Kürt meselesinin demokratik çözümü kapsamında Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu 12’inci toplantısı başladı.
Toplantının açılış konuşmasını gerçekleştiren Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, komisyonun çalışmalarının Türkiye’nin demokrasi ve siyaset tarihi açısından kritik bir eşik oluşturabileceğini kaydetti.
Kurtulmuş, “Eğer bu komisyon çalışmalarını başarıyla tamamlarsa, tarihi bir fonksiyon icra etmiş olacak. Türkiye demokrasisi ve siyaseti için çok önemli bir dönüm noktası aşılmış olacaktır” dedi.
Komisyonun, bugüne kadar 11 toplantıda 80 kişiyi dinlediğini, 50 saati aşan çalışmalar sonucunda 830 sayfalık tutanak tutulduğunu aktaran Kurtulmuş, dinleme sürecinin son aşamasına gelindiğini belirtti. Kurtulmuş, “Artık dinleme faslının sonuna yaklaşıyoruz. Ekim ayı içinde, sizlerden gelen tekliflerle belirlenen diğer sivil toplum kuruluşlarını da dinledikten sonra, Meclis Genel Kurulu’na sunulacak yasal düzenlemeler ve kapsamlı bir çalışma raporu hazırlığına geçeceğiz” ifadelerini kullandı. Kurtulmuş, sürecin planlanandan daha disiplinli ve verimli ilerlediğini, herkesin fikirlerini özgürce ifade ettiğini ve hiçbir müdahalede bulunulmadan tüm görüşlerin kayda geçirildiğini söyledi.
Komisyon toplantının ilk oturumunda Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM), Rawest Araştırma, Kürt Çalışmaları Merkezi (KSC), Ekopolitik Kültür, Eğitim ve Araştırma Vakfı (EKEAV) temsilcilerini dinledi.
‘Öcalan’ın kavramları barışa katkı sağlar’
Toplantıda konuşan Ekopolitik Kültür, Eğitim ve Araştırma Vakfı (EKEAV) Temsilcisi Tarık Çelenk, Kürt sorununun yalnızca Türkiye’nin iç meselesi olmadığını, aynı zamanda bir Ortadoğu sorunu olduğunu vurguladı. Bölgesel işbirliği ve yumuşak güç politikalarının önemine dikkat çeken Çelenk “Kobanê ve Erbil’deki gelişmeler, Türkiye’nin iç ve dış geleceğini doğrudan etkiler” dedi.
‘Barışa katkı sağlar’
Çelenk, Abdullah Öcalan’ın “demokratik ulus, konfederal entegrasyon ve KCK” kavramlarının barışa katkı sağlayabileceğini, ancak Türk ve Kürt taraflarının bu kavramlara paralel ortak paradigmalar üretmesi gerektiğini kaydetti. Çelenk, “Öcalan’ın kavramları yanında, ayrılıkçı olmayan, barışa hizmet edecek Türk ve Kürt ortak kavramlar üretilmeli. Bu boşluk, ayrı bir çalışma ile doldurulmalı” diye konuştu.
Çelenk, Kürt sorununun Ortadoğu bağlamında ele alınması gerektiğini vurgulayarak, “Türkiye, iç Kürt sorununu çözerken, dış akrabaları için kapsayıcı bir yumuşak güç siyaseti üretmeli. Bu, Türkmen kardeşlerimizin güvenliğini de sağlar. İran, Irak ve Suriye’yi karış karış gezen biri olarak söylüyorum; milli birlik projesi, Erbil, Süleymaniye ve Kobani’de somutlaşmalı” dedi. Çelenk, Türkiye’deki etnik yapıların iç içe geçtiğini, ancak otoriterleşme ve kurumların zayıflamasının cazip bir gelecek vaat etmesini zorlaştırdığını da belirterek, Ortadoğu Türklerinin ulus-devlet yerine AB benzeri konfederal yapıları tercih ettiğini, bunun demokratik konfederalizm tezine benzediğini ifade etti. Çelenk, “Türkiye’nin demokratik geçmişi, Ortadoğu halkları için çıkış kapısı. Bu, birleşik Kürt ulus-devlet ütopyasından daha gerçekçi bir model sunar” diye konuştu. Balkan ve Kafkas göçmenlerinin travmalarının, yerleşik Türk vatandaşlarıyla empati farkı yarattığını belirten Çelenk, Türk sağ ve bürokrasisinin 50 yıllık süreçte iradeyi “idare-i maslahat” çerçevesinde yönettiğini söyledi.
