Bugüne kadar hedefleri tutturabilen bir Orta Vadeli Program (OVP) gördünüz mü? Ya da OVP’lerdeki makroekonomik hedefler arasında bir korelasyon kurabildiniz mi? Veyahut Türkiye ekonomisinin acil çözümlenmesi gereken yapısal sorunlarına ilişkin hedefler? Bu sorulara olumlu yanıtlar vermek pek mümkün değil! Buna karşın, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz 2026-2028 dönemini kapsayacak OVP hazırlıklarını katılımcı bir anlayışla sürdürdüklerini belirterek, şu açıklamayı yapabiliyor: “Bugün iş dünyamızın lokomotif kuruluşlarından Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) yönetimiyle bir araya gelerek talep, beklenti ve önerilerini dinledik. Türkiye’nin kalkınma hamlesinde, üretimden ihracata, istihdamdan sosyal refaha kadar en büyük katkıyı sağlayan kesimlerden biri şüphesiz ki, iş dünyamızın kıymetli temsilcileridir. ‘Türkiye Yüzyılı’ vizyonu doğrultusunda makroekonomik istikrarı güçlendirmek, yatırımı ve istihdamı artırmak, sosyal refahı geniş kesimlere yaymak için çalışmalarımızı aralıksız bir şekilde sürdürüyoruz. OVP’yi de bu hedeflere ulaşmak üzere kapsayıcı bir şekilde, ortak akıl ve istişare zemininde hazırlıyoruz”.
Hedefler gerçeklere değil hayallere dayanıyorsa!
Sonrasında da bir önceki OVP’de yer alan hemen her hedefi ardı ardına sıralıyor: Makroekonomik ve finansal istikrarın kalıcı hale getirilmesi; yani enflasyonun kalıcı olarak tek haneye düşürülmesi, kamu maliyesinin disiplin altına alınması ve finansal istikrarın sağlanması gibi unsurlar…
Kamu malî reformlarının hayata geçirilmesi; yani kamu harcamalarında etkinliğin artırılması, bütçe disiplininin sağlanması ve kamu borcunun yönetilebilir seviyelere çekilmesi gibi adımlar… Ar-Ge ve yenilikçilik kapasitesinin geliştirilmesi; yani ekonomik faaliyet alanlarında yenilikçilik kapasitesininin ve yüksek katmadeğerli üretimi teşvik etmek, böylelike Türkiye’nin rekabet gücünü artırmak ve teknoloji odaklı bir büyüme modeline geçişi sağlamak… Yeşil ve dijital ekonomiye geçişe yönelik teknolojik dönüşümün sağlanması; yani sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda çevre dostu üretim yöntemlerinin ve dijitalleşmenin yaygınlaştırılması… Beşerî sermayenin güçlendirilmesi ve işgücü piyasasının etkinleştirilmesi; yani işgücünün niteliğinin artırılması ve istihdam oranlarını yükseltmek…
Devamı da var, ancak pek çoğu bir önceki OVP’de de yer aldığı için çok da uzatmaya gerek yok, zira hemen hepsi bir hedef olarak konmuş ve yine hemen hepsinde hedeflere yönelik önemli bir adım atılmış değil. Büyük olasılıkla iki yıl sonra da benzer bir durumla karşı karşıya kalacağız ve aynı maddeleri tek tek sıralayacaklar!
Eğitim kalitesi diplerden yeni dipler ararken…
Sanki başka bir dünyada yaşayan insanlar tarafından hazırlanan bir program OVP ve sanki bugüne kadar hedefler hiç tutturulamadığı için mecburi bir ödev olarak hazırlanmış bir metin… Bu hedeflerden sadece birine şöyle bir bakmak bile bunu anlamak için yeter de artar bile! Şu ‘beşerî sermayenin güçlendirilmesi ve işgücü piyasasının etkinleştirilmesi’…
Bu ülkenin en temel sorunlarından biri eğitim… Eğitimin kalitesi ortada, her yıl biraz daha niteliksiz bir hâl alıyor. Devlet okullarında tuvalete konacak sabun için bile okul yönetimleri velilerden para istiyor. Bu ülkede yetkili kurumlar zorunlu eğitim çağındaki çocuklara bir öğle yemeğini bile çok görüyor. Ortaokuldan mezun olan çocukların pek çoğu, en niteliksiz işlerde bile çalışacak bilgi ve beceriye sahip değil. Dört aritmetik işlemini bile yapmakta zorlanıyor.
Devlet okulları böyle de, sanki özel okullar farklı mı? Tek farkı şu; bir umut, yüz binlerce lirayı bu okullara ödeyen veliler, çocuklarının iyi bir eğitim almasını ve iyi bir üniversiteye girmesini istiyor. Sonuç? Genelde o yüz binlerce lira boşa gidiyor. Zira bu özel okulların çoğunda öğretmenler düşük maaşla ve büyük bir ders yüküyle karşı karşıya… Her şey maksimum kâra odaklı ve eğitim-öğretim seviyesi yerlerde!

