Bir önceki yazıda, özetle, Türkiye’deki muhalefet partilerinin kendi iç gündemlerinin veya iktidarın onlara dayattığı gündemlerin dışına çıkmaktan imtina ettiklerini ve ülkenin, yurttaşlarının somut sorunlara değinmediklerini dile getirmiştik. Bunun anlaşılabilir ancak haksız ve sonuç alamayan gerekçeleri üzerine de yoğunlaşmıştık.
Tam bu yazının üzerine BUPAR Araştırma’nın bu ayki çalışması yayınlandı. Onur Alp Yılmaz’ın yaptıkları araştırmayı merkezine alan Medyascope’daki yazısının başlığı geçen hafta değindiğimiz konuyu, yani seçmenlerin bakış açısını, CHP üzerinden çok net özetliyor; “İktidar’dan mutsuz, muhalefetten umutsuz”. Aynı araştırmayı dikkate alarak Ruşen Çakır da bir yorumda bulundu. Onun sorduğu soruda çok yerinde; “Toplum CHP İktidarını niçin hayal edemiyor?”.
Bizde, hakkaniyetli olmaya çalışarak bu konulara değinmiş ve kısaca “bize bir hikâye anlat muhalefet” demiştik. Bu yazı üzerine bazı dostlardan “iktidar varken muhalefeti eleştirmek bence şık olmamış” şeklinde eleştiriler geldi. Geçen hafta da değindiğim gibi, yurttaşın birincil sorumluluğu tabi ki iktidarı eleştirmek ancak iktidardan ümidi kalmayanların onu değiştirmek için muhalefetin kendisine çeki düzen vermesini beklemeleri de çok doğal değil mi? Araştırma sonuçları da tam olarak bunu söylüyor. Bu konuda muhalefete yapılabilecek en sağlıklı katkı, onu eleştirmek.
Benim temel çıkış noktam, ülkenin temel sorunlarında, vatandaşa, yani seçmene direk dokunan meselelerde muhalefetin ne söylediğini, nasıl bir “şey” vaat ettiğini bilmediğimiz yönünde. Ki bu konuda haksız da sayılmam. Şimdi hatırlayanı kaldı mı bilmiyorum ama ana muhalefet partisi son seçimin ardından – en yüksek oyu alan parti olduğu, son seçim – Gölge Bakanlar Kurulu’nu açıklamıştı. Gölge Bakanlar Kurulu denince insanın aklına CHP’nin politikalarını anlatacakları, vaatlerini kamusallaştıracaklar bir platform geliyor haliyle. O günden bugüne elle tutulur bir çıkış göremedim ben açıkçası. Bir program hazırlandığından bahsediliyor ancak bu program ne zaman açıklanacak ne zaman kamuoyunda tartışılacak da yurttaşlara anlatılacak bir muamma. Ülkenin en sıcak sorunları hızla vatandaşı vururken, siyaset alanında muhalefet edilecek ve alternatif sunulacak somut bu kadar politik mecra varken program beklemeye ne gerek var ayrıca.
Kısaca, “iktidar ülkeyi yönetemiyor muhalefet ne yapmalı?” temel soru(nu)muz bu…
Türkiye fanusunun dışına çıkmak ve az da olsa dünyaya bakmak etkili olabilir belki bu soruya cevap verebilmek için…
Kapitalizmin merkezlerinde bir şeyler oluyor
NEW YORK
Kapitalizmin ya da finans kapitalin en etkili şehirleri hangileridir diye sorsak her halde New York ve Londra’yı ilk sıralara koyarız.
En olmayacak yerlerde, yani bu iki şehirde kategori dışı anti-kapitalist bir muhalefet filizleniyor. Biraz bakmaya çalışalım…
New York Belediyesi için demokrat partinin adayı olan Zohran Mamdani, kapitalizmin merkez şehrinde yönetimi ele geçirmek üzere. Bundan beş yıl önce “New York’a nasıl bir figür aday olsa seçimi kaybeder” diye bir çalışma yapılsaydı her halde Mamdani kadar bu işe uygun bir kimlik bulunamazdı.
Finans kapitalin merkezinde “milyoner zaten olmamalı diyen bir sosyalist”. Üstelik sosyalist olduğunu inkâr da etmiyor…
Müslüman ve Hindu kimlikleriyle hakkında sınırsız kampanyalar yürütülüyor. Üstelik klasik bir Müslüman da değil. Bir gün LGBT bayrağı sallıyor diğer gün Müslüman Camisinde oy istiyor – üstelik iki kesimden de ciddi destek alabiliyor…
Yahudi nüfusun yoğun olduğu bir şehirde “İsrail soykırım yapıyor, Filistin’i destekliyorum, Netanyahu ben seçildikten sonra New York’a gelse hukuku işletir, onu tutuklarım” diyebilen, üstelik bunu seçim çalışmasının merkez söylemlerinden biri yapan, buna rağmen Yahudi nüfustan ciddi bir oy ve destek alan biri Mamdani.