‘Tarihsel yüzleşme ve reform dersleri’
Çelenk, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 200 yıllık reform süreçlerini ibretlik süreçler olarak nitelendirerek, “Ermeni, Arnavut ve Gavon reformları iyi niyetle başladı ama aidiyet kopuşlarına ve çatışmalara yol açtı. İttihat ve Terakki’nin Kürt kökenli kurucuları, Balkanlar’dan Sakarya’ya kadar savaştı. Ancak Sakarya’da savaşan İhsan Nuri Paşa, 6 yıl sonra Kürt isyanına önderlik etti. Halit İbrahim Bey, Yusuf Ziya Bey gibi isimler Osmanlı bürokrasisinde yetişti ama ulusal harekete katıldı. Dönemin Kürt aydınlarının ayrılıkçı siyasete yönelmeden önce ‘devlet nasıl hukukla sorun çözer?’ sorusunu sordu. Tarihi batışta tek tarafta haklılık aramak gerçekçi değil. Neden böyle oldu sorusunun cevabı, ebedi barışın anahtarıdır” diye konuştu.
‘Terörsüz Türkiye’ eleştirisi
Güncel eğilimin “Kürt sorunu veya demokrasi” kavramlarından kaçınıp “terörsüz Türkiye” söylemine sığınmak olduğunu söyleyen ve bu söylemi eleştiren Çelenk, “Bu yeni bir dondurucu sürece yol açabilir. PKK’nin silah bırakma haberleri teknik başarı sağlayabilir ancak siyasi tasfiye veya olağanüstü haller sınır güvenliğini etkileyebilir. Son 20 yılda cesur adımlar atıldı. Ancak ortak aidiyet bağları güçlenmeli, kültürel zenginlik ve etnik çeşitlilik ortak aidiyeti pekiştirmeli” dedi.
Öneriler
Çözümün yol haritasının netleştirilmesi ve kırmızı çizgilerin başta belirlenmesi gerektiğini ifade eden Çelenk, “Demokrasi ve Kürt sorunu kavramlarından kaçınılması, diyaloğun risklerini artırır. Sorunun taraflarla konuşmadan bitirilemeyeceği halka anlatılmalı. Sivil toplum sürece dahil edilmeli, duygusal deşarj alanları açılmalı, İran, Irak ve Suriye’deki akraba Kürtlerle kültürel bağlar sağlanmalı, ortak hikâyelerin drama ve yayınlarla işlenmeli. Öcalan’ın kavramlarının yanında, barışa hizmet edecek Türk-Kürt ortak kavramlar üretilmeli. Coğrafi sınırlar kaldırılmalı. Diyarbakır-Erzurum, Diyarbakır-Süleymaniye uçakları gibi adımlar atılmalı” diye konuştu.
‘Toplum nezdinde barışa destek yüksek’
Sosyo-Politik Saha Araştırmaları Merkezi (SAHAM) Koordinatörü Yüksel Genç, komisyonda yaptığı konuşmada, toplum nezdinde barışa desteğin yüksek, sürece güvenin düşük olduğu belirtti. Yüksel Genç, Kürt meselesinin bölgesel niteliğinin giderek belirginleşen, olgunlaşan bir mesele olduğuna değinerek “Zaten bu yeni sürecin ortaya çıkmasında bölgesel gelişmelerin çok temel başat olarak ele alınıyor olması Kürt meselesinin tam da bölgesel etkilere yol açan yanıyla da ilgili olarak karşımıza çıkıyor. En nihayetinde sahada yaptığımız araştırmalarda bile toplumun, özellikle Kürt toplumunun çok ağırlıklı bir kısmının gelişen süreci Kürt meselesinin bölgesel ya da Kürtlerin bölgesel pozisyonlarıyla çok ilişkili olduğuna oldukça ikna görünüyor” dedi.
