Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 10 yıl sonra ilk kez Türkiye’de kadına yönelik şiddet raporu yayımladı.
Bakanlık adına, Marmara Üniversitesi ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) iş birliğinde hazırlanan “Türkiye Kadına Yönelik Şiddet Araştırması” raporunun özeti kamuoyuyla paylaşıldı.
Özet raporda, yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel şiddete uğramış kadınların oranı yüzde 12,8 olarak yer aldı. Ayrıca cinsel, psikolojik, ekonomik şiddet, ısrarlı takip ve dijital şiddet biçimleri de raporda yer aldı. 18 bin 275 kadın ile yapıldığı belirtilen araştırmada anket yöntemi kullanıldığı belirtildi.
Erkek şiddetine ‘öfke kontrol sorunu’ değerlendirmesi
Raporun en büyük handikapı ise erkeğin şiddetini anlaşılır kılmaya çalışması oldu. “Şiddetin nedeni”nin aktarıldığı raporda, erkeğin öfke kontrolü yüzde 21,7 ile ilk sırada yer alırken, erkeğin yetiştirilme tarzı yüzde 13,3 ile ikinci, maddi sıkıntı ise yüzde 13,0 ile üçüncü sırada yer aldı.
Oysaki raporda aktarılanın aksine “Öfke kontrolü, maddi sıkıntı, alkol, iş sorunları, kıskançlık” gibi faktörler şiddetin bir nedeni değil, erkeğin şiddete başvurmak için kullandığı mazeretlerdir.
Şiddetin sorumluluğunu erkeğin psikolojisine veya dış faktörlere yıkarak, erkeğin bu etkenler yüzünden adeta “mağdur” konumuna sokulmasına ön açılan raporda, şiddetin bir tercih, bir kontrol ve iktidar aracı olduğu meselesi de görünmez oldu.
Peki 10 yıl sonra gelen bu kadına yönelik şiddet raporu ne anlatıyor?
‘Şiddetin asıl sebebi toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir’
Uzun yıllar aradan sonra açıklanan “Kadına Yönelik Şiddet Araştırması”nın öne çıkan detaylarını Mor Çatı gönüllüsü Eda Sevinin İlke TV’ye anlattı.
Eda Sevinin, raporun yayınlanmasını olumlu bir adım olarak görse de, önlerinde sadece bir özet bülten olduğunu ve bu nedenle birçok soru işareti barındırdığını belirtti. Raporda kritik eksikler olduğunu düşünen Sevinin şöyle anlattı:
“En son şiddet araştırması Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü ile 2014 yılında yapılmıştı. 2014’ten 2024’e kadar kadına yönelik şiddetle ilgili net veri alamıyorduk. Bu açıdan 10 yıl sonra gelmiş bu girişim önemli. Raporun tamamına ulaşamadık, sadece TÜİK sitesinde bir bülten yayımlandı. Kafamızda hem yöntem hem sonuçlara dair soru işaretleri var. Bu verilerin nasıl oluşturulduğuna dair hiçbir fikrimiz yok.”
Sevinin, “Büyük ihtimalle kadınlara şiddetin sebebini sormuşlar. Sonra da kadınların verdiği cevabı oraya koymuşlar. Halbuki aile bakanlığından beklediğimiz, şiddetin sebebine dair daha bütünlüklü bir bakış açışına sahip olması. Şiddetin asıl sebebi toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve patriarka, yani erkeklerin kadına şiddeti hak görmesidir” ifadelerini kullandı.
‘Şiddetin nedeni, şiddete uğrayan kadına sorulmaz’
Rapordaki en temel metodolojik hatalardan biri, şiddetin nedenlerinin doğrudan şiddet mağduru kadınlara sorulmuş olması.
Eda Sevinin, “Şiddetin sebebini söyleyecek olan kişi şiddete uğrayan kadın değil. Şiddetin sebebini söyleyecek olan kişi tam da şiddetle mücadele etmesi gereken ve şiddete karşı mücadele mekanizmalarını oluşturması gereken bakanlıktır en başta. O yüzden şiddetin sebebini kadınlara sormalarının kendisinin de ben hem yöntemsel hem politik olarak ciddi bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum” dedi.
Ayrıca raporun, devletin şiddetle mücadele stratejisini ortaya koyan bir yanı var.
Eda Sevinin, şöyle anlattı:
“Kadınlara şiddetin sebebinin sorulması, şiddetin asıl sebebi olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve patriarkayı bakanlık ve TÜİK eliyle görünmez kılındığı bir şiddet tartışmasının içerisine giriyoruz. Bazı kurumlar açıklamalar yaptı; şiddetin sebebi alkol, psikolojik rahatsızlık veya öfke kontrol sorunu değildir diye. Ama aile vizyon planları ve şiddetle mücadele strateji belgelerinde Aile Bakanlığı, öfke kontrolü eğitimleri ve aile danışmanlığı gibi yöntemleri daha sık dile getirmeye başladı. Buradaki rapordan yola çıkarak üretecekleri sosyal politikada çok büyük ihtimalle erkeklere yönelik öfke kontrolü ve aile danışmanlığı olabilir. Bu stratejik belgelerle birlikte okunduğunda daha net görülüyor. Bakanlık, toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı sosyal politika yerine erkeklerin münferit ve psikolojik sorunlarını çözmeye üzerine sistemler kurguluyor olabilir. Bunu ilerleyen dönemde göreceğiz.”
Bakanlığın böyle kuruyor olması da Sevinin’e göre, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin inkarının aynı hızla devam ettiği anlamına geliyor.
