Kürt meselesinin çözümü kapsamında Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun 13’üncü toplantısı başladı.
Komisyon toplantının Birinci oturumda, Hukukçular Derneği, Türk Hukuk Enstitüsü, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği (SODAD), Hukuki Araştırmalar Derneği’ni (HUDER) dinleyecek. İkinci oturumda ise Prof. Dr. Abdurrahman Eren, Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, Prof. Dr. İlhan Üzülmez, Prof. Dr. Mahmut Koca, Prof. Dr. Bahri Öztürk dinleyecek.
Kurtulmuş: Dinleme faslının sonuna geldik
Toplantının açılış konuşmasını yapan Komisyon Başkanı Numan Kurtulmuş, artık dinlenme faslının sonuna doğru geldiklerini belirtti. Kurtulmuş, “Ümit ederim ki en kısa süre içerisinde konuşmalarımızı, dinlemelerimizi, müzakerelerimizi tamamlayarak burada bundan sonraki süreçle ilgili gerekli olan tedbirlerin, atılacak olan adımların çerçevesini çok kapsamlı bir çerçeve raporu ortaya koyarak Meclis’in bu konularda çalışma yapmasını sağlamak üzere tavsiyelerimizi genel kurula iletiriz” dedi.
‘İnfaz Yasası, Terörle Mücadele Kanunu gibi mevzuat düzenlemeleri gündeme alınmalıdır’
Toplantıda dinlenen Hukukçular Derneği Temsilcisi Mehmet Melih Gülseren, sürecin hukuki zeminde ilerlemesi gerektiğine ifade etti. Gülseren, 12 Eylül Darbesi’nin yol açtığı toplumsal tahribatı dikkati çekerek, “Ağır maddi ve manevi zararlara yol açmıştır. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne demokrasimiz her vatandaşın kendisine ait hissettiği yönetim aracı haline gelememiş. Darbeler ve askeri vesayet rejimlerinin yıkıcı uygulamaları devlet ile millet arasındaki birlikteliği uzun süre engellemiştir. Bu tahribatlarımız anayasamızın da askeri vesayet döneminde hazırlanmış olması sebebiyle halen düzeltilememiştir” ifadelerini kullandı.
‘Sihirli kelime samimiyettir’
Süreçte sihirli kelimenin samimiyet olması gerektiğini ifade eden Gülseren, “Bizim için en temel kırmızı çizgi devletimizin üniter yapısıdır. Aşılacak tüm adlar ve yapılacak düzenlemeler bu çerçevede olmalıdır. Başarıya ulaşması için tüm kesimlerinin sürece katkı vermesi, toplumsal psikolojinin doğru ve ortak bir şekilde yönlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Komisyon tarafından hazırlanacak yol haritasının da bu zenginlikten ve bağlılıktan beslenmesini değerli buluyorum. Sürecin devamında etkileşimli yöntemler geliştirmek ve somut çözümler üretmek zorundayız” diye konuştu.
‘Provakatif paylaşımlara ceza verilmelidir’
Sürecin sağlıklı ilerlemesi için toplumu kin ve nefrete sevk eden provokatif eylemlere, yazılı ve görsel basın açıklamalarına, sanal medya paylaşımlarına izin verilmemesi gerektiğini ifade eden Gülseren, “Bunları yapanlar hakkında cezai ve idari işlemlerin uygulanması hususunda gerekiyorsa sürece özel mevzuat değişiklikleri yapılmalıdır. Hatta bu süreçte bilgi kirliliğine karşı ve güven inşası için süreçle ilgili olarak Kürt kökenli vatandaşlarımıza ilgili kurumlarca Kürtçe SMS’ler gönderilebilir. Silahların tamamen bırakılmasının yanında huzuru kalıcı kılacak yasal düzenlemelerin önerilmesi ve hazırlanması da bu komisyonun sorumlulukları arasında. Bizim kanaatimiz ilk etapta düzenlemelerin topluma güven vermesidir. Öncelikle sosyal haklara ilişkin düzenlemeler hayata geçirilir. Bunun yanında İnfaz Yasası, Terörle Mücadele Kanunu gibi mevzuat düzenlemeleri gündeme alınmalıdır” şeklinde konuştu.
‘Hukuktan ödün verilmemelidir’
Sürecin adalet ve hukuk zemininde inşa edilmesinin önemli olduğuna dikkat çeken Gülseren, “Bu meyanda büyük bir misyon isteyen komisyonun atacağı ve yön vereceği adımlar kamu vicdanını zedelemeyecek. Demokratik ilkelerden ve hukuktan ödün verilmeden atılmalıdır. İnanıyoruz ki bu yolda başarı yalnızca siyasi iradeyle değil hukukun üstünlüğünün temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasıyla birlikte büyük bir halk kucaklaşması ile gelecektir” diye belirtti.
ÖHD: Yargılamalar istisnai rejimlerle yürütüldü
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Eş Genel Başkanları Serhat Çakmak ve Ekin Yeter Moray, yargıda tarafsızlığın sağlanması gerektiğine dikkat çekerek, “umut hakkı”nın demokratikleşmeye yol açacağına işaret etti.
