Eski Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı, mahpus Kürt siyasetçi Leyla Güven, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü öncesinde Sincan Cezaevi’nden Bianet’in sorularını yanıtladı. “Kalıcı ve onurlu barış mümkündür” diyen Leyla Güven, Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne dair de “Bir yüzyılı daha heba etmeyelim” ifadelerini kullandı.
Leyla Güven, cezaevinden gönderdiği kapsamlı değerlendirmelerde 1990’lardan bugüne Kürt meselesinin seyrini, kadın hareketinin dönüştürücü gücünü, cezaevlerindeki kadın emeğini, toplumsal barış arayışını ve devlet politikalarının yarattığı tarihsel tahribatı anlattı.
Leyla Güven hem kişisel hem siyasal bir kırılma anı olan açlık grevi dönemine ve o günlerde taşıdığı sorumluluk duygusuna dair de değerlendirmede bulundu ve “Eylem boyunca kendime hep şunu sordum. Neden ben değil de onlar diye sordum. Oysa ben demiştim, mücadelemizin en ağır yükünü hep gençler taşıdı, bu kez de ben anne, kadın siyasetçi olarak bu yükü ben taşıyayım, önde olayım, onların yerine bedeli ben sırtlanayım ama olmadı. Hepsini saygıyla, minnetle anıyorum.” diye kaydetti.
Leyla Güven’in Bianet’ten Evrim Kepenek’e verdiği röportajın öne çıkan kısımları şöyle:
‘Kendisi ile barışık, halkı ile barışık ülke mümkün’
- 1990’lı yılların Kürt halkı üzerindeki etkilerini nasıl tarif edersiniz?
1990’lı yıllar Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrar eden kesimlerin devleti rutin dışına çıkardığı, hak, hukuk ve yasaların askıya alındığı, vatan millet naralarıyla her türlü baskının, zulmün halka uygulandığı yıllardı.
Bugün hangi eve gitseniz ak saçlı bilge nene ve dedelerimiz o karanlık günleri tek tek anlatırlar, zira kendileri o günlerin canlı tanığıdırlar.
- O dönem tüm bu karanlığa rağmen halkın tutumu nasıldı, korku mu yoksa direniş mi öne çıktı?
Buna rağmen halkımız korkup geri çekilmek yerine meydanlara ve partimize akın etti, inanılmaz serhildanlar yaşandı.
Yıkılan köylerdeki insanlar metropollere göç etmek zorunda kaldı, geldikleri kentlerde ilk sordukları adres siyasi partimiz oldu. 90’lar vahşetini yaşayanlar elbet geriye çekilmezdi. Dünyanın neresine gitmiş olursa olsun mutlaka örgütlü yapıya dahil oldu. Tarihe 1990 karanlığı olarak geçen bu dönemin yarattığı travmalar hâlâ sağaltılmayı bekliyor.
- Bugüne geldiğimizde, o dönemden miras kalan tablo ile bugünkü krizleri nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
Bugün barış ve çözüm için çabalayanların öncülüğünü Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri yapıyor, çünkü onlar o sürecin en yananlarıdır. Ancak Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümüne dair mücadelesinde maalesef değişen fazla bir şey olmadı. Gelinen noktada ülkede neredeyse yolunda giden bir şey yok. Çoklu krizler yaşanıyor, ekonomik sorunlar var.
Adaleti önceden mumla arardık, ancak şimdi karanlıkta adaleti aramak için mum da arıyoruz.
Gelişmişlik farkı ve gelir dağılımındaki eşitsizlik her geçen gün artıyor, kentlerde uyuşturucu kullanma yaşı 10’lara düşmüş durumda.
- Bu krizlerin temelinde Kürt sorununun çözülmemiş olmasının payını nasıl görüyorsunuz?
Elbette bunların tek nedeni çözülmeyen Kürt sorunu değil, başka sorunlar da var. Ancak biz Kürt sorununu çözen bir ülkede kalkınmanın, refahın, huzurun, eşitliğin ve hukuksuzluğun daha hızlı giderilebileceğini biliyoruz. Kendisi ile barışık, halkı ile barışık ülke mümkündür. Bunu da hep birlikte inşa edeceğiz.