Grafik: İnan Mutlu
Üniversite mi yoksa betondan bir site mi?
Yüksek öğrenimde durum hiç de farklı değil. Akademik kadrolardaki seviyesizlik ve dejenerasyon ortada. Üniversitenin kelime anlamıyla sayıları 200’ü geçmiş üniversiteleri kıyaslarsanız, pek çoğunun bir yüksek öğrenim kurumu olmadığını kolayca anlayabilirsiniz. Üniversite kurmayı inşaat faaliyeti sanan bir zihniyetle olacağı budur. Liyakatı hiçe sayan bir nepotizmle kaliteli öğretim görevlisi kadrosu kurmak da öyle. Daha da kötüsü her kente bir üniversite kurmakla övünmenin cehaleti… Bir yanda ise özel üniversiteler var; çoğunun eğitim kalitesinin yerlerde süründüğünü ve devletin yetkili kurumlarının neredeyse hiçbir denetim yapmadığını bilmeyen var mı? O denetimi yapma görevini üstlenenlerin aldığı eğitim kalitesi de bir muamma zaten. Tabii duvarlarına astıkları o diplomaların gerçek mi, yoksa sahte mi olduğu da ayrı bir tartışma konusu… Sadece bir örnek vereyim, KKTC’de sahte diploma dağıtan bir üniversite Türkiye’deki faaliyetlerini paşa paşa sürdürüyor. Bol bol yüksek lisans öğrencisine hiçbir şey öğretmeden dipolama dağıtıp paraları götürüyor!
Bugün Türkiye’de her yıl gereksinimin kat be kat fazlası avukat, sosyolog, psikolog, mühendis, mimar mezun eden fakülteler var. O gençlerin önemli bir bölümü hayat boyunca aldığı eğitimle ilgisi olmayan bir işte çalışmak ya da yıllarını işsizlikle yüzleşerek geçirmek zorunda…
Üretimden kopuk eğitim sistemiyle nereye kadar?
Zira eğitim-öğretimle Türkiye ekonomisinin gereksinimleri arasında dengeyi kuracak planlı ve akılcı bir yaklaşım arayın ki bulabilesiniz! Sonuçta diplomalı işsizlerin sayısı katlanarak artıyor, eğitim aldığı alanda iş bulabilen gençler, mesela bir mühendis asgari ücretin biraz üzerinde bir maaşa talim ediyor. Sosyoloji mezunlarından ‘bir yakını olanlar’ öğretmen oluyor, pek çoğu ise üç harfli marketlerde kasiyer olup 25,000 liraya talim ediyor. Ekonomist İnan Mutlu bir karşılaştırma yapmış. İşte sonuçları: Üniversite mezunları, AB ortalamasının sadece dörtte biri kadar net gelir elde edebiliyor. Türkiye’de üniversite mezunlarının yıllık net medyan geliri 7,542 Euro, Avrupa Birliği’nde ortalama rakam 29,490 Euro.
Bu işin bir yönü, diğer yönü ise üretici sektörlerle hizmet sektörü eğitimli eleman sıkıntısı yaşıyor. O şirketlere başvuru yapan bol bol mühendis var, ancak ara eleman bulmak neredeyse imkânsız. O ara eleman dediğiniz işgücü, aslına bakarsanız üretimin kalitesinin, verimliliğin ve sürdürülebilirliğin olmazsa olmazı… Meslek yüksekokullarında üretim temelli eğitim verilen, teknik bilgi ve beceriye sahip personelden söz ediyorum. Hani tekniker diyoruz ya onlar!
Protein yoksunuysanız gerisi zaten boş hikaye
Ve bu saydığım sorunlar bile lüks aslına bakarsanız. Dedim ya bu ülkede devlet zorunlu eğitim sürecindeki çocuklara bir öğün yemeği bile çok görüyor. O çocukların yarısı evde de yeterli beslenemiyor. Yine ekonomist İnan Mutlu’nun bir X paylaşımından alıntılayım. Çok çocuklu aileler protein tüketemiyor. İkiden fazla çocuk sahibi aileler arasında iki günde bir etli yemek tüketemeyenlerin oranı yüzde 52.3… Buna Şenol Babuşcu’dan bir ekleme yapayım: Türkiye’de halkın yüzde 39.3’ü maddi yetersizlik sebebiyle iki günde bir et, tavuk ve balık yiyemiyor. Yoksulluk riski altındakiler için bu oran yaklaşık yüzde 54. Şiddetli yoksulluk içinde yaşayanlar için ise yüzde 57.9. Bu arada fena halde Türkiye’yi kıskanan Avrupa’da protein yoksunlarının oranı sadece yüzde 8.3!

Grafik: İnan Mutlu
2026-2028 OVP’sini tanıtan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, ‘beşeri sermayenin güçlendirilmesi’ hedefini anlatırken, önce şu protein meselesinden bir söz etseydi keşke… Protein yoksunu bir genç nesil varken bir ülkede, orada beşeri sermaye gelişemez. Tabii eğitimdeki kalite seviyesi yerlerde sürünürken de!