Selçuk Mızraklı’yı şahsen tanımam; ancak hayli ortak arkadaşımız vardır ve bildiklerim de onların anlattıkları kadardır. Hakkında olumsuz bir şey duymamışımdır. Hekimler onun mesleki başarısından söz eder ve sözlerini “iyi bir cerrahtır” diyerek bitirirler. Siyasiler vazife adamı olarak tanımlarlar onu. Tanımlar kasıtlı yapılır. Çünkü tanım özle ilgili olandır ve daha çok biri ya da birileri özümüzü araştırır, özümüzle ilgili bir şey söylerken tanıma başvururlar. Amaç bir mantık kurmaktır. Mantık ya bir had çizer ya da bir resim verir. Had, klasik anlamda sayıyla ilgilidir; başarı ve hanedir. Resim; hem iç hem dışla (estetikle) ilgilidir ve biz buralardan bir şeye ulaşırız: Erdem…
Erdem, iyi yaşam ve bilgi sahibi olmayı gerektirir. Yaşıyoruzdur ama yaşamımız hakkında ve başkalarının yaşamı hakkında bilgimiz yoksa burada bir sorun vardır. Sorun, yeteri oranda algılama, akıl yürütme, araştırmayla ilgilidir.
Tanım burada karşımıza çıkıyor. Mızraklı yaşadığı toplumun özüne iniyor, araştırıyor. Bir had çiziyor, bir resim dikkatini çekiyor: Kürtler ve Kürt sorunu…
Mızraklı üzerinden bir örnek vereceğim. Diyarbakır’dan İstanbul’a geliyoruz ve bizi bir arkadaşın tanıdığı havaalanına bırakacak… Yolda sohbet ediyoruz. Bu tanıdık annesinden söz ediyor: ‘Annem hastaydı, ameliyat olacaktı, paramız yok, Selçuk abiye gittik, onu, o zaman tanıdım, bana dedi, sen parayı dert etme, anneni getir, yeter… Annemi götürdüm, Selçuk abi ameliyat etti… Annem hala yaşıyor, ona dua ediyor.’
Diyarbakır’da benzer daha pek çok anlatının olduğunu biliyorum. Mızraklı, adamın annesini ameliyat ederken, bu kadının ne siyasi fikirlerini biliyordu ne de bu aileden bir tanıdığı vardı ve Mızraklı, bu kitlenin vekili, başkanı oldu…
Mızraklı’nın başarılı bir eğitim hayatı var: 1991’de doktorluk yapmaya başlıyor, iyi bir cerrah olarak nam salıyor. Aile hayatı parlaktır. İyi bir geliri var: Evi, işi, arabası; mutludur, üç çocuğu ve vefalı bir eşi. Anne tarafından Türk, babası memur; isterse, iktidarla hiçbir sorun yaşamadan yaşayıp gider. Hatta iktidarın yanında yer alan partilerden belediye başkan-vekili de olabilir…
Mızraklı, öğrencilik yıllarında çok aktif olmasa da Kürt siyasetiyle ilgileniyor: 2019 yılında Belediye Başkanı oluyor ama beş ay sonra yerine kayyım atanıyor. Belediye başkanı seçildiği gün, kayyımın odasına girişini hatırlıyoruz; bir yanda sefalet, diğer yanda halkı temsil eden kayyım ve kayyımın ihtişamı…
Birkaç gün önce Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulu Mızraklı’yla ilgili şu ilginç açıklamayı yaptı: “Terör örgütünden ayrıldığına dair bir beyanı bulunmadı.”
Burada aşağıda anacağım iki şey dikkat çekicidir: ilki beyan, ikincisi terör örgütü ifadesidir. Beyan, soyut bir kavramdır, hatta dinidir; terör örgütünden kasıt PKK ise, PKK kendini feshetti ve bu, şimdilik yasal olmasa da bir zemine oturdu…
Anladığımız kadarıyla Mızraklı tam dışarı çıkacağı sıra, özel bir hukuka tâbi tutuldu. Yani Mızraklı “ben pişmanım” ya da “siyasetle ilgim yok” ve bundan sonra, “siz nasıl istiyorsanız, ben öyle yaşayacağım, öyle düşüneceğim” dese, bir sorun olmayacaktır.