“Şiddet önlemenin yöntemi, kadınların güçlenmesi ve ihtiyaç duyduğu destek mekanizmalarına hızlı, ücretsiz ve ihtiyaca uygun ulaşabilmesiyken; erkeklere öfke kontrolü eğitimi vermek, şiddetin dinamiklerini ve kadınlar üzerindeki etkilerini görmezden gelmek demek. Bu açıdan problemli.”
‘Kadına şiddet oranlarında radikal düşüş’
Raporda yer alan oranların 2014’teki son rapora göre radikal derecede düşük olduğunu belirten Sevinin, bunun bir çelişki olduğunun altını çizerek şunları söyledi:
“Hayatının bir döneminde fiziksel şiddete uğramış kadınların oranı 2014’te yüzde 35’ler civarındayken, bu raporda yüzde 12,8’e düşmüş. Bu 10 yılda devlet, kamu kurumları ve bakanlık nasıl bir önleyici çalışma yaptı da bu kadar radikal bir düşüş oldu, bundan haberdar değiliz. 10 yıl içinde yapılan herhangi bir çalışmanın sonucu olarak şiddetin azaldığını gösteren veri yok. Kaldı ki Dünya Sağlık Örgütü’nün verileri dünyadaki oranları çok daha yüksek gösteriyor. Fiziksel şiddet yüzde 30 civarında, psikolojik şiddet bundan daha yüksek. Oranların düştüğünü görüyoruz ama düşüşün sebebini göremiyoruz. Bakanlığın veya devletin önleyici/koruyucu çalışmalarına dair bir fikrimiz yok. Açıkçası son 10 yılda çok da fazla faaliyeti yok. En basitinden 2021’de İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılınması , 6284’ün etkin uygulanmaması bile şiddetle mücadeledeki niyetlere dair bizlere çok fazla şey söylüyor. O nedenle bu rakamlara dair soru işaretleri var kafamızda.”
‘Raporda 59 yaş üstü kadınlar yok’
Eda Sevinin, değerlendirmesine devam ederken önemi bir noktaya daha değiniyor:
“Yaş grubu 15-59 yaş grubu alınmış. Zaten kadınların 60 yaştan itibaren sığınaklara alınmadığını da biliyoruz. Ama 60 yaş üstü kadınlar da bu ülkede şiddete uğruyorlar. Ve sığınak gibi desteklere ihtiyaç duyabiliyorlar ve bu desteklere hiçbir şekilde ulaşamıyorlar. Yani yaş grubu seçimi bile aslında şiddetin dinamiklerini ne kadar anlamaktan uzak olduğunu gösteriyor bize raporun. ”
‘Rapor şaşkınlık yarattı’
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldıktan sonra devletin şiddet algısını ve şiddetle mücadele mekanizmalarına yaklaşımını anlamak açısından bu raporu uzun süredir beklediklerini belirten Sevinin, raporu şaşkınlıkla karşıladığını söyledi:
“Gelen raporu hem kısalığı açısından hem de yöntemine dair açıklamaların yetersizliği nedeniyle şaşkınlıkla karşıladım. 18 bin kadınla ‘bilgisayar destekli yüz yüze görüşme’ yapılmış deniliyor ama bunun ne demek bilmiyoruz. Bu kadınlar neye göre seçildi, kent-kır dengesi nasıl yapıldı, sorular nasıl belirlendi gibi bilimsel arka plana dair birçok soru var akılda.
Yine az önce dediğim gibi veriler meselesi. 10 yılda bu kadar radikal bir düşüş ancak güçlü bir politika üretmiş olmanın sonucu olabilir. Ortada böyle bir politika yokken, hatta tam tersine geri gidiş varken bu kadar düşük oranlar görmek ister istemez şu soruyu doğuruyor: Acaba kadınlar yaşadıkları şiddet deneyimlerini paylaşmaktan mı çekindiler? Bu görüşmeler kadınlarla yalnızken, mahrem bir ortamda mı yapıldı, yoksa yanında eşi ya da ailesinden biri mi vardı? Bu soruların hiçbirinin cevabını bilmiyoruz. O yüzden de sürekli yeni soru işaretleri doğuyor.”
‘Ne yapılmalı? İstanbul Sözleşmesi’ne dönülmeli’
Raporun, şiddetle mücadelede ihtiyaç duyulan bakış açısından uzak olduğunu kaydeden Sevinin, soru işaretleri ve eleştirilerini aktarmasının ardından çözüm önerilerini de şöyle sıraladı:
“En başta tabii ki İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden taraf olunması, bizim için her zaman ve her raporumuzda vurguladığımız bir gereklilik. Şiddetle mücadele sürecinin de İstanbul Sözleşmesi’nin tanımladığı çerçevede yürütülmesi gerekiyor.
Şiddete yönelik koruyucu ve önleyici politika geliştirmenin temel koşullarından biri, şiddetin sebebini ve dinamiğini doğru anlamaktır. Bakanlık, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini şiddetin nedeni olarak görmediği sürece, asıl önleyici politika olan toplumsal cinsiyet eşitliğinin tesisi hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Bunun yerine “bağımlılıkla mücadele”, “erkeklere psikolojik destek”, “öfke kontrolü eğitimi” gibi başlıklar ön plana çıkarılmaya devam edilecek.
Oysa biz, koruyucu ve önleyici politikaların bambaşka bir perspektifle, yani kadınların güçlenmesi ve eşitlik temelinde ele alınması gerektiğini ısrarla söylüyoruz. Kadından yana bir bakış açısının eksikliği, kadınların hayatında çok somut sonuçlar yaratıyor. Bu yüzden bu aksaklıkları dile getirmeye ve görünür kılmaya devam edeceğiz.”