Verileri paylaştı
Süreç başladığından beri saha araştırmalarının altın kıymetinde olduğunu belirten Genç, sürecin toplumdaki karşılığına ilişkin bazı verileri şöyle paylaştı:
“Saha araştırmalarımızda biz ilk defa bir çözüm ve barış sürecinde toplumun bu denli sürdürülebilir bir temkinlilik sergilediğini ölçüyoruz. Bu çok önemli. Daha önceki süreçlerde toplumsal temkinliliğin bu kadar uzun sürdüğünü söylemek çok güç. Dolayısıyla bunu bir yere mimlemek ve komisyon olarak belki de bunu bir düşünmek gerekiyor. İkincisi tabii ki her gelişim, her önemli kritik aşama ile ilgili açıklama ve adımın kendisi belli kısım yükseliş seyirleri içerse bile bizim de yaptığımız saha araştırma ve gözlemlerimiz toplum nezdinde barışa desteğin yüksek, sürece güvenin düşük olduğu gerçeği değiştirmiyor. Halihazırda da bu iki zıt durumun aşıldığını söylemek çok güç. Ayrıca bölgedeki yurttaşların sürece ilgisinin diri ancak sürece katılımlarını güçlendirecek katılım ve bilgilendirme mekanizmalarının sınırlılığını gözlemlediğimizi ve bu konuda ciddi anlamda şikayetlere sahip olduğumuzu saha araştırmalarımızdan biliyoruz.”
‘Sürecin olumlu sonuçlanıp sonuçlanmayacağı sorusuna ‘evet’ diyenlerin oranı yüzde 18.9’du’
“Dolayısıyla sürecin toplumsallaşması ve toplumsal rızanın geliştirilmesi açısından sürece dair daha şeffaf olmaya, daha samimi olmaya, güven verici olmaya dair söylemlerin sahada çokça kullanıldığını ve aslında bu çalışmaları yürütenlerin de en çok bu duygu hanelerini güçlendirmeye dönük yaklaşımlar içerisinde olmasının anlamlı olacağını da belirtmek istiyoruz. Ocak ayında ağırlıklı Kürt yurttaşların dahil olduğu araştırmada ‘sürecin olumlu sonuçlanacağını düşünüyor musunuz?’ sorusuna sadece yüzde 18.9’u ‘evet’ yanıtını vermişti, yüzde 29.7’si ‘kısmen’ yanıtını vermişti. Aslında süreç başladığında toplumdaki güvensizlik katsayısı oldukça altta bir yerdeydi. 6 ay sonra mayıs ayında PKK’nin kongre kararlarını açıkladıktan sonra kongre kararlarını destekleyip desteklemediğini sorduğumuzda her dört katılımcıdan üçü PKK’nin silahsızlanma fesih kararını desteklediğini beyan etmişti. Ama ‘bu adım barış kalıcı barışı getirir mi?’ dediğimizde ‘evet, kalıcı barış getirir’ diyenlerin yüzde 36.8 gibi bir oranda kaldığını ve bunun barışı en çok konuşan bölge yurttaşları içerisinde gelişmiş bir araştırma olduğunun altını çizmek gerekiyor.”
