Yeniden Ortadoğu
Lokman Ergün 22 Kasım 2025

Yeniden Ortadoğu

1800’lerin başından, 1950’lere kadar geçen sürede Ortadoğu’da gelişen olayları, değişim ve dönüşümleri, bu dönüşüme zemin hazırlayan düşünsel, siyasal ve ekonomik alt yapıyı anlamlandırabilirsek, bugün neler yaşandığını ve neler yaşanabileceğini daha sağlıklı anlamlandırmak mümkün olabilir. 

Öncelikle varoluşsal bir kriz yaşayan Osmanlı Devleti’nin 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanlarıyla merkeziyetçiliği güçlendirmeye başlaması, sınırları içindeki eyaletlerde baskıyı ve doğal olarak huzursuzluğu ve karşı duruşu arttırmıştı. Balkanlarda başlayan isyan hareketleri 1800’lerin başından itibaren önce Sırp Prensliğinin ardından Yunanistan’ın bağımsızlığıyla devam etmiş, 1900’lerin başında Osmanlı’nın 650 yıllık Balkan hakimiyetinin kaybedilmesiyle nihayetlenmişti.

Özellikle 1853-56 ve 1877-78 Osmanlı-Rus savaşları sonucu Anadolu’ya Müslüman halkların göç etmesiyle, Osmanlı içinde Türkçülük akımının ilk izleri görülmüş, bu akımın ideolojik öncülüğünü de yine bu göçlerle Anadolu’ya gelen İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu üstlenmişti. Bu yüzyılın sonuna doğru Osmanlı siyasetinde belirgin bir etkinlik kazanan Türkçülük ideolojisi ve bunun diğer halklara dayatılması, özellikle Ortadoğu’daki halklar arasında ciddi rahatsızlık ve karşı koyuş yaratmaya başlamıştı. 

1800’lerin sonuna doğru Şam, Beyrut ve Kahire merkezlerinde Arap aydınlarının dil, kültür ve siyasi çalışmaları hız kazanmış ve modern Arap milliyetçiliği gittikçe görünür olmuştu. Eş zamanlı olarak Ortadoğu’da İngiliz-Fransız etkisinin de başladığı ve zemin bulduğu görülmüştür. 1805’ten itibaren fiilen bağımsız olan Mısır, 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılmasının ardından, 1882’de İngilizler tarafından işgal edildi. Böylece Ortadoğu’daki İngiliz etkisi ve dizaynı da start almış oldu. Aynı tarihlerde Fransızların da Lübnan ve Suriye’deki Hristiyan topluluklar ile olan ilgisi ve bağlantısının başladığını görmekteyiz. 

Değişen dünya dengelerini idrak edemeyen, tepkisel milliyetçiliğin bir türevi olarak Türkçülüğü birlikte yaşadığı diğer halklara dayatan ve asırlardır var olan yerel yönetimleri boğmaya çalışan Osmanlı devletinin bu geniş coğrafyayı bir arada tutması mümkün değildi elbette. Mekke Şerifi Hüseyin’in başarısız isyanı, sonrasında 1902’de İbni Suud’un Mekke’yi ele geçirmesi ile birlikte tetiklenen süreç, nihayet 1. Dünya Savaşı ile birlikte Ortadoğu’da Sykes-Picot sisteminin kurulması ile geçici olarak tamamlanmış oldu. 

İttihat ve Terakki’nin Osmanlı’nın yeni ideolojik hattını ele geçirip tahkim etmesi, 1912’de Türk Ocakları’nın açılması ve Anadolu’yu Türk yurdu olarak tanımlaması ile belirginleşti. Kürt, Ermeni ve Arap coğrafyalarında demografik yapıyı değiştirmek amaçlı, Balkanlardan göç edenlerin yerleştirilmesi gibi sistematik bir Türkleştirme siyaseti uygulandı. 

Anadolu, Kürdistan ve Arap coğrafyaları, bu toprakların binlerce yıllık çoğulculuğuna, farklılıklarına, birlikte yaşam pratiğine yabancı, kaybedilmiş savaşların, göçlerin, trajedilerin beslediği tepkisel ve yapay bir milliyetçiliğin uygulama alanı yapıldı. Türkçülük ve merkeziyetçilik adeta bir merkezkaç kuvvet uyguladı coğrafyaya, önce Arap coğrafyası Sykes-Picot düzenine teslim edildi. 

Ardından bu topraklardan ve tarihsel gelişiminden kopuk, dışarlıklı ve tepkisel milliyetçilik, Kürdistan’ın Sykes-Picot düzeniyle bölünmesine rıza gösterdi. 1867’de Vilayet Nizamnamesi ile ismine kastedilen Kürdistan eyaletinin, 1924’te de varlığına kastedilmiş oldu. Yıllardır bölünme paranoyasıyla hayatı bize zindan edenlerin bu bölünmeye dair bir şey söylememesi de bu nevzuhur Türkçülükten bugünlere kalan çarpık zihindir bir bakıma. 

Tarih tekerrür etmez aslında. Tarihte gerçekleşmiş her ne varsa, zamanıyla, aktörleriyle, dinamikleriyle kendine özgü ve biriciktir. Ancak tarih bize anlamamız için benzerlikler ve bağlantılar sunar. 

Değişen ve dönüşen dünyayı algılamayan Osmanlı’nın yerine bugün Ortadoğu’daki birçok ülkeyi ve siyaseti koyabiliriz kolaylıkla. Ya da İngiliz ve Fransız etkisinin yerine ABD ve diğer yeni güçleri eklemleyebiliriz. Merkezkaç kuvvet etkisi yapan dışarlıklı ve yapay milliyetçiliğin izlerini, gittikçe ırkçı bir karakter kazanan Türk ulusalcılığı ve yabancı düşmanı siyasi hatta gözlemleyebiliriz. 

Ortadoğu’nun yeniden değiştiği ve dönüştüğü bu zamanda, tarih bize ne yapmamız gerektiğini kendi dili ve üslubuyla çok sarih bir şekilde anlatıyor aslında. 100 yıl önce tarihsel Kürt ve Türk ittifakı hilafına yapılmış her ne varsa, bugün sorun olarak, çatışma olarak, acı olarak yaşadığımız odur. 

Duhok’ta Kürtlerin verdiği fotoğraf, Sykes-Picot dizaynının bu coğrafyada miadını doldurduğunun da fotoğrafıdır bir bakıma. Ve Kürt liderlerin birlikte yaşadıkları halklara, devletlere ve özellikle de Türkiye’ye uzattıkları barış ve dostluk eli çok kıymetlidir. 100 yıl önce İngiliz aklına teslim olanlara Ortadoğu’da hiç kimseye barış ve huzur getirmemiş Sykes-Picot düzeni yerine, eşit ve birlikte yaşamı önceleyen yeni bir bölgesel iş birliği önermesidir. 

Ne demişti İlham Ahmed; “Sınırlar böyle kalabilir, ancak onlara yüklediğimiz derin anlamlar değişmeli.” 

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.