Anlaşılan bu iş böyle gidecek. Yani devlet ve Öcalan, aralarında yaptıkları görüşmeler yoluyla bu süreci götürecekler. PKK’nın Türkiye’den çekilme kararının arkasında böyle bir görüşme sürecinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu karar birdenbire alınmış bir karar olamaz. Daha doğrusu bir arka planı olmuş olması gereken bir karar bu. Öyle ya 50 yıla yakın bir tarihi olan PKK örgütünün böyle bir çekilme kararı vermiş olması o kadar da kolay olamaz. Bu karar mutlaka çeşitli kademelerde tartışılmış ve böylece verilmiş bir karardır.
Tabii bu meselede bir an önce adımlar atılmasını, dağdakilerin bir an önce ailelerine kavuşmalarını, ceza evlerindekilerin bir an önce özgürlüklerine kavuşmalarını ve yurt dışına göçmek zorunda kalmış olanların bir an önce yurda dönmelerini sabırsızlıkla bekleyen kesimler açısından son aylar biraz sıkıntılı geçti. Öyle ya PKK tarihsel bir adım atarak silah bırakma kararı aldığından bu yana epey zaman geçti ve fakat bu beklentileri karşılayacak doğru dürüst bir adım dahi atılmadı duygusu yaygınlaşmıştı.
Bu nedenle de “Bu iş olmayacak galiba!” diyenlerden “zaten bunlara güven olmaz!” diyenlere, “Osmanlı’da oyun bitmez, yine bir zorluk çıkarırlar!” diyenlere kadar her kesimden yorumlar özellikle sosyal medyada paylaşılmaya başlamıştı ki dün hayata geçirilen “PKK’nın Türkiye’den çıkma” kararı bu sözlere karşı olumlu bir yanıt oldu.
Kimileri bu adımı da araçsallaştırıp “Gördünüz mü Kürtler bir an önce yasaların çıkmasını istediklerinden bir taviz daha verdiler!” diye düşünmüş olabilirler ama ben bu adımın sadece Kürtlerin tek taraflı olarak verdikleri bir karar olduğunu düşünmüyorum. Bu karar, bence, yazının da başında belirttiğim gibi Devlet ve Öcalan arasındaki görüşmelerle alınmış bir karar olmalıdır.
Olabilir! Bizim çözüm süreci, dünyadakilerden farklı olarak bu biçimde de devam edebilir. Ama açık olan bir şey varsa, bu toplumda Kürtler ve özellikle de PKK ve Öcalan konusunda yaratılmış, yıllara sari, olumsuz algılar konusunda bir şey yapmadan bu sürecin devam etmesinin pek mümkün olmayacağını düşünüyorum. Bu algılar konuyu içselleştirmeye oldukça yakın olan insanlar açısından bile o kadar kötü ki Türk-Kürt ilişkilerindeki “güvensizlik” sertliğinin de ana nedeni.
O nedenle de her iki taraf açısından da etkili olan bu kötü algıların yarattığı “güvensizlik” ikliminin kaldırılmasına yönelik mutlaka bir şeyler yapılmalıdır.
Bahçeli, kendi geçmişine rağmen, konuya dil bakımından en olumlu yaklaşmış olandır. “Bebek katili APO” diyerek aşağılanmaya çalışan Öcalan için ilk defa “kurucu önder” sıfatını kullanan odur. Bu bir tür başlangıç olabilecek bir adımdı. Ama doğrusu bu yaklaşımın yaygınlaşmadığı da bir gerçek. Onun için artık bu konunun çözüme kavuşmasını isteyenlerin Öcalan konusunda aşağılayıcı sıfatlarla konuşanlara karşı çıkmaları bu değişim için şarttır.
Kaldı ki objektif olarak bakınca ülkede “lider” rolündeki kişiler arasında en birikimli, en çok düşünmüş ve en çok yazmış olan da odur. Onun düşünceleri üzerine başka ülkelerde tezler yazıldığını Türkiye toplumu biliyor mu acaba? Onun önerdiği demokrasi kavramını bizim siyasetçilerimizin hangisi duymuştur ki? Öcalan’ın İmralı’da geçirdiği 20 yıldan fazla süreyi okumaya, düşünmeye ve yazmaya adamış olması onu bir tür “akil adam” yapmıştır. Bunun görülmesi ve ona göre davranılması ihtiyacımız olan “güven” duygusuna da oldukça büyük bir katkı sağlayacaktır.
Biliyorum kimileri “İyi de bütün bu süre boyunca ölen 50 bine yakın insanımızın hesabını kim verecektir” diye soracaktır. Bu sorunun cevabını, eğer hakkaniyetli bir cevap verilmesini istiyorlarsa, önce onların şu soruya cevap vermeleri gerekecektir: “PKK neden kuruldu?”
Bu sorunun cevabı sanırım bu kayıplarımızın hesabını kim verecek konusunda soruyu soranları da aydınlatacaktır.




