Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) göre ekim ayı itibarıyla yıllık enflasyon yüzde 32.87, Enflasyon Araştırma Grubu’na (ENAG) göre yüzde 60 seviyesindeydi. İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) hesaplamalarına göre İstanbul enflasyonu yüzde 40.84’e yükselmişti. Bir önceki aya göre artış oranları ise sırasıyla; yüzde 2.55, yüzde 3.74 ve yüzde 3.31’di. Bir ülkede bu denli farklı enflasyon sonuçlarının olmaması gerekir değil mi? Ancak, siyasî iktidarın vesayeti altında resmî kurumlar varsa böyle sonuçlarla karşılaşırsınız. Ve tabii şeffaflık yerine bilgi gizleme ve manipülasyon varsa, enflasyonla mücadelede sonuç alamazsınız. 2021’den bu yana, Türkiye ekonomisinin karşı karşıya kaldığı temel mesele bu! Bu sebeplerle dezenflasyon süreci çok sıkıntılı, bu sebeplerle hedefler tutmuyor, bu sebeplerle bu ülke nüfusunun ezici bir bölümü yoksulluk ve yoksunlukla yüzleşiyor.
Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) siyasî iktidarın ve iş dünyasının baskıları sonucunda, olması gerekenden önce politika faizinde indirime gitmesinin, enflasyonu yeniden alevlendireceğini tahmin etmek güç değildi. Bu hatadan kaynaklı alevlenmeyi, mevsimselliğe, konut ve gıda enflasyonlarında beklenen sakinleşmenin olmamasına bağlayan ekonomi yönetimine bakmayın, ana sebep erken faiz indirimi ve para politikalarını desteklemeyen maliye politikalarından başka bir şey değil. Tabii ki her zamanki yapısal sorunları da eklemek lazım. Yani bu bir sürpriz falan değil, perşembenin gelişi çarşambadan belliydi!
Sonuç itibarıyla; dezenflasyon hedeflerinin çok gerisindeyiz, enflasyon hedeflemesine göre yapılan ücret zamları başta asgarî ücretliler ve emeklileri açlıkla yüz yüze bırakıyor. Bu arada hemen hatırlatayım, Türkiye’de geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 30’un birazcık altında! Bir de işsiz ve hiçbir geliri olmayan çok geniş bir kitlenin durumunu düşünün!
Kasım ve Aralık enflasyonları zaten görece düşük gelir
Haftaya kasım ayı enflasyonu açıklanacak. Bloomberg HT’nin enflasyon anketine katılan 18 kurumun medyan beklentisi, kasımda enflasyonun aylık yüzde 1.25 seviyesinde gerçekleşmesi yönünde. Bu durumda, yıllık enflasyonun da yüzde 31.6 olması bekleniyor. 2026 yıl sonu için ise beklenti yüzde 23.2… Ankette, kasımda enflasyon için en düşük aylık beklenti yüzde 0.98, en yüksek beklenti yüzde 1.65 olarak belirtilmiş.
AA Finans’ın TCMB, reel ve finansal sektör temsilcileri ile profesyonellerden oluşan 68 katılımcıyla gerçekleştirdiği kasım ayı Piyasa Katılımcıları Anketi’ne göre ise, geçen ay yüzde 1.55 olan kasım ayı TÜFE artışı beklentisi, bu anket döneminde yüzde 1.59’a yükseldi. Carî yıl sonu TÜFE artışı beklentisi ise yüzde 31.77’den yüzde 32.2’ye çıktı. TÜFE’de artış beklentisi 12 ay sonrası için yüzde 23,26’dan yüzde 23.49’a, 24 ay sonrası için de yüzde 17.36’dan yüzde 17.69’a yükseldi.
Beklenti dendi mi, gerek hissedilen enflasyon gerekse ekonomi yönetimine güvenin kıstası olması açısından, hanehalklarının enflasyon beklentisi bence çok daha önemli. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’ne (BETAM) göre, 2025 Ekim ayında hanehalklarının enflasyon beklentisi, bir yıl sonrasına ilişkin bir önceki anket dönemine kıyasla 6.9 puan artarak yüzde 61’e yükselmiş. Enflasyon beklentilerinin dağılımına göre, katılımcıların yüzde 26.5’ini oluşturan en büyük bölümü enflasyon oranının yüzde 41-60 arasında olacağını tahmin ediyor.
Enflasyon beklentisi değil, enflasyon ham hayali!..
Peki ya reel sektör?.. TCMB’nin yayımladığı Ekim 2025 ‘Sektörel Enflasyon Beklentileri’ verilerine göre, reel sektörün 12 ay sonrası yıllık enflasyon beklentisi yüzde 36.3… Yani TCMB’nin sabit bıraktığı 2026 yılı enflasyon beklentisi olan yüzde 16’nın iki katından fazla! Herhalde bir kez daha Asgarî Ücret Belirleme Komisyonu’nun, gerek iş dünyasının gerekse iktidarın baskısıyla, yine enflasyon beklentisi üzerinden yüzde 16-17 civarında bir ücret zammı yapmaya kalkması mümkün olmaz. Umarım olmaz!