Annelerin barıştaki rolü
Bu baskı tarihinin Kürtlerin dünya ölçeğinde dağılma ve bedel ödeme biçimine nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz?
Kürtler dünyanın dört bir yanına dağılmış bir halk olmakla birlikte, en fazla bedel ödeyen halk olmaktan kurtulamadı.
Cezasızlık politikasının bir sistem haline gelmesi annelerin acılarını daha da artırdı. En çok cezalandırılan ve baskı gören yine anneler oldu, ölümlerden sorumlu tutularak suçlandılar. Fakat bu politikaların hepsi halkı susturmaya yönelikti.
- Annelerden söz ederken duygusal ve politik olarak çok güçlü bir vurgu yapıyorsunuz. Bunun nedeni nedir?
Anne yüreğinin acısını ölçmeye kimsenin gücü yetmez. Onların tek gereksinimi adalet ve barıştır.
Anneler buna rağmen yılmadı, ne olursa olsun barıştan yana oldular. Büyük şehirlerde sessiz çığlıklarını sadece haykırmak için bir araya geldiler.
‘Barış ve demokrasi bu halkın geleceğidir’
- Bugünkü mücadelede annelerin sesi nerelerde en görünür, en güçlü hissediliyor sizce?
Bugün hâlâ dağların, zindanların ve cezaevlerinin soğuk yüzünde ölümleri durdurabilecek tek güç annelerin haykırışıdır.
Anneler “Biz ölümü değil, yaşamı savunuyoruz” dediler. Buna rağmen düşman politikaları, kirli operasyonlar ve provokasyonlar hiç bitmedi. Bu acı bugün bütün insanların kalbinde derin bir yara olarak duruyor.
- Geçmişin acısını unutmadan, geleceğe dönük barış mücadelesi nasıl ilerlemeli?
Geçmişi unutmadan ileriye doğru yürümek için yüzleşmek gerekiyor. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Anneler, yarım kalan evlatlarının mücadelesini barışla taçlandırmak istiyor. Bu yüzden barış ve çözüm süreci için cesur adımlar gerekiyor.
Biz bu mücadelede asla pes etmeyeceğiz. Kitlelerin zaman zaman sokaklarda attığı sloganlar sadece “katliam” değil, aynı zamanda barış çığlığıdır. Sonuç olarak, hiçbir şey halkı geri döndüremez. Barış ve demokrasi bu halkın geleceğidir.
‘Cezaevindeki kadın emeği ve görünmeyen sömürü’
- Sincan Cezaevi’nde kadın mahpuslarla ilgili tanıklık ettiğiniz koşullardan söz eder misiniz?
Buralardaki adli kadın mahpuslara değinmemek olmaz. Adli tutsaklar tüm cezaevlerinde ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyor, bu zindanlarda yüzlerce kadın çok düşük ücretlerde sabahtan akşama kadar hiç durmadan çalıştırılıyor.
En ufak bir itiraz, şartlı tahliye hakkının engellenmesi veya infaz yakmaları ile cezalandırılıyor. Her türlü şiddete kalmış bu kadınlar avukatsız oldukları için haklarını da savunamıyorlar. Birçoğu dışarı çıktığında sosyal güvencesi olmadığı için tekrar tekrar zindana giriyor. Adalet Bakanının övüne övüne bitiremediği cezaevlerinde iş imkânı konusu tam bir sömürü alanıdır. Her yerde teşhir etmek gerekir diye düşünüyoruz. Yani bu kadınların hem hukuki hem de psikolojik desteğe ihtiyacı var. Kısacası kadın dayanışmasına ihtiyaç var.
‘Siyaset, kriminalizasyon ve direniş çizgisi’
- Siyasi faaliyetlerinizin suç gibi gösterilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Her halkın temsilcisi kendi halkının ihtiyacı ne ise onun için mücadele eder. Bizim halk olarak yok sayılan dilimiz, kültürümüz, kimliğimiz için bir kavgamız var. Bu nedenle Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollardan çözümü için siyaset yapıyoruz. Fakat tüm siyasi faaliyetlerimizin suçmuş gibi gösteriliyor.
- Bugün uzun yıllardır cezaevinde tutulan kadın arkadaşlarınızın durumu nedir?
