Meclis Komisyonu için ‘karar anı’

TBMM çatısı altında kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu bugüne kadar 14 oturum düzenledi. Bu oturumlarda aralarında sivil toplum örgütleri, BARO’lar, meslek örgütlerinin de olduğu 73 kurumdan 100’den fazla temsilciyi, 10 eski TBMM başkanını ve 14 akademisyeni dinledi. Milli istihbarat bilgilerini içeriyor denilen ikinci oturum dışında hepsinin tutanakları TBMM resmi web sitesinden erişilebilir durumda. Yüzlerce sayfayı bulan bu tutanaklar Kürt meselesi ile ilgili büyük resmi görmek isteyenlere yeter de artar bile.

Artık dinleme faslının sonuna gelindiğini duyuran komisyon başkanının açıklaması ile zihnimizde bir “karar anı” zili çalmaya başlıyor. Bu kadar farklı kesimi dinleyen komisyonun ne kadar kapsayıcı bir örneklem seçtiği konusu tartışmalı. Mesela LGBTİ+’ları doğrudan temsil eden tek bir örgüt davet edilmedi. Yine de Tükiye’nin farklı kesimlerini temsil eden, Kürt meselesini “kimlik vs güvenlik” karşıt perspektifleri ile tanımlayan pek çok kurum ve temsilcisi dinlenmiş oldu. Davet edilenlerin söylemleri meclis çatısı ve resmi kayıtlarında Kürt meselesine dair şu ana kadar ki en geniş  tabloyu sundu diyebiliriz. Meclis komisyonu kararını verirken bu 14 oturum bize kutuplaşmış Türkiye’ye dair neler gösterdi diye kısaca sıralamayı isterim.

  1. Meselenin adı: Kürt sorunu vs terör sorunu

Bir kesim sorunu Kürtlerin varlığının inkarından çıkışla tanımlarken diğer kesim ise terör sorunu olarak tanımladı. Meselenin çıkışı ile ilgili bu kutuplaşmış tanımlama çözümü tanımlamaya da yansıyor. Terör sorunu olarak tanımlayanlar için çözüm de “terörsüz Türkiye” iken, sorunun kaynağını inkar, imha ve asimilasyon politikaları olarak tanımlayanlar için çözüm “barış ve demokratik toplum” oluyor. Sorunu hangi kavramla ve perspektifle tanımlarsanız çözümü de o perspektifle tanımlıyorsunuz. Bu yüzden dinlenenlerin bir kısmı sorunu Kürtlerin sorun olarak görülmesi üzerinden açıklarken diğer bir grup ise 14. oturumda tekrarlandığı gibi “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu” var şeklinde açıkladı.

  1. Kimlik vs güvenlik

Kürt meselesinin tanımlanmasında en çok referans verilen iki kavram diyebiliriz kimlik ve güvenlik için. Güvenlik kavramı Sevr Sendromu üzerinden Türk tarafının hassasiyetleri, korkuları ile çözüme karşı oluşları için temellendirilen bir kavram. Ama asıl on yıllarca devletin uyguladığı güvenleştirme politikalarının Türk toplumu nezdinde meşrulaştırılma aracı. Bunun karşısında ise  Kürtlerin kimliğinin inkarı ile başlayan devlet politikaları ve buna tepki olarak ortaya çıkan Kürt isyanları şeklinde açıklamalar yer almaktadır. Bunun yansıması olarak militarizm kökenli sivil toplum örgütlerinin çözüm perspektifleri de aynı şekilde “güvenlik” eksenli iken Kürt tarafından mağdurlar/hayatta kalanları temsil eden sivil toplum örgütlerinin çözüm perspektifleri ise “kimlik” eksenli oluyor.

