Barışın toplumsallaşması ve karşılıklı entegrasyon
Ercüment Akdeniz 16 Kasım 2025

Barışın toplumsallaşması ve karşılıklı entegrasyon

Çatışma/çözüm pratikleri bakımından “entegrasyon” kavramı sıklıkla ve çokça tartışılan bir konu olarak gündemde. Entegrasyon kavramı, göç ve mülteci alanında çalışan akademisyenlerin, hak savunucuları ve gazetecilerin de aşina olduğu bir kavram.

Türk işçi göçünün 50’nci yıl etkinlikleri kapsamında Prof. Dr. Klaus J. Bade ile katıldığımız bir paneli hatırlıyorum. Şöyle demişti Prof. Dr. Bade: “İlle de bir entegrasyondan bahsedeceksek buna mültecilerden çok Alman toplumunun ihtiyacı var. Çünkü esas sorun yerleşik toplumun göçmenlere dair algısında…”

Ona göre Alman devleti 50 yıl boyunca hep göçmenleri yerli topluma entegre etmekle uğraşmış ve günün sonunda eksik ve çarpık bir göç politikasıyla baş başa kalmıştı. Bu yüzden istenen sosyolojik bütünleşme bir türlü sağlanamamış, önyargı duvarları ortadan kalkmak bir yana daha da yükselmişti. Göçmen düşmanlığı, ırkçılık ve nefret bunun en bariz tezahürüydü. Oysa 50 yıl öncesinden başlayarak düğmelerin doğru iliklenmesi gerekirdi. Eksik olan şey Alman yerli toplumunun, ülkeye sonradan gelen ya da getirilen göçmen topluluklarla ilgili sağlıklı bir eğitimden geçirilmesiydi. Almanlar sonradan gelen veya gelecek olan göçmenlerin ana dilleri, kültürleri, adet ve görenekleriyle ilgili önceden bilgilendirilmeliydi. Asimilasyon ya da itme/dışlamanın yerine “bir arada yaşam” ilkesi temel alınmadığı için toplumların karşılıklı saygı zemini de 50 yıllık bu süreçte fazlasıyla zedelenmişti.

Prof. Bade’nin göç alanında yaptığı bu saptamadan yola çıkarsak, şöylesi bir soruyu sormamız fazla mı radikal olur: “Barış süreci için ille de bir entegrasyondan bahsedeceksek buna Kürtler kadar ve Kürtlerden çok Türk toplumunun ihtiyacı var. Çünkü esas sorun Kürt olmayan toplumun Kürtlere dair algısında”.  Ve elbette bu yanlış algıda egemen siyasal erk ve resmi tarih anlatımı hep belirleyici oldu. Dolayısıyla egemen aklın da bir bütün olarak değişmesi ve dönüşüme uğraması, barış sürecinde düğmelerin doğru iliklenmesi bakımından kayda düşmeli.

Göç akademiasında “entegrasyon” kavramına pek sıcak bakılmaz. Zira entegrasyon genellikle tek taraflı bütünleşmeyi veya bütünleşme çabasını ifade eder. Burada entegre olma misyonu/görevi zaten hep dışlanagelen alt ve dezavantajlı topluma yani mültecilere yüklenir. Bu nedenle temel bir insan hakkı olan göç ve iltica hakkını referans olarak kabul eden akademisyenler tek taraflı entegrasyona mesafe koyarak; “karşılıklı entegrasyon”, “uyum” veya “bir arada yaşam” kavramını öne çıkarırlar. Kavramlar tam olarak yerine oturmasa da refleks ve kaygı yerindedir. Sağlıklı bütünleşmeyi amaç edinen kavram arayışı ise hala devam etmektedir.

Tıpkı göç alanında olduğu gibi çatışma/çözüm süreçlerinde de benzer kavramsal sorunlar görünmektedir. Öyle ki,  tek taraflı entegrasyon; ötekileştirilenlerin ötekileştirenlere bağlanması, kendini ona uydurmaya çalışması, sosyolojik uyumun tek taraflı bir görev olarak belirlenmesi bakımından hatalıdır. Dezavantajlı topluma, mültecilere yahut Kürtlere tek taraflı entegrasyon görevi veren perspektifler, entegre olunacak topluma ise üst rol modelini uygun görür. Üst rol model payesi biçilen üst kimlikler; hem denetleyici hakem görevine hem de entegrasyonu kabul edip etmeme inisiyatifine veya yetkisine sahip bir duyguyla motive edilirler. Ki tek taraflı bu inisiyatif ve yetki duygusu sorunludur. Bir kardeşin diğer kardeşi alt veya üst kimlik görerek barışa adım atmaya karar vermesi; hem barışın hem de eşit ve karşılıklı kardeşlik duygusunun tesisinin arasına, farkında olarak veya olmayarak, önyargı duvarlarını örer.

O halde ille de entegrasyondan söz edilecekse bunun toplumsal karşılığı karşılıklı entegrasyon olabilir. Bu durumda tarihsel olarak ötekileştirilen toplumlar kadar ötekileştirenlerin de anlama, bağlanma çabası kendini gösterir. Uyum ancak karşılıklı, gönüllü ve eşit bağlanma ile mümkün olabilir. Bu nedenle tanıma, tanışma, kabul, ön yargılardan sıyrılma, duygu birliği ve adım atma yetkisi ortaklaşmalıdır. Birinin ötekine gitmesini beklemek yerine bir arada yaşam için kolektif rol ve modelin inşası esas alınabilir. Demokratik çözüm, demokratik yaşam ve demokratik entegrasyon bağlamından kastedilen şey “karşılıklılık” ilkesi ise eğer; sadece bir topluluk veya halk değil, barışa gönül veren tüm topluluk ve halklar entegrasyonu kendisinden başlayarak tartışmalıdır. “Onun bana yaklaşma, anlama ve entegrasyon çabası kadar ben de ona aynı çabayı göstereceğim”; bu ve benzeri formülasyonlar üzerine çokça tartışma yürütülebilir. Ve bu tartışmalar ilerleticidir.

Burada bir parantez açmakta fayda var. Şöyle ki; örgütün kendini fesih kararı aldığı, silahların yakıldığı ve gözlerin silahsızlanma sürecine çevrildiği bir aşamada entegrasyon için hukuki, yasal adımların atılması kritik öneme sahiptir. Bir paradigma değişikliği olarak separasyondan (ayrılma/ayrışmadan) bütünleşmeye (demokratik entegrasyona) geçme iradesi bağlamında entegrasyon kavramı kendi başına bir özgünlüğü ifade eder.

Sonuç olarak, barış sürecinin sağlıklı bir zeminde yol alması ve hedefe ulaşması için toplumsal dönüşüme de odaklanmak gerekir.  Entegrasyon, barışın toplumsallaşmasında tek taraflı bir beklenti halini alırsa arzu edilen sonucu vermez. Dönüşüm eksik kalır, bütünleşme ve kardeşleşme, ortak eşit ve bir arada yaşam istendiği gibi sağlanamaz.

O nedenle barış sürecine başlarken ve süreçte yol alırken düğmelerin yanlış iliklenmemesi gerekir. Türkler, Kürtler ve bu topraklarda yaşayan tüm halklar bunu başarabilir. Göç alanındaki disipliner tartışmalar barışa daha çok katkı sunabilir.

 

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.