Çakmak, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ile beraber halkların, kimliklerin, inançların, cinsiyetlerin ve ekolojinin birlikte yaşayabileceği eşit ve özgür koşulları inşa etme fırsatının geliştiğini vurgulayarak, “Derneğimiz bu fırsatı, ülkenin demokratikleşmesi için oldukça önemli görmektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu ülkede bir siyasi dava ya da politik dava kavramı var. Her ne kadar yasalarda tanımlanmış olmasa da sağcısından solcusuna kadar her bir insan bu kavramın varlığını kabul etmektedir. Farklı dönemlerde farklı kesimler maruz kalsa bile, bu gerçeklik maalesef var. Şeyh Said yargılamasından Seyid Riza’ya, 49’lar Davası’ndan 60 Darbesi’ne, 80 Darbesi’ne, 90’lı yıllardaki uygulamaların yarattığı davalara kadar birçok örnek mevcut. OHAL sürecindeki yargılamalar, bu ülkedeki politik dava gerçekliğini gözler önüne sermektedir. Bu kapsamda, bu yargılamaların ayrıca istisnai rejimlerle yürütüldüğünü belirtmekte fayda vardır” dedi.
‘İstisnai yargılama anlayışını masaya yatırmalıyız’
Söz konusu yargılamaların, yargı ile siyasal iktidar arasındaki ilişkiyi ve hukuk–iktidar ilişkisini ortaya koyduğuna işaret eden Çakmak, “Bizler, eğer yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını tartışacaksak, politik dava mantığını ve beraberinde getirdiği istisnai yargılama anlayışını da masaya yatırmamız gerekiyor. Bu bağlamda, yasal değişiklikleri de öngören çalışmalarla bu süreci değerlendirmemiz şart.
Ayrıca, yargı tarafsızlığının bir diğer boyutu da, yasalarda düzenlenmiş ancak uygulamada ciddi sorunlar yaratan şekli düzenlemelerdir. Bunun en bariz birkaç örneği, Anayasa Mahkemesi üyesinin doğrudan siyasi bir partinin genel başkanı olan cumhurbaşkanı tarafından atanmasıdır. Bir diğeri ise, Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin yine cumhurbaşkanı ve Meclis tarafından, yani siyasi bir irade tarafından atanmasıdır” diye belirtti.
Cumhuriyet tarihinden itibaren bürokratik atama geleneğinin olduğunu söyleyen ve “Nedir bu bürokratik atama geleneği” diye soran Çakmak, “Maalesef özellikle hakim ve savcılarda olduğu gibi üst bürokraside de çok fazla karşılaşıyoruz. Yargıç ve savcıların siyasal iktidarların ideolojisine yakın kesim ve kişiler tarafından belirlenmesi ve bu ideolojiye yakın insanların belirlenmesi olarak gözümüze çarpıyor ve bunlar şekli anlamda da yargı bağımsızlığını önünde ciddi engellerdir. Bağımsız ve tarafsız yargı görünümünün ve içeriğinin sağlanması için birinci işlem olarak savcılar kurulunun yapısı, çalışma biçimleri ve özellikle üye belirleme yöntemlerinin değiştirilmesi gerekmektedir” diye konuştu.
‘Ana dil hakkı çekinceleri kaldırılmalı’
Türkiye’de anadil hakkının kullanımına ilişkin eleştiri ve önerilerine de yer veren Çakmak, “Bildiğimiz üzere anadil hakkı, bireylerin kendi anadillerini kamusal ve özel alanda kullanabilmeleri, bu dilde eğitim alabilmeleri ve kültürel ifadelerini bu dil üzerinden sürdürebilmeleri anlamına gelebilmektedir. Hem genel metin olarak Birleşmiş Milletler’in, hem de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 2. ve 26. maddeleri ile Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’de de bu hak tanınmıştır. Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Sözleşmesi ile Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde ise dille ilgili maddelere çekince konulmuştur. Bu çekincelerin kaldırılmasıyla aslında önemli bir aşama kaydedilmiş olur” ifadelerini kullandı.
‘Kalıcı zararlar giderilmelidir’
Çakmak, köy boşaltmalarıyla beraber toplumsal yapının ve ekosistemin değişmesi, orman yakmalar, ağaç kesimleri, barajlar ve yol yapımı gibi çalışmaların ekolojik sistemi tahrip ettiğini de belirtti. Çakmak, “Ciddi anlamda değişiklikler yapılması gerekmektedir. Öncelikli olarak Çevre Kanunu, Maden Kanunu, Mera Kanunu, Elektrik Piyasası Kanunu gibi birçok kanunda şirket lehine düzenleme öngören İzin Yasası’nın tekrar ele alınarak doğa ve çevre düzenlenmesi sağlanmalıdır. Savaş hatalarının kalıcı zararları giderilmeli. Müdahale sebebiyle gerçekleştirilen orman kesimlerine ve yangınlara son verilmelidir” şeklinde konuştu.
Ekin Yeter Moray, “umut hakkı”nın uygulanması halinde cezaevlerinde bulunan bütün siyasi tutsaklar için önemli bir gelişmenin sağlanmış olacağını söyledi. Ekin Yeter Moray, “Türkiye’nin demokratikleşmesi ve toplum sağlığı inşası için de çok önemli bir adım da sağlanmış olacak. Umut hakkı ile beraber tek seferde birçok hakkı ve demokrasi gelişmesini de kapısından geçirileceğini düşünüyorum. Cezaevlerinde bir insanlık krizi yaşanıyor” dedi.
İstisnaların kural haline geldiği bir rejimde yaşadıklarına dikkat çeken Ekin Yeter Moray, “Bu rejim istisnaların kural haline getirildiği bir rejimdir. 2016 yılında çıkartılan bir Kanun Hükmünde Kararname’nin sonradan yasallaşması ile 93 belediye başkanı tutuklandı. 5 milyon seçmenin de seçme ve seçilme hakkı iradesi elinden alındı. Bu uygulama 2019 yılında 56 belediyeyle devam etti. Bu sadece bölgeyle sınırlı kalmadı ve Türkiye’deki başka belediyelere de sirayet etti” şeklinde konuştu.
Ayrıntılar geliyor…