Geçenlerde bir yazımda demiştim ki: “İstanbul’un yolları bu zenginliği kaldırmıyor. Trafiğin hemen her saat tıkalı olması bunu anlatıyor zaten!”. Aslında bu cümleyi çok daha genel bir hale getirip şöyle de diyebiliriz: Türkiye’nin varolan bütün kurumsal alt yapısı ülke insanının ulaştığı seviyeyi kaldırmıyor. Bunu anlamak için ekonomik hayata ve yargı kararlarına bakmak yeterli. Hepsi tıkalı.
Peki millet bunu farkında mı derseniz benim cevabım farkında. Özgür Özel’in her toplantısında binlerce insanın toplanmasından tutun, yine binlerce insanın Bahçeli ve Öcalan’ın her sözünün arkasından barış için umutlanmasına kadarki gelişmeler aslında insanlarımızın bu tıkanıklığın aşılması talebinde olduğunu gösteriyor.
Ama bu gelişmelere rağmen siyasetin hareket etmesi ve yeniyi yaratması da o kadar kolay olmuyor. Zaman istiyor. Sabır istiyor.
Hele hele “Kürt sorunu” adı verilen sorunun etrafında siyaset şimdiye kadar öyle bariyerler oluşturdu ki bu bariyerleri aşmak özel çabalar gerektiriyor. Tabii siyaset diyorum ama onun vücut bulmuş hali olarak kurumsallaşmış devlet demek daha doğru olur. Yani devletin neredeyse başlangıçtan bu yana Kürtlerle bir sorunu var gibi. Ve aslında var olmaya da devam ediyor.
Zaten “Ne mutlu Türküm!” şiarı, Türk olmayıp da Türkiye topraklarında yaşayan herkese Türk olmaları için bir davet değil miydi? Davetin nedeni bile bu topraklarda yaşayan insanların hepsinin Türk olmaması! Zaten herkes Türk olsaydı böyle bir davete de ihtiyaç olmazdı. Ama şöyle de bir gerçek var. Etnik köken inanç gibi bir şey değil ki değiştiresin! O nedenle de bu şiar, farklı etnik kökenlere sahip olanların da olduğu bir toplumda bir başka şey diyor bence. Diyor ki “Evet Türk olmayabilirsiniz, ama bizimle davranırsanız aramızda sorun çıkmaz ve siz de mutlu olursunuz, biz de!”
Geldik bugüne! Bugün Öcalan Türkiye’de yaşayan herkese diyor ki “Evet biz Türk değiliz Kürt’üz! Ama “Ne mutlu Türküm” şiarının amacı çerçevesinde “bizimle davranırsanız aramızda sorun çıkmaz ve siz de mutlu olursunuz, biz de!” dediğinize uygun olarak biz Kürtler, Kürtler olarak sizinle birlikte davranacağız. Hepsi bu! (Bu yorum yazımın mantığı içinde tamamen bana ait, yanlış anlaşılmasın!)
Bu yaklaşım bence yüzyıllık düğümü çözen bir yaklaşım oldu. Ve bunun altını çizelim ki böyle bir formülasyonu yapıp da devleti ikna etmek de anlaşılan Öcalan gibi yaratıcı bir zihne nasip oldu.
Evet konu bu kadar basit! Yıllardır Meclis’e ulaşabilmeyi başarmış Kürt sorununu bütün topluma anlatmak isteyen Kürt ve demokrat kökenli vekillerin söyledikleri de buydu. “Öcalan, sorunun muhatabıdır, onunla konuşun!”
Tabii bu arada bu şiarın ve bu şiarın arkasında ima edilen düşüncelerin farkına varan da anlaşılan Devlet Bahçeli oldu. O da Türk-Kürt Kardeşliği konusunu bence böyle anlıyor. Erdoğan için tam böyle söyleyemeyeceğim ama Cumhur İttifakı’nın yaklaşımı daha çok Bahçeli’nin söyledikleri.
Ama yine de gerek Bahçeli’nin ve gerekse Erdoğan’ın bu süreci yürütürken Türk milliyetçiliğini de elden bırakmıyor olmaları ilginç! Gönül isterdi ki daha demokrat bir yerden konuşabilseler. Ama bu onlar için çok zor. Çünkü altlarındaki zemin olan Türk milliyetçiliği (bu çerçevede Sünnilik de) kayıyor ve onlar da bu zemine tutunmak zorundalar.
Evet Türkiye’nin varolan bütün kurumsal alt yapısı ülke insanının ulaştığı seviyeyi kaldırmıyor. Bunu anlamak için ekonomik hayata ve yargı kararlarına bakmak yeterli. Hepsi tıkalı. Ama açmaya çalışanlar da var.
Bence Öcalan bunlardan biri.




