Bir Hafızanın Senfonisi: Koma Amed

Yıl 1995 arkadaşlarla okuldan çıkmış, Nişantaşı’ndan Taksim’e doğru her zamanki gibi yürüyerek gelmiştik. Tabelasında Navenda Çanda Mezopotamya (Mezopotamya Kültür Merkezi) yazan Tarlabaşı’ndaki ahşap binadan içeri girmeye çalışıyorduk. Giriş kısmı kalabalık. Danışma benzeri bir yerin arkasında Esma ve Saniye bilet satıyor. Bir yandan da haklı olarak herkesin yüzünü tek tek inceliyorlardı. Malum güvenlik önemliydi. Çoğunluğu üniversite öğrencisi olan kalabalık bodrum kattaki küçük salonu tıka basa doldurdu. Sahnede Serhat, Serap, Süleyman, Ahmet, Memo, Fikri.

Hepsinin yüzlerini, şarkı söylerken edalarını huşû içerisinde izlediğimi, sesimin güzel olmayışına hayıflanarak, imrendiğimi hatırlıyorum. İnsanın yüreğini kabartan, iliklerine kadar işleyen ve yalnız olmadığını hissettiren, tanımlayamadığım, tüm dünyaya meydan okuyabilecek kadar duyumsadığım o tuhaf güç kanımızın delice aktığı yaşlardan olsa gerekti.

Arkadaşları tarafından Melek adıyla bilinen Evdilmelik Şêxbekir’le bütünleşen, Kulîlka Azadî şarkısını söyleyen o büyülü sesler; yıllanmış yorgun binanın duvarlarına çarpıp gökyüzüne yükseliyor, dağları, denizleri, okyanusları, sınırların görünen-görünmeyen tel örgülerini aşıp Mezopotamya’dan dünyanın dört bir yanına dağılarak yankılanıyordu.

1988 yılında Ankara’da kurulan çoğunluğu Tıp Fakültesi öğrencisi olan Koma Amed’den söz ediyoruz. Kürt halkının uyanışının ve ilklerinin yaşandığı bu yıllar heyecan verici olduğu kadar bıçak sırtında bir mücadeleyi barındırır. Kürtlere ve Kürtçeye dair her şeyin yasak olduğu zamanlardır. Bazı küçük buluşma ve etkinliklerde müziklerini icra edebilen grup bir Kürtçe albüm yapmakta kararlıdır.

Tüm direnişçi bestelerini ve geleneksel Kürt müziğinden derlemelerini toplayarak olağanüstü koşullarda, 1990 yılında ilk albümleri olan Kulîlka Azadî’yi bir gün içinde kaydederler. Tek kopya olarak kasete kaydedilen albüm öğrencilerin çabasıyla ve gizlice çoğaltılarak geniş kitlelere ulaştırılır. Enternasyonal marş ‘Bella Ciao’ın (Çaw Bella) Kürtçe versiyonuyla yer aldığı bu albüm sadece Koma Amed için değil Kürtler için de birçok ‘ilk’i ifade eder. Koma Amed 1993 yılında çalışmalarını İstanbul’a taşır ve Kürtlerin ilk kültür sanat merkezi olan Mezopotamya Kültür Merkezi’ne dahil olur. Kürtlerin sesi ve mücadelesi dalga dalga büyürken, Kürt müziği için de yeni alanlar açılır. Koma Amed müziğiyle tanınmaya ve grup müziğinin öncülüğünü yapmaya başlar.
Gruba eklenen yeni sanatçılarla birlikte 1995’te beste ve derlemelerini ikinci albümleri olan Agir û Mirov’da bir araya getirirler. Kürt illerinde konser verebilme yolları kapalı olsa da Türkiye’nin birçok şehrinde ve Avrupa ülkelerinde sahne alırlar. Grubun bestelerine Kürt mücadelesinin özgürlükçü, direnişçi politik ruhu yön verirken geleneksel Kürt müziğinden ve sözlü edebiyatından beslenmeye de devam ederler.