  1. Eve dönüş vs cezalandırma

Komisyon dinlemelerinin amacı günün sonunda bir çözüm perspektifi ya da çerçevesi sunmak olduğundan dinlenenler meseleyi tanımladıktan sonra çözüm önerileri de sundular. Burada da kutuplaşmış iki farklı perspektif etkili oldu. Bir taraf “terör sorunu” olarak tanımladığı meselenin çözümü için yani “terörsüz Türkiye” tahayyülü için PKK’lilerin cezalandırıldığı, umut hakkının asla tartışılmaması gerektiği fikrini savunurken, devleti özellikle “pazarlık” yapmaması konusunda uyarıyor. Diğer kesim ise “eve dönüş” diye tanımlayabileceğimiz DDR denilen silahsızlanma-terhis-yeniden entegrasyon sürecinin kapsayıcılığı üzerinde dururken “eve dönüşü” sadece dağdan ovaya dönmekle sınırlamıyor. Siyasi tutsakların serbest bırakılması, diasporadaki siyasi sürgünlerin ülkelerine dönebilmeleri yani dağ, cezaevi ve yurtdışını kapsayan üçlü bir eve dönüşten bahsediyor. Çözüm önerileri bu kadar zıt olunca havada uçuşan kelime öbekleri de “cezalandırma”, “affetme”, “genel af”, “özel yasa”, “umut hakkı”, “terörün sona ermesi” şeklinde çeşitleniyor ve ayrışıyor.

  1. Silahsızlanma vs demokratikleşme

Bunu “barış vs demokratikleşme” şeklinde de sınıflandırabilirim ama  başta iktidar olmak üzere Türk toplumunu temsil eden bir kesim için barış demek silahsızlanma demek ve bu yüzden silahsızlanma kavramınının ötesine geçemiyorlar. 41 yıllık PKK, 100 yılı aşan Kürt meselesinin çözümünün sadece silahsızlanma ile mümkün olmayacağını bilmek için bilge olmaya gerek yok ama bilmek başka görmezden gelmek başka. Bu yüzden iktidarı da destekleyen bir kesim çözümü sadece silahsızlanma üzerinden tarif etmekte ısrarlı. Böylece negatif barış dediğimiz çatışmasızlık hali ortaya çıkınca sorunu çözdük diyebilecekler. Barış sürecinin fitilini kamusal alanda görünür kılan tarih olarak 1 Ekim 2024 “tokalaşmasını” baz alırsak son bir yıla baktığımızda paralel iki Türkiye’de yaşadığımızı hepimiz fark ederiz. Bir yanda hem DEM Parti hem de CHP’ye yönelik devam eden kayyım uygulamaları, ifade özgürlüğü dahil temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının engellendiği, mahkemelerde bağımsız hukuki kararların çıkmadığı otoriter bir Türkiye görüyoruz. Diğer tarafta ise adını tanımlamada bile mutabık olunmayan bir barış süreci ve bu süreçte on yılların “terör elebaşısının” “örgüt liderine” dönüştüğü, birbirinin yüzüne bakmayan siyasilerin tokalaştığını-şakalaştığı-birbirini hayranlıkla dinlediği fotoğraf karelerini gördüğümüz, “nanê sêlê” diye tanımlayacağımız bol “u dönüşlü”, yanar dönerli söylemler. Bu iki paralel evrende çözümün kendisini barış vs demokratikleşmeye indirgemek ve ya siyah ya beyaz demek elbette yanlış, gri alanlarda yaşamayı öğrenmeliyiz. Ama ve lakin bu kadar ayrı paralel iki evrende de yaşanmaz!

