Ne Trump ne Şara istediğini aldı
Yıldız Önen 17 Kasım 2025

Ne Trump ne Şara istediğini aldı

İlke TV köşe yazılarımda hep Trump yazıyor olmamın sebebini buldum. The Economist dergisi 2026 yılı için takip edilmesi gereken temalar (The World Ahead 2026) sayısında bu yılı “ABD Başkanı Donald Trump yılı” ilan etti. 2025 değerlendirme yazısında küresel siyaseti şekillendiren en büyük faktörün Trump olduğu şu ifadelerle anlatılıyor: “Bu Donald Trump’ın dünyası, hepimiz bu dünyada yaşıyoruz.”

Trump’ın ideolojiden çok pragmatik anlaşmalar peşinde olduğuna dikkat çekilen analizde, onun onlarca yıllık normları ve kurumları yıktığı vurgulanıyor. Bu tespit, Trump’ın dış politikadaki tavrını anlamak için önemli bir çerçeve sunuyor. Trump, uzun vadeli ideolojik bir çizgiyi takip eden bir lider değil; daha çok kısa vadeli çıkarları önceleyen, pazarlıklarla ilerleyen ve yerleşik normları gerektiğinde yok sayan bir pragmatizmle hareket ediyor.

Suriye geçici devlet başkanı Ahmed el-Şara’nın 10 Kasım’da Beyaz Saray’da ağırlanması da tam olarak böyle bir adım oldu. 1946’dan bu yana hiçbir Suriye devlet başkanının Washington’da kabul edilmediği düşünülürse, görüşmenin başlı başına tarihsel bir anlamı vardı. The Washington Post, 11 Kasım’da Şara ile yaptığı görüşmede bu durumu şöyle vurguluyor: “Ahmed el-Şara’nın Beyaz Saray ziyareti hem Suriye’nin yeni yönünün hem de Ortadoğu’da diplomatik dengelerin değiştiğini gösteriyor. Washington, bir zamanlar düşman ilan ettiği bir ismi bugün stratejik bir ortak olarak dinliyor.”

Ancak ziyaretin nasıl organize edildiğine bakıldığında, bu temasın, hem açılmak istenen bir kapı hem de dikkatle kontrol edilen bir alan olduğu anlaşılıyor. Ziyarete çok önem verenlerden olan Anadolu Ajansından Ahmet Arda Şensoy’un aktardığı protokol eksiklikleri bile görüşmenin sınırlı bir görünürlükte tutulmaya çalışıldığını gösteriyor: “Beyaz Saray’daki görüşme öncesinde Suriye heyetine yönelik bir karşılama töreni düzenlenmedi, toplantı basına kapalı yapıldı ve görüşme sonrasında liderler ortak bir basın toplantısı da yapmadı.” Washington, hem Suriye ile yeni bir kanal açmayı hedefliyor, hem de bu temasın ABD kamuoyunda tam bir normalleşme olarak algılanmasını istemiyor.

Trump, The Economist’in de dediği gibi normları kırıyor: Bir yandan ABD’deki 11 Eylül saldırısını düzenleyen örgütün eski üyesi ile görüşüyor, öte yandan fazla tepki almamak için onunla görüşmeyi düşük seviyede tutuyor.

Basın toplantısı yapılmadığı için daha sonraki açıklamalardan anlamaya çalıştığımız görüşmenin içeriği bu denge hâlinin daha somut bir tablosunu sunuyor. Suriye Enformasyon Bakanı Hamza Mustafa’nın açıklamasına göre masada ekonomik işbirliği, Suriye’ye ABD yatırımlarının çekilmesi, PKK/YPG’nin devlet kurumlarına entegrasyonu ve Sezar Yasası yaptırımlarının geleceği vardı. Ancak sonuçlara bakıldığında bu konularda pek de yol alınmadığı görülüyor.

Şam’ın bu görüşmeden temel beklentisi yaptırımların kaldırılmasıydı. Yaptırımların kaldırılması için Kongre kararı gerekiyor. Amerikan Kongresi’ndeki bütçe görüşmeleri yüzünden bunun olması kısa vadede mümkün görünmüyor. Yine de görüşmeden hemen sonra ABD Hazine Bakanlığı, Sezar yaptırımlarının yeniden (ilki Mayıs’ta alınmıştı) 180 günlüğüne askıya alındığını duyurdu. Bu, Suriye ekonomisine kısa vadeli bir rahatlama sağlayabilir; ancak uluslararası şirketlerin uzun vadeli yatırım yapabilmesi için yaptırımların tamamen kaldırılması gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında, askıya alma kararı kalıcı bir çözümden çok “geçici bir nefes alma” olarak kabul edilebilir.

Bir diğer önemli başlık, Suriye’nin ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyona siyasi düzeyde katılması oldu. Bakan Hamza Mustafa, Şam’ın yakın zamanda koalisyonla “siyasi işbirliği bildirisi” imzaladığını açıkladı. Buna göre Suriye hükümeti istihbarat paylaşımına ve IŞİD’e karşı ortak çalışmaya devam etmeye hazır. Ancak “siyasi işbirliği” vurgusu bazı analizlerde, Şam hükümetinin SDG ile aynı koalisyonda görünmekten çok da memnun olmadığı şeklinde yorumlandı. Görüşmeden hemen sonra ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın Suriye’de 22’den fazla operasyon düzenlediğini duyurması, bu başlığın sahada da karşılık bulabildiğine işaret ediyor.

