Asimilasyon, şiddet, militarizasyon, kültürel baskı… Türkiye’nin özellikle Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı illerde kurulan Yatılı İlköğretim Bölge Okulları (YİBO), binlerce çocuğun hayatında derin izler bırakan bir hafıza alanı olarak bugün hala konuşulmayı bekliyor. Geçtiğimiz günlerde yönetmenliğini Şükran Demir ve Özgür Ünal’ın üstlendiği YİBO belgeseli İstanbul’da izleyiciyle buluştu. Çalışmanın ilk aşaması aslında bir kitapçık olarak düşünülmüş, fakat toplanan tanıklıklar ve hafızanın ağırlığı, yönetmenleri bu materyalin belgesel formuna dönüşmesi gerektiğine ikna etmiş.

Belgeselin ortaya çıkış süreci, sadece teknik bir üretim değil; bastırılmış, konuşulmaktan uzak tutulmuş bir deneyimin kamusal alana taşınması çabası. Yönetmenler, YİBO’ları “hem politik hem askeri hem de kültürel baskı sisteminin doğrudan bir parçası” olarak tanımlıyor ve bugün hâlâ etkisini sürdüren bir hafıza yapısına işaret ediyor.
‘Bu mekanların görünmezliği rahatsız ediciydi’
Belgeselin çıkış fikrini anlatan yönetmen Özgür Ünal, YİBO’nun ikili sohbetlerde bile daima kendine yer açan bir mesele olduğunu söylüyor:
“Ben YİBO’da okumamış olsam da, Şükran’ın yıllar boyunca anlattıklarıyla bu okulların atmosferine, öğrencilerde ve ailelerde bıraktığı izlere yakından tanık oldum. Binlerce çocuğun hayatını şekillendiren bu mekanların kamusal alanda neredeyse hiç konuşulmaması rahatsız ediciydi.”
Ünal, meseleye dair çalışma yapma fikrinin önce küçük bir arşiv oluşturmaya dönük olduğunu, fakat tanıklıkların ağırlığının belgeseli kaçınılmaz kıldığını vurguluyor:
“Hikâyelerin yalnızca yazılı metinle sınırlı kalmasının yeterli olmayacağını gördük. YİBO’lular arasında hâlâ canlı bir ortak hafıza var ve bunu görünür kılmak yüzleşme için kritik.”

‘Türkçe bilmediği için aşağılanan ya da Kürtçe konuştuğu için cezalandırılan çocuklar’
Çalışmanın saha kısmını ağırlıklı olarak üstlenen Şükran Demir, tanıklıkların çoğunda benzer temaların öne çıktığını söylüyor:
“Anlatılanların büyük bölümü fiziksel ve psikolojik şiddet, kimlik baskısı, yoksulluk, yalnızlık, militarizasyon ve kültürel asimilasyon etrafında yoğunlaşıyordu. Ancak genel değerlendirme o dönemden zamansal olarak uzaklaştıkça ve üzerine düşündükçe yaşadıklarını daha iyi anlamaya başladıklarını ve ciddi bir asimilasyona maruz bırakıldıkları inancıydı.”
Öğrencilerin kendilerine uygulanan şiddeti “katmanları olan” bir yapı olarak tarif etmesi; askeri birliklerle iç içe yaşamanın yarattığı korku; Türkçe bilmediği için aşağılanan çocuklar, Kürtçe konuştuğu için cezalandırılan çocuklar; dini baskıya maruz kalan özellikle Alevi öğrenciler; ailelerinden koparılmış olmanın yarattığı derin yalnızlık… Tüm bunlar tanıklıkların ortaklaşan noktalarıydı”
Demir, bazı anlatıların kayda geçmediğini ancak duyduklarında sarsıldıkları örnekler olduğunu da aktarıyor:
“Görme engelli çocukların bulunduğu bir YİBO’da ‘öğrencilere dışkı yediriliyordu’ diyen bir tanık olmuştu. Böyle bir bakım ihtiyacı olan çocukların bile bu koşullarda bırakılması bizi çok etkiledi.”