Karar anı

Nevi şahsına münhasır olan bu süreçte bol bol 2013-2015 süreci yad edildi. 10 yıl önceki barış ihtimali ıskalanınca şiddetin 90’ların farklı bir versiyonu olan bir boyuta evrildiğine tanıklık ettiğimizden nasıl dersler çıkarılır noktasından bolca o dönemki çözüm sürecine referanslar verildi. Tepeden inme başlayan ve biten, toplumsallaşmayan 2013-2015 çözüm sürecine karşılık bu sefer tabandan yukarı bir barış inşa talebi ön plana çıkıyor. Meclis komisyonun kendisinin bizatihi Kürt meselesinin farklı kesimlerini dinlemesi, sürece sivil toplum örgütlerini dinleme şeklinde de olsa dahil etmesi tepeden inme bir sürece evrilmemesi için önemli. Ve lakin bunun sadece vitrin mi olduğu yoksa taleplerin gerçekten yasal düzenlemelerin çerçevesine yansıyıp yansımayacağını zamanla göreceğiz. Zaten sivil toplum örgütlerinin de talebi tek seferlik bir dinlemeden ziyade diğer dünya deneyimlerindeki gibi mecliste alt komisyonların kurulması ve orada devamlı olarak sürece katkı sunmaları şeklinde ön plana çıktı.

Meclis komisyonu yöntem olarak sadece davet ettiği kişileri dinledi, komisyon üyeleri tarafından davetlilerin açıklamalarına yorum ve ya soruyla cevap verme gibi interaktif bir yöntem izlenmedi. Bu durum dinlenen kişi ve kurumların fikirlerini rahatlıkla iletmeleri için önemli bir zemin sunup, komisyonu bir tartışma alanına sürüklemediği için kamuoyunda oluşabilecek olası provakasyonları da önlemiş oldu.  Barış Annelerinin Kürtçe konuşma taleplerine karşılık meclis başkanının iç tüzük referansıyla yaptığı yasaklama ve herhangi bir olumlu inisiyatif  almaması kamuoyunda en fazla tartışılan konu oldu.

Dinleme faslından sonra sıra değerlendirme ve karar aşamasına geldiğinde meclis komisyonunun işlevinin sadece vitrin mi olduğu yoksa dinlemelerin ne kadar yansıyacağı merakımızı da gidermiş olacağız. Ama bu noktada şöyle bir handikapla karşılaşıyoruz, meclis çatısı altında dinlenen kişiler kutuplaşmış Türkiye’yi temsil eden fikirleri sundular. Sorunun kaynağını da çözümü de yöntemi de farklı ve uç kavramlarla tanımladılar, açıkladılar, beklentilerini onun üzerinden sundular. 14. oturumda söylenen bir tarafa “şehit” derken diğer tarafa “leş” denilerek çözüm üretilmez cümlesi meseleyi özetliyor. Durum böyle iken ve şu ana kadar meclis komisyon başkanının üyelerle eşit olmadığı, üyelerden dinlenecek kurum ve kişi öneri listeleri alındıktan sonra bunların oylanmadığı ve meclis başkanının kararıyla seçildiği bir denklemde çözüm projeksiyonunun kimlerin önerilerine yansıtılacağı da şüpheli.

Yüzlerce sayfalık komisyon tutanaklarına yansıyan önerilerden demokratik bir barış inşası da çıkar, sadece negatif barışın olduğu bir silahsızlanma da. Günün sonunda benim gördüğüm Kürt meselesi konusunda kutuplaşmış Türkiye resminin, çözüm önerilerine de aynı şekilde yansımış olması. Toplumsal barış inşasını hedefliyorsa Meclis komisyonu, eline aldığı projeksiyonu “terör”, “güvenlik”, “silahsızlanma”, “cezalandırma” noktalarından daha kapsayıcı olacak olan “kimlik”, “eve dönüş”, “demokratikleşme”, “eşit vatandaşlık” noktalarına yansıtabilmeli.

14 oturumluk meclis komisyonu tutanaklarının detaylı bir analizini yapmak bir köşe yazısının haddine değil ve eminim ki buna dair bilimsel çalışmalar, raporlar ortaya çıkacaktır. Temennim bu tutanakların sadece raporlara, makalelere konu olmadan toplumsal barış inşası için harç görevi görebilmesi.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.