Görüşmede en büyük zorluklar İsrail dosyasında yaşandı. Trump yönetimi Şara’yı İbrahim Anlaşmalarına dahil etmeye çalıştı, fakat Şara yönetimi topraklarını işgal eden bir ülkeyle doğrudan müzakereyi reddetti. Şara’nın Washington Post’a verdiği röportajda, İbrahim Anlaşmalarını imzalayan diğer ülkelerden farklı olduklarını anlatmak için söylediği şu sözler önemli: “50 yıldır süren statüko (Suriye’deki) rejim değişimiyle bozuldu. İsrail 8 Aralık’tan bu yana Suriye’ye 1000’den fazla hava saldırısı düzenledi, ancak biz misilleme yapmadık.” Şara’nın, “Barış için ön koşul İsrail’in 8 Aralık öncesi sınırlara çekilmesidir” demesi, tıkanmanın neden aşılamadığını açıkça gösteriyor. İsrail en azından işgal ettiği son bölgeden çekilmeden görüşmelerde bir ilerleme şansı zor.

Beyaz Saray’da Trump–Şara görüşmesi ile paralel olarak yapılan bir diğer görüşme de önemliydi. Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Hakan Fidan ve Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani ile yaptığı üçlü görüşme, ABD’nin daha geniş bir bölgesel çerçeve kurmaya çalıştığını gösteriyor. Barrack’ın açıklamasına göre toplantıda SDG’nin yeni Suriye ekonomisi, savunma ve sivil yapısına entegrasyonu, Türkiye–Suriye–İsrail ilişkilerinin yeniden tanımlanması ve İsrail–Hamas ateşkesinin temelini oluşturan uyumun ilerletilmesi konuşuldu. Barrack görüşmede öne çıkan stratejinin SDG’nin yeni Suriye’ye entegre edilmesi olduğunu vurguladı.

Bu görüşmede dikkat çeken noktalardan biri, masada SDG’nin olmamasıydı. Bu eksikliği gidermek için Barrack’ın Mazlum Abdi ile bir telefon görüşmesi yaptığı açıklandı. Abdi’nin X hesabından yaptığı açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Başkan Şara ile Beyaz Saray’da yapılan görüşmenin sonuçlarını ve SDG’nin Suriye devletine entegrasyonunu hızlandırma taahhüdümüzü görüşmek üzere Büyükelçi Tom Barrack ile az önce harika bir telefon görüşmesi yaptım.” Bu açıklamadan çıkan sonuç, Trump–Şara görüşmesinde Suriye’nin geleceği konusunda ABD, Türkiye, Şam hükümeti ve SDG arasında bir anlaşma zemini kurulduğu.

Trump’ın başkanlığı boyunca övündüğü “herkesi bir araya getirelim, sorun çözülecek” stratejisi ilk bakışta sorun çözüyor görünse de Pazar günü kamuoyuna yansıyan Şam hükümeti ile SDG arasındaki çatışma haberleri, bu tür görüşmelerle istikrarın pek sağlanamadığını kanıtlıyor.

The Economist’e göre Trump yönetiminin Ortadoğu stratejisi “Bölgeyi görece istikrara kavuştur ve enerjiyi Çin rekabetine yönelt” şeklinde. Bu strateji göz önüne alındığında görüşme Trump açısından bir başarı olarak kabul edilebilir. Trump yönetimi açısından bu görüşme büyük bir Ortadoğu vizyonu oluşturmak anlamına gelmiyor; daha çok, bölgeyi kısmi bir istikrara kavuşturup dikkati Çin rekabetine yöneltme stratejisinin bir parçası. Gazze’de ateşkesin ardından Suriye’de çatışmasızlık ihtimalinin yükselmesi ABD’nin stratejisi açısından önemli bir eşik olabilirdi. Ancak İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da bombalamalara devam etmesi, Rakka’da Şam hükümetine bağlı güçler ile SDG güçlerinin çatışması, bölgede Trump’ın “tüccar zihniyetiyle” kurmaya çalıştığı düzenin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor.

Trump–Şara görüşmesi, Trump’ın dış politika anlayışını tüm özellikleriyle ortaya koyan bir buluşmaydı: normların esnetildiği, dengelerin yeniden kurulduğu ve tüm tarafların bir miktar memnun edilmeye çalışıldığı bir temas. Ancak çoklu krizler çağında Ortadoğu’nun kadim sorunlarını Trump gibi kısa vadeli çıkarlar peşinde koşan bir liderin çözebileceğini düşünmek büyük bir hayal kırıklığı yaratabilir. Ortadoğu’da kalıcı barış ancak Arap Baharında olduğu gibi halkların demokratik mücadeleleri ile mümkündür. Liderlerin birbirleriyle görüşüp poz vermeleri, kamuoyunu kazanma çabaları basit kamuoyu yaratma çabaları olarak kalacaktır. Trump yılı, New York belediye başkanlık seçimlerinde olduğu gibi, aynı zamanda ona karşı mücadele edenlerin de yılı olacak.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.