‘Tanrı devlettir’in yerini, tanrı iktidardır almıştır. Denilir, tanrı insanı kendisine kulluk etmesi için yaratmıştır. Amaç şudur: Tanrıyı tanımak, ona bağlanmak, ona inanıp, onun istediği tür işler yapmak… Yani gönüllü itaat, ihsas ve bütün bunları bir ibadet biçimine dönüştürmek…
Mızraklı bir itirafçının itirafları üzerine cezaevindedir… İtirafçı, bir şey söylüyor ve bunun üzerine bir hüküm inşa ediliyor. İtirafçının bilgisi gerçek kabul ediliyor. İtirafçı da bir kimse olmaktan çıkıyor, bir kuruma dönüyor; işlemiş ve bu suçu itiraf etmiş bir kimse olmaktan çıkıyor, yekten ondan ne isteniyorsa, bunu söyleyen kimse oluyor. Bu şudur: Ne seçme ne de seçilme hakkı vardır ve iktidar, istediği zaman, istediği kişiye, istediğini bir biçimde söyleterek, seçilmiş olanı ve giderek suçsuz olanı hapse atabilir, isterse onu cezası bitse de içeride tutabilir…
Mızraklı’ya dayatılan dolaylı bir pişmanlıktır. Mızraklı, buna göre seçilmiş bir siyaset adamı, fikirlerini dile getiren bir siyaset adamı değil, terörle ilişkili bir kimsedir ve hala terör örgütüyle ilişkisi olduğu için de bir süre daha (bu süreyi kimse bilmiyor) içerde tutulabilir; bu sürenin suçla ya da cezayla bir ilgisi yoktur, keyfidir…
Bir not düşmem gerek. Mızraklı, belediye başkanı ve vekil olmadan önce, elbette sabıka kaydı vardır ve elbette bu kayda göre sakıncalı biri değildir ama ne zaman ki kayyım fırtınası esmiş, o zaman suç hanesi oluşturulmuştur.
Öte yandan Mızraklı, cezaevindedir ve onun varlığı sürekli bir denetim altındadır. Burada “Terör örgütünden ayrıldığına dair bir beyanı bulunmadı” ifadesi, neye dayanarak verilmiştir, bu bilinmemektedir… Yani bütün geçmişi devletin gözleri önünde olan ve hala hapiste devlet tarafından gözlenen birinin bir örgütle ilgisini kurmak yasayı yadsımaktır…
Örneğin CHP, AKP ya da MHP’li bir belediye başkanı hapse girse, yıllarca yatsa, çıkacağı sıra, yine ona da aynı şeyler söylense, bu kabul edilebilir mi?
Söz konusu olan haksızlıktır. Beyanın bulunup bulunmaması; beyan, soyut bir kavramdır; çünkü burada eylem diye bir şey söz konusu değildir; Mızraklı, hapistir, eylemleri gözlerin önündedir. Söz konusu olan fikir ise ve ‘Mızraklı fikirlerini değiştirmemiştir’ deniliyorsa, artık fikir özgürlüğünden söz edilemez. Yasa’nın ya da kurulun istediği acaba şu mudur: “Herkes benim fikrimde olacaktır.”
Beyan sorunlu bir alandır. Paralel demektir. Maksadın açıklanması istenir, deliller sunulur ya da deliller toplanır… Beyan, mecazdır, husus ihtimalleri dikkate alınır… Oysa söz konusu olan bitmiş ya da bir sonuca bağlanacak olandır, suçtur… Suçun devamıyla ilgili verilen karar ise mecazdır: ‘Kanatsız kuşlar da vardır’ ifadesi bir mecazdır.
Kuşun kanadının olup olmadığı dışarı çıktığı zaman belli olur. Burada bir haksızlık vardır, bir keyfilik…
Haksızlıktan amaç, beyan bile değildir. Amaç, kişiyi içe kapanık bir hale getirmek, dışla ilgisini kesmek, güvensizlik mayalamaktır.
Beyan, bir de hazımsızlıkla ilgilidir. Bir kişinin, hala kendi düşüncesinde ısrar etmesi, onca yıl hapse rağmen inançlarından/ fikirlerinden taviz vermemesi yasanın kişileşmesi anlamına da geliyor.