Neden özellikle Kürt bölgeleri?
Türkiye’de YİBO’lar yalnızca Kürt illerinde değil, farklı etnik toplulukların yaşadığı bölgelerde de açıldı. Ancak belgeselin odağının Kürt illeri olmasının nedeni, bu sistemin en yoğun ve en sert biçimde burada uygulanmış olması.
Demir, tarihsel bağlamı şöyle özetliyor:
“1990’ların savaş atmosferinde Kürt çocukları için YİBO, bir okul olmanın ötesinde politik ve askeri baskı sisteminin doğrudan bir parçasıydı. Çoğu okul askeri alanlarla iç içeydi. Bu nedenle farklı etnik topluluklarda da YİBO’lar olsa da Kürt illerinde deneyim çok daha sistematikti.”
İç Anadolu ve Karadeniz’de de örnekler olduğunu ancak okul sayısının açıldığı bölgelerde yüksek farklara sahip olduğunu belirten Demir, “Yoksa Kazım Karabekir’in öncülüğünde Ermeni çocukların toplatıldığı okullar, Sıdıka Avar’ın Elazığ Kız Enstitüsünde verdiği “eğitim” de amaç olarak YİBO’lardan farklı değildi” diyerek diğer kimliklere de etkisine dikkat çekti.
İlçe Milli Eğitim: ‘Bu okulları kurcalamaya gerek yok, Geçmişi karıştırmayalım’
Belgesel sürecinin en zorlu kısmı, kullanılabilir mekanlara erişmek olmuş. Ünal, başvurdukları ilçe milli eğitimlerde karşılaştıkları tepkilerin hafızanın nasıl bastırıldığını gösterdiğini söylüyor:
“Hala aktif olan bir YİBO’yu ziyaret etmek için bir İlçe Milli Eğitim’e başvurduğumuzda ‘Bu okulları kurcalamaya gerek yok’, ‘Geçmişi karıştırmayalım’ gibi tepkiler aldık. Bu sırada şunu da çok net fark ettik: YİBO meselesi, “yaşandı ve bitti” denilerek kapatılabilecek bir konu değil. Aksine, bugün konuşulmak istenmeyen ama etkisi halen yaşayan, yüzleşilmemiş bir hafıza alanı.”

Tüm bu zorluklara rağmen en büyük dayanışmanın YİBO’luların kendisinden geldiğini vurgulayan Ünal:
“Evlerini açanlar, başka kişilere ulaşmamıza yardım edenler… Bu hafızanın görünür olması için büyük bir kolektif çaba vardı.”
‘Konuşmak birçok kişiye iyi geldi’
Belgeselin en önem verdiği yön, tanıklara söz hakkı sunmak. Ünal, film gösterimlerinde söz alan YİBO’luların anlatma ihtiyacının ne kadar güçlü olduğunu gördüklerini söylüyor:
“Yıllarca taşıdıkları şeyleri ilk kez ifade eden görüşmeciler oldu. Bir kişinin bile film sayesinde rahatlaması, anlaşılmış hissetmesi bizim için belgeselin amacına ulaştığı anlamına geliyor.”
Aynı zamanda belgeselin anadilde eğitim hakkı, eşit ve insani eğitim koşulları gibi bugün hâlâ tartışılması gereken politikalara kapı araladığını vurguluyor.
Eğitim politikaları ile YİBO geçmişi arasında devamlılık var mı?
Demir’e göre YİBO’lar azalsa da zihniyet değişmedi:
“YİBO sistemi bugün artık neredeyse tamamen ortadan kalkmış görünse de, tek dil, tek kimlik, tek kültür esaslı anlayış hâlâ eğitim politikalarında sürüyor. Kürtçe’nin ‘Yaşayan Diller’ seçmeli dersine sıkıştırılması, öğretmen atamalarının sınırlandırılması, kota sorunları… Tüm bunlar aynı politik bütünün devamı.”

Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana eğitim politikasının özündeki amaçların değişmediğini belirten Demir:
“YİBO binaları boşalsa bile zihniyetin yapısal izleri hâlâ eğitim sisteminin içinde. Bu nedenle geçmişle yüzleşmeden bugünkü sorunları anlamak imkânsız.”
Şükran Demir ve Özgür Ünal’ın YİBO belgeseli, resmi tarihin dışında bırakılmış bir hafıza alanını görünür kılıyor. YİBO’lar bugün azalmış olabilir; ancak bu okullardan geçen binlerce çocuğun deneyimi, toplumun kolektif hafızasında hâlâ yaşayan bir gerçeklik.
Belgesel, bu deneyimleri tartışmaya açarak yalnızca geçmişi değil, bugün sürdürülen eğitim politikalarını da yeniden düşünmeye çağırıyor. Film YİBO’ların üzerine atılan örtüyü aldırmaya yönelik önemli bir adım




