Her daim sinema sanatına ilgili olduğu için “senarist, sinemacı Genco” demişler ona.
Meslek lisesi mezunu ve kaynak işlerinde usta. Bir de yerel gazete kurma deneyimi var Genco’nun. Siyasi ve psikolojik baskılar nedeniyle Avrupa’daki bu girişimin neticesiz kalmış. Gazeteyi devretmiş sonra. Üç çocuk babası olunca göç zaruri hale gelmiş. Sonrası İstanbul.
Zanaatı olduğu için başlangıçta fena kazanmıyormuş Genco. Tam işler rayına girdi derken pandemi felaketi gelmiş. Binlerce işçi gibi o da işsiz kalmış. Çocukların gelecek kaygısı onu yeniden ve bu defa sınır ötesi göçe zorlamış. İlk deneme Moldovya. Vize şartı olmadığı için şebekeye başvurmaya gerek yok. Ne ki bu ilk girişin başarısız olmuş. Malum Ukrayna–Rusya Savaşı. “Buraya gelen erkekler Ukrayna’ya paralı askerliğe gidiyor” deyip pasaportu ile birlikte geri göndermişler Genco’yu.
İkinci deneme Bosna Hersek. Euro pazarlığı sonrası hedef Almanya. Bir Afgan şebeke ile anlaşmışlar. Hırvatistan sınırından dağlar ve vadilerin içinden geçip 20 saat yol yürümüşler. Yürüyüşün 8 saati yağmur altında. Kafiledeki göçmenlerin ayak tabanları patlamış hep. Zagreb polisine yakalanmışlar. Soyulup bir dereye atılmışlar. Şebekeye ulaşıp bir daha denemişler. Fakat yine polise yakalanmışlar. Coplarla dövülüp sınır dışı edilmişler bu kez.
Üçüncü deneme İsviçre rotası üzerinden Almanya. Kafilenin İtalya’da mola verdiği yerde Muş’tan gelen bir mülteci ağlayıvermiş. Onun da eşi ve dört kız çocuğu memlekette kalmış. Parası tükenmiş Muşlunun. Hiç yabancı dil bilmiyormuş. Marsilya’daki akrabalarına ulaşması gerekiyormuş. ‘Dayanamadım,’ diyor Genco. Refakat etmeye karar vermiş. Kaçak yolla trenlere binerek, park ve bahçelerde yatarak, dört gün aç kalarak Fransa’ya varmışlar.
Muşlu göçmenin akrabasında bir gece konaklayıp tekrar yola çıkmış Genco. Mülteci avından kaçarak, o trenden bu trene atlayarak Frankfurt’a ulaşmış. Neyse ki A1 seviyesinde Almanca dil sertifikası varmış; çok işine yaramış bu lisan. Sonrası kamp hayatı, iltica başvurusu. Haym denen mülteci yerleşkesinde 11 ay kalmış. Entegrasyon ve dil kurslarına katılmış. ‘Bu arada çalışma iznim çıktı. Hafta sonları aşçılık yaptım, para kazandım,’ diyor Genco. Hafta içi kurslar devam etmiş tabii, ailesine para da göndermiş.
Akabinde okul ve meslek için denklik başvurusu yapmış. Fabrikada 7 ay mekanikçi olarak çalışmış. Talihsizlik bu ya, karaciğer hastalığına yakalanmış. İşten ayrılmış bu yüzden. Daha büyük talihsizliği ise bir münakaşa sonrası yaşadığı kavga olmuş; bu kavga onun sınır dışı edilmesinin nedeni olmuş.
Çile’nin sabır taşı biraz da hayallerdir. Hayaline kavuşamadan deport edilmek ise çileyi katlayan bir facia. Ülkeye dönüşte havalimanında gözaltına alınmış Genco. Hakkında sosyal medya paylaşımları nedeniyle soruşturma açıldığını öğrenmiş. Çıkarıldığı mahkemece tutuklanmış ve cezaevine gönderilmiş; üç yıldır görmediği çocuklarına kavuşmadan. Cezaevi koşulları hastalık tedavisine pek uygun değil. Zira her 15 günde bir kan testi yapması gerekiyormuş. Almanya’da göründüğü doktorlar, siroz tehlikesi için onu önceden uyarmış.
Gerek üç başarısız sınır geçişi, gerekse deport sürecinde yaşadığı duyguları şöyle ifade ediyor: “Göç yollarında farklı ülkelerden, farklı dillerden mülteciler karşılaşınca birbirlerinin gözüne bakıyorlar. Ve o gözlerde hep aynı şeyi görürler: çaresizlik! Bu ortak dilimizdir bizim.”
Peki ya bundan sonrası?
“Almanya’da en azından dil öğrendim. Mesleğimi geliştirdim. Geride üç çocuk beni bekler. Galiba yine deneyeceğim. Orada sosyal devlet imkânı var. Çocuklar için güvenli ve özgür ortam istiyorum. Ekonomik şartlar daha iyi. Ama önce, her şeyden önce sağlık sorunlarımı çözmem lazım.”
Bir de fırsat buldukça senaryo metinleri yazıyor Genco. “Hayallerimden biri de uzun metrajlı bir film çekmek. Biraz tecrübem de var” diyor. Zira UNESCO 2020 kapsamında Almanya Alevi Kültür Dernekleri Federasyonu’nca düzenlenen yarışmaya katılmış; kısa metrajlı film dalında ilk beşe adını yazdırmış. Bu derece, yeni projeler için onun esin kaynağı.
Her mülteci gibi onun da hayatı bir senaryo metni olabilir. Mülteciyi ayakta tutan hayalleridir. Hayallerin tükendiği yerde dipsiz bir kuyudur çünkü çaresizlik.
(Not: Bu yazı 10 Ekim 2025 – Silivri Cezaevi’nde Ercüment Akdeniz’in tahliyesinden önce yazılmıştır.)