Paranın her şey olduğu algısının oluştuğau bir şehirde başlattığı yardım kampanyası esnasında “artık paraya ihtiyacım yok bana zamanınız lazım, seçim kampanyama destek olun” diyecek kadar vatandaşın bam teline dokunabilen “garip” bir adaydan bahsediyoruz…
Üstelik bu aday, sadece Cumhuriyetçilere ve sermayedarlara karşı mücadele etmiyor – kendi partisi – Demokrat Parti’nin elitleri de dâhil olmak üzere bütün bir ABD müesses nizamı karşısında Mamdani’nin. Trol orduları, medyanın çok büyük bir ekseriyeti, hatta Trump bile işi gücü bırakmış Mamdani’nin kazanmaması için can hıraş çabalıyor. Buna rağmen Mamdani seçimi kazanmak üzere. Sarsıcı bir gerçeklik var karşımızda…
Mamdani, kampanyasını ağırlıklı olarak gençlere ve -ABD’de, kapitalizmin merkezinde, törpülendiği düşünülen– sendikalara dayanarak üretiyor. Halkın sorunlarını kamusallaştırırken ne yapacağını söylemekten korkmuyor. New York’a en radikal gelecek şeyleri, halkı, madunlaştırılmış, yurttaşlıktan arındırılmış en dipte kalanları merkeze alarak, onlarla birlikte kamusallaştırıyor. Burada yazmakla bitiremeyeceğimiz kadar önemli dersler barındırıyor bu mücadele. Ancak Türkiye’de muhalefetin gündeminin kıyısından bile geçmiyor Zohran Mamdani’nin kampanyası ya da doğru ifadeyle halkla birlikte egemenlere karşı –üstelik gülerek- inşa ettiği kavga…
LONDRA
Yakın bir zamanda İşçi Partisinden ayrılan Jeremy Corby ve yeni kuracakları partisindeki yol arkadaşı Zarah Sultana da Londra’da benzer bir kavgayı inşa ediyorlar. Onlarda, kapitalizmin diğer merkez şehrinde anti-kapitalist bir söylemi – ismini “sizin parti” koydukları bir oluşumla – kurmakla meşguller. Daha partinin adı bile ortada yok, programları da yok. Çünkü hem ismi hem programı seçmenleriyle birlikte, yatay bir perspektifle inşa etmeyi hedefliyorlar. Sürekli toplantılar ile potansiyel seçmenlerinin taleplerini ve politik perspektiflerini öğrenmeye çabalayarak sorunları ve çözüm önerilerini birlikte süzmeyi ve kamusallaştırmayı hedefliyorlar. Bu demek değil ki “sizin parti” hiçbir şey söylemiyor ya da hiçbir şey yapmıyor. İlk çağrılarından itibaren ülkenin mevcut politik sorunlarına değinmekten, Filistin konusunda ülke iktidarını zorlamaktan tutunda birçok konuda en radikal cümleleri kurmaktan da çekinmiyor bu ikili ve ekibi. İlk çağrılarının ardından üç günde 500.000’in üzerinde bir üye sayısına eriştiler ki bu yılların İşçi Partisi’nin üye sayısından fazla. Bu “sonuç” bile dünyanın en güçlü kapitalist merkezlerinde dahi örgütsüz ama örgütlenmeye müsait bir dip dalganın olduğunu görünür kılamaya yeter. Örgütlenmek derken geleneksel örgütlenme metotlarından bahsetmiyorum tabi…
Ülkelerin farklı dinamiklerinden, seçim sistemlerinden, Türkiye’deki baskı atmosferinden, demokrasinin olmadığından vs. birçok şeyden bahsedebiliriz. Ancak bunlar kolaycılığa kaçan politik tembellik bahaneleri olmanın ötesine geçmiyor maalesef. Üstelik sonucu da değiştirmiyor, yine yeni hüsranlar…
Yılların ezberleriyle üretilen siyaset, siyaset olmaktan çıkıyor artık. Başka bir dünya, başka bir seçmen profili şekilleniyor. Bununla birlikte insanların dertleri, sorunları da farklılaşıyor. Devletlerin ve egemenlerin bizlere çizdiği sınırları zorlamadan onların dayattığı gündemlerle boğuştukça iktidar değişse de elde edilen bir şey olmuyor.
Muhalefete örnek olabilecek zihin açıcı başka örneklerde var dünyada. Nepal’da, Fas’ta vb. ülkelerde yaşanan Z Kuşağı eylemleri ya da – ülke gündeminde de olan – Filistin meselesinin dünyadaki dip dalgayı nasıl kamusallaştırdığına bakmak da gerekli…
Saydığımız bütün bu örneklerde öne çıkan iki özet kavram var aslında;
Söylem ve cesaret…