaydı… Hak, hukuk şimdiye kadar olmamış, şimdi olsun, rica ediyorum Meclisten, bu Komisyondan, bundan sonra ölümler olmasın, analar ağlamasın; biz bunu istiyoruz. Eğer bir kelimeyle, Sayın Öcalan o kadar halkı yan yana getirdiler, siz de Türkiye Millet Meclisi, Barış Analarını, ciğeri yanan anaları, asker analarını, polis analarını yan yana getirin, bizim ricamız bu Komisyondan budur. Keşke ana dilimle konuşsaydım daha güzel konuşurdum, daha güzel şeyler söylerdim. Hepiniz, gençler benim çocuklarımdır, yaşlılar benim kardeşlerimdir, benim ağabeylerimdir. Ben, bunu rica ediyorum bir anne olarak. Suriye göz önündedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Lütfen tamamlayınız.
Buyurun.
REBİA KIRAN – İran bir saatte, İsrail nasıl uçakları kaldırdı füzeyle, nasıl etti, ölümlere vesile oldu, o zaman biz korktuk, anne olarak biz korktuk, acaba bizim başımıza da böyle bir şey gelecek mi diye. Biz, savaş istemiyoruz, hiçbir ülkede, hiçbir devlette istemiyoruz, istemiyoruz, istemiyoruz. Ölesiye kadar, ölene kadar biz barış isteyeceğiz. Bir canımız var, barışa feda olsun. Sudan, ekmekten daha ziyade barışa ihtiyacı var bu ülkenin, bunu istiyoruz. “…” (7)
TBMM BAŞKANI NUMAN KURTULMUŞ – Değerli arkadaşlar, Komisyonun toplantısının ilk bölümü böylece son ermiştir.
Şimdi, toplantılarımıza on beş dakika ara veriyoruz.
Kapanma Saati: 15.42
Tutanaklara bu linkten ulaşabilirsiniz..