Üçüncü albümleri uzun zamandır üzerinde çalıştıkları derlemelerden oluşan Dergûş adlı albüm olur. Bu albüm Kürt müziğinin yerelden evrensele ulaşması ve dünya müziği standartlarında yerini bulması açısından bir dönüm noktası olur. Kullandıkları zengin vokaller, enstrümanlar ve düzenlemeleriyle, geleneksel halk şarkılarına yenilikçi yaklaşımları büyük oranda ses getirir. Dergûş albümü çok farklı kültür ve kimliklerden insanları Kürtçe müzikle tanıştırırken, kamusal alanda görünür hale gelmelerini sağlar. Öyle ki Avrupa Birliği’ne girebilmek için sevimli görünmeye çalışan Türkiye bu realiteyi görmezden gelemez. Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem Türkiye’de Kürt varlığının tanınıyor olduğunu ispatlamak için Avrupa Birliği bakanlarına bu albümü hediye eder. Oysa ki yine tam da o zamanlar grubun sanatçıları gözaltılar, baskılar nedeniyle başka ülkelere sığınma talebinde bulunmuştur. Dergûş albümü birçok müzisyene ilham vermeye ve Kürt müziğinde en çok dinlenen albümlerden biri olmaya devam ederken ne yazık ki grup üyelerinin her birinin farklı ülkelerde yaşamak zorunda kalması dağılmalarına sebep olur.

Yaşadıkları fiziksel ve ruhsal göç sebebiyle köklerinden koparılmış olmalarına rağmen müzik üretiminden vazgeçmediler. Yüzleri hep ait oldukları topraklara dönük oldu. Gidenin, kalanın, arada kalanların, gözü yolda bekleyenlerin, hiçbir yere sığamayanların, sığınamayanların, parçalanmış kimliklerin, başını yastığa koyamayanların, sevdası uğruna terk-i diyar eyleyenlerin, gülüşü yarım kalanların, hep bir yanı eksik ve hikâyesi tamamlanmamış olanların, bir çiçeği koklayamadan, bir sevgilinin elini tutamadan göçüp gidenlerin hikâyelerini seslendirmeye devam ettiler.

30 yıl aradan sonra Koma Amed efsanesinin geri dönüşü için bir araya gelip onca yıllık zamanın, hatıraların, acıların, bir halkın serencamının, yıpranmışlığın, hüzünlerin, yitirdiklerimizin yükünü sırtlanarak yola çıktılar. Avrupa ülkelerinde verdikleri konserlerin ardından grubun ismiyle müsemma Amed’de verecekleri konser için geldiler.

Uzun zamandır unutulan duygu paydaşlığının kent sakinleri arasında yeniden filizlenmesi bir umut kıvılcımı yarattı. Aylar öncesinde kentin caddelerine, sokaklarına, sohbetlerine nüfuz eden heyecanlı bekleyiş nihayet sona erdi. Ve yıllardır kalabalık Newroz kutlamalarının yapıldığı parkta, yine aynı coşkuyla alanı dolduran binlerce insanın karşısındaki sahnedeydiler… Dile kolay, çeyrek asırdan fazla bir vakit geçmişti aradan, haliyle zamanın büyüsü, manzarası, kentin çehresi, insanlar, hayatlar, kaygan zeminde yalpalayan siyaset değişse de hissettirdikleri duygu baki kalmıştı. Ortak hafızası canlanan kentin insanları, taşları, sokakları, surları, bahçeleri hep bir ağızdan dile getirilemeyen hikâyelerini birbirine anlatarak, duygu seli içerisinde şarkıları haykırırken gökyüzünün sisli ışıkları arasında Evdilmelik’in, Ali Temel’in, Sarya’nın, Hogir’ın, Helin’in silueti gülümseyerek onları seyrediyordu.

Tekrar o 30 yıl önce Tarlabaşı’ndaki konserde hissettiğim aidiyet duygusu içerisinde buldum kendimi. O ahşap binanın bodrum katından dünyaya yayılan Kulilka Azadi halen bu topraklarda yeşermeye ve sesi yankılanmaya devam ediyordu.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.