Birçok cezaevinde olduğu gibi bizim bulunduğumuz cezaevinde de 33 – 34 yıldır cezaevinde olan 12 – 12 arkadaşımızın tahliyesi erteleniyor. Biz nedenlerinin hukuki olmadığını biliyoruz. Yine de çok moralliler.
- Zindanda bu koşullarda zamanı ve mücadeleyi nasıl anlamlandırıyorsunuz?
Biz burada mücadelemizin muhasebesini yapıyoruz, dersler çıkarıyoruz, mücadeleye daha çok faydamız nasıl dokunur diye düşünüyoruz.
‘Kadın özgürlük ideolojisi, dönüşüm ve Öcalan’ın etkisi’
- Kürt kadın hareketinin güçlenmesinde hangi dinamikler belirleyici oldu?
Bizler Kürt kadınları olarak yıllardır, hem ulusal hem de kendi dinamiklerimizle aynı mücadele ruhuyla bugünlere geldik. Aynı bedenin birer parçaları misali hangi kimlik baskılanırsa, yok sayılırsa o yöne doğru evrilmek zorunda kaldık. Elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince dengeyi doğru kurmaya çalıştık.
- Bu süreçte Öcalan’ın rolünü nasıl tanımlıyorsunuz?
Bu konuda halkların önderliği Sayın Öcalan en büyük desteğimiz ve şansımızdı. Hem feodal erkeğin değişip dönüşmesi hem de biz kadınlardaki geleneksel, feodal, klasik, dogmatik kodların aşılması için muazzam bir emek sarf etti. Bizler onun sayesinde xwebun olma yolunda ilerliyoruz.
‘Sayın Öcalan bir kez daha Kürt Türk kardeşliğine bir şans verdi’
- Bu tabloda MHP lideri Devlet Bahçeli’nin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ömrünü milliyetçilik davasına feda eden MHP lideri Devlet Bahçeli, ülkenin sürüklendiği girdabı fark eden bir lider oldu. Ülkesini bu durumdan kurtarmak için tek yolunun Kürtlerle ittifak olduğunu biliyordu. Realiteyi anlamak için tarihe küçük bir yolculuk yapmak yeterli. Malazgirt, Çaldıran, Çanakkale ve daha birçok direniş hattı olduğunu herkes biliyor.
- Bölgesel politikalar ve Kürtlerin konumu açısından nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Bugün egemen güçlerin Ortadoğu üzerinden yeni dizayn politikaları olduğu herkesin malumu. Kürtlerin hakları bu anlamda bir gerçektir. Sayın Öcalan bir kez daha Kürt Türk kardeşliğine bir şans verdi. Demokrasi ve eşitlik temelinde tarihi çağrıyı yaptı. Bu çağrıya tek gerçekçi yaklaşan Devlet Bahçeli, Sayın Bahçeli oldu.
Ancak yıllardır kullandıkları siyaset dili ile öyle bir atmosfer yarattılar ki bugün hakikati kabul ettirmekte zorlanıyorlar.
- 27 Şubat çağrısı ve bugün için ne ifade ediyor sizce?
Bugün bu ülkeyi yönetenlerin gelinen noktanın derinliğinin farkında olduğunu umuyor, düşünüyor ve diliyoruz. 27 Şubat çağrısının gereği yapılır ve umut ederim ki tarihi bir fırsat heba edilmez. Yoksa bir yüzyılı daha heba ederiz, çoklu krizler devam eder.
- Bu süreçte topluma düşen sorumluluk nedir?
Her kişi yeniden düşünmeli, sürecin anlamını yapıcı bir şekilde ilerlemesi elzemdir.
Bu kez başarmak zorundayız. Sürecin en anlamlı mesajlarının en ağır bedeller ödeyenlerden gelmesi çok kıymetlidir. Çok büyük provokasyonlar olmazsa bu kez başaracağız diyebilmeliyiz.
- Barış dilini, ortak yaşam idealini nasıl anlatırsınız?
“Kalp denizdir, dil de kıyı. Denizde ne varsa kıyıya da o vurur.” O vakit kalpleri negatif olan her bir olgudan arındıralım, tamamen pozitif, herkes için barış, sevgi, hoşgörü, tevazu, eşitlik, özgürlük ve adalet ile dolduralım. Başarının anahtarı sen ben değil biz olabilmek, onlar, şunlar, bunlar, ötekiler değil, hepimiz diyebilmektir. Bunu başarabildiğimizde kıyılara ortak, eşit, özgür, birlikte yaşam vuracaktır.