‘İnfaz Yasası paketi beklentileri karşılamadı’
Yüksel Genç, yaptıkları saha araştırmalarında sürecin kalıcı barışa evrilebilmesi için öncelikli sorumluluğun Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve onun akabinde AK Parti ve MHP yani Cumhur İttifakı işaret ettiğini belirterek “Aslında çözüm için PKK kadar hatta çok daha fazla Meclis’e ve Türkiye’deki iktidar ve muhalefet siyasetine de toplumun çok yüksek sorumluluklar yüklediğini ya da beklediğini bize söylüyor. Sahanın yüzde 65’i infaz kanununda değişiklik bekliyor. Üstelik Türkiye’de hatırlarsanız birkaç ay önce Meclis’e bir infaz yasası paketi gelecekti. O paketin beklentileri karşılamadığını ölçtüğümüz bir saha çalışması sırasında insanların güvensizlik katsayısının bir anda dip yaptığını gözledik. Yapılan herhangi bir beklenti dışı tutumun sahayı çok hızlı bir biçimde güven-kaç merkezine çektiğinin unutulmamasını, bunun en önemli nedenlerini de geçmiş pratikler olduğunun altını çizmek isterim” diye konuştu.
Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılmasına dönük yüzde 60’ı aşan bir beklentinin olduğuna değinen Yüksel Genç, “Umut hakkının yasal olarak tanınmasını bölgenin yüzde 68.9’unun önemsediğini, süreci yürütenlere yasal güvenceyi sağlanmasına dair yüzde 66.7’lik bir beklentinin oluştuğunu, kayyım uygulamalarının sonlandırılmasına dair beklentinin yüzde 71.2 olduğunu, bir siyasi affın mutlaka gerektiğine, hızla öncelikle yapılması gerektiğine inananların da yüzde 60’ı aştığını bildirmek gerekiyor. Kayyım uygulamalarına dair sahada süreç ve kayyım ilişkisini ve güven ilişkisini ortaklaştıran bir gözleme sahibiz. Örneğin İstanbul’a yapılan operasyonlar ve kayyım atamaları ardından sahanın çok hızlı bir biçimde sürece karşı güvensizlik söylemleri ifade ettiğini, ‘bu süreçten bir şey çıkmaz’ söylemini çok fazla kullandığını müsaadenizle ifade etmem gerekiyor” dedi.
Sak: Bölgede yaklaşık 1.3 milyar dolarlık bir gelir yaratabilmek mümkün
TEPAV Kurucu Direktörü Prof.Dr. Güven Sak da sürecin başarılı olmasının bölge ve Türkiye turizmini ekonomik anlamda pozitif etkileyeceğini belirterek “Türkiye’ye insanlar en çok İran’dan geliyor. Yaklaşık 100-150 bin civarında turist geliyor. Günü birlik gelenlere bakarsanız 750 bin civarında turist geliyor. Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Fransa, Çin’e bakarsanız binden daha az turist geliyor. Bu bölgede İranlı turist kadar Amerikalı ve Fransız turist Türkiye’ye gelirse bunun sonucu ne olur diye baktığınızda yaklaşık 1.3 milyar dolarlık bir gelir yaratabilmek mümkün. Bunlar yapılamaz mı? Aslında bu rakamlara ulaşabilmek mümkün. O sizin de yürüttüğünüz faaliyetlerin başarısıyla ve imajın değişmesiyle yakından alakalı” diye konuştu.
‘Türkiye’nin eko ve kültürel turizm stratejisine ihtiyacı var’
Bunun sonucunda bölgedeki istihdamın da artması gerekeceğine işaret eden Sak, “Şimdi turizm sektöründe 5 binden az kişi çalışıyor. Yalnızca Van için baktığımızda istihdamın 23 bine doğru yükselmesi mümkün. Bu bir turizm ekosistemi aslında. Bu ekosistemin her aşamasını güçlendiriyor olmamız gerekiyor. Turizm aslında bir kobi destekleme programı olarak tasarlanmak durumunda. Türkiye’nin bu çerçevede bir eko ve kültürel turizm stratejisine ihtiyacı var çünkü bizim Antalya’da alıştığımız gibi tesis turizmine değil kobilerin bölgede desteklenmesine yönelik yeni bir turizm anlayışına ihtiyacımız var” dedi. (MA/ANKA)