Barışın yolunda, bilimin ışığında kadınlar öncülüğünde demokratik bir Ortadoğu, yaşanılır bir dünya yaratmak mümkündür. Bunun için de kederlenmeyecek, öfkelenmeyecek, örgütleneceğiz, birbirimize tahammül etmeyi öğreneceğiz. Bunları nasıl başaracağımız konusunda da kadınlara referans alacağız.
Zira kadınlar Türkiye’de, dünyada da bunu başarabildiler. Kürt kadınları ile her daim ortak platformlarla buluşabildiler. Dünya halklarının kadınlardan öğrenecek çok şeyi var.”
‘Demokrasi, çözüm ve gelecek için umut’
- Sizce Kürt sorununun kalıcı çözümü neye bağlıdır?
Sonuç olarak bu sürecin başarıya ulaşması için devlet adına konuşanların özeleştirisel bir dil geliştirmesi son derece önemlidir.
Eğer bir halkın topluluğa yıllarca en ağır sözleri, hakaretleri sarf etmişseniz bugün yeni bir şeyler söylemek zorundasınız.
Halklar doğal olarak sorar, dün söyledikleriniz mi doğruydu, bugün söyledikleriniz mi doğru diye.
- Toplumsal rıza ve onarıcı adalet arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsunuz?
Toplumsal bir rıza üretmek için tam özeleştirisel yaklaşım ile onarıcı bir adaletle bunu başarabiliriz diye bekliyoruz. Demokrasinin olmadığı bir yerde haktan, hukuktan söz etmek hiçbir anlam ifade etmeyecektir.
- Dünya ölçeğinde demokrasi, kapitalist modernite ve birey ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyada demokrasisini tam olarak uygulayan ülkelerde sosyal haklar boyutu ile nispeten daha insani koşullar olduğu doğrudur. Ancak kapitalist modernitenin yarattığı doyumsuzluk, mutsuzluk, paylaşımsızlık, hoşgörüsüzlük, genel toplamda “ucube kişilikler” bireysellikle gelişen teknoloji aracılığı ile küresel boyutta yayılmaya devam ediyor. Öcalan da demokrasi konusunda çok önemli belirlemelerde bulunmuştur. “Demokratik siyaset doğru temelde ele alınırsa barış hâkim olacaktır” der.
“Demokratik siyaset demokratik cumhuriyet oluyor” diyor. Dolayısı ile demokrasi ile barış birbirini tamamlayan iki olgudur.
Kürt sorunu da ancak tam demokratik bir sistemle çözüme kavuşur.
- Umudu siyasal ve tarihsel olarak nereye yerleştiriyorsunuz?
Öcalan yıllar önce “umut zaferden daha değerlidir” demişti. Eğer bir hak olarak umut etmeseydik kaçınılmaz olarak asimile politikaları ile yok olurduk. Halkımız umutla, moralle mücadele ederek bugünlere geldi. Bugünden en büyük umudumuz önderliğimizdir. Dünya beşten büyükse (ki öyledir) “Dünya demokratik uluslar birliği olmalıdır” diyor. Öcalan’ın dünya sistemlerine dair demokratik, katılımcı, komünal modelleri tüm dünya halklarına nefes aldıracak niteliktedir.
- Türkiye’nin demokratik geleceğini hangi dinamikler belirleyecek sizce?
Türkiye’nin de demokratik geleceği kendi iç toplumsal dinamiklerindedir. Kürt Türk tarihsel ittifakı doğrultusunda yol alınırken özgür iç dinamik, yerel akıl, toplumsal değerler, ortak miras anlayışı ile hareket etmek herkese kazandıracaktır. Batılı ülkeler bize gösterdikleri “şefkat ve üzüntülerini” şimdilerde CHP’ye gösteriyorlar. Tabii ki gerçek demokrat ve Kürt dostu aktörlerin olduğunu ve her zaman bizimle dayanışma içinde olduklarını, bundan dolayı da bedel ödediklerini biliyoruz.