Dönelim kasım ayı enflasyonuna… Bilindiği üzere kasım ve aralık aylarında döngüsel sebeplerle enflasyon görece düşük gelir. Anketlerdeki eylül ve ekim aylarına göre daha düşük bir enflasyon beklentisinin sebebi bu… Ancak gelecek yılın ocak ve şubat aylarında enflasyondaki artış oranlarının eylül ve ekim enflasyonlarından bile yüksek geleceği aşikâr. Hem asgari ücret zammı, hem kamu kurumları tarafından ‘yönetilen yönlendirilen fiyatlar’ hem de dolaylı vergilere gelecek zamlar sebebiyle… Bir de buna yılbaşı öncesinde hareketlenecek talebi eklemek gerek.
Asgarî ücret zammı ve yönetilen–yönlendirilen fiyatların etkisi
Asgari ücrete zam beklentisi yüzde 20 ila yüzde 25 aralığında… Hazine ve Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından hazırlanan ve Resmî Gazete’de yayımlanan Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’ne göre yeniden değerleme oranı ise yüzde 25.49. Her ne kadar Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bu oranın uygulanmayacağını belirtse de… Bu ayrıca garip bir durum, bakanlığa bağlı Gelir İdaresi Başkanlığı’nın belirlediği oranı bakan yalanlıyor! Gel de, para politikalarıyla maliye politikaları arasında bir uyum bekle bu ülkede!
Şimdi başka bir rapora ve açıklamaya geleyim… TCMB’nin yılda iki kez yayımladığı ‘Finansal İstikrar Raporu’nun ikincisinde şu ifadeler var: “Sıkı parasal duruşumuzun bir sonucu olarak kredi büyümesi dezenflasyon patikası ile uyumlu bir görünüm sergilemektedir. Kredi ve mevduat fiyatlamaları, politika faiz oranındaki değişimler ve beklentilerle uyumlu bir seyir izlemektedir. Politika faizini destekleyici bir araç olarak kullandığımız makroihtiyatî çerçevede attığımız adımlar ile yabancı para kredi büyümesi yavaşlamış ve parasal aktarım mekanizması güçlenmiştir. Diğer taraftan, finansal koşullardaki sıkılık aktif kalitesi göstergelerine bir miktar yansımış ve bireysel krediler firma kredilerinden olumsuz ayrışmıştır”. Böyle deniyor da reel sektör niye feryat figan peki?.. Hem ticarî kredilerin politika faizinin üzerinde seyretmesinden hem de krediye erişememekten şikayetçiler. Tüketici ve ihtiyaç kredilerinde durum daha da fena… Belki de TÜİK’in enflasyon rakamlarına banka yönetimleri de inanmıyordur, değil mi?
Gerekçeleri bir bir saymak mı, önlemi zamanında almak mı?
Ve sırada TCMB Başkanı Fatih Karahan var… ‘Türkiye’de Para Politikası ve Enflasyon Görünümü’ başlıklı sunumunda söyledikleri sanki enflasyona karşı mücadele eden bir kurumun yöneticisinden çok, ekonomiyi yakından izleyen bir yurttaşın ağzından çıkıyor gibi!.. Dezenflasyonun sürdüğünü, ancak bu sürecin daha yavaş bir hızla devam ettiğini belirtip, enflasyondaki alevlenmeyi olumsuz hava koşullarına ve gıda enflasyonuna bağlayıvermiş. Sonra da eklemiş; “Temel enflasyon göstergeleri, enflasyonun düşüş sürecinde bir yavaşlama olduğunu gösteriyor”. İyi de gıda enflasyonun yapışkan olduğu son üç yıldır ortada… Hava koşullarını bir sebep olarak göstermek ise gerçekten vahim! Tarımdaki birikimli yapısal sorunları ve girdi fiyatlarını görmezden gelip bunu ileri süren bir yöneticiye bu millet nasıl güvenebilir?
Ekonomi yönetimine IMF’ten ciddi uyarılar
Ve ekonomi yönetiminin canını sıkacak bir değerlendirmeyle bitireyim. Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund-IMF), 4. Madde konsültasyonu kapsamında IMF personelinin ülkeye ziyareti sonunda elde edilen ön bulguları paylaştı. Enflasyona ilişkin yorumları şöyle:
TCMB reel faiz oranlarını yüksek tutmak ve finansal riskleri kontrol altına almak için çeşitli araçlar kullanırken, bu yıl bütçe açığındaki azalışın enflasyonu dizginledi. Dezenflasyonun yavaş hızı, ekonominin, yatırımcı davranışları, küresel risk iştahı veya enerji fiyatlarından kaynaklanan şoklara karşı savunmasız olduğu dönemi uzatıyor ve bu gecikme istikrara somut maliyetlerle riskler getiriyor. Daha istikrarlı ve sürdürülebilir bir yola doğru ilerlerken, önceliğin maliye politikalarının gelir odaklı sıkılaştırılmasına, daha sıkı para politikasına ve ihtiyatlı gelir politikalarına verilmesi gerekiyor. TCMB’nin, enflasyon hedeflerine ulaşılması için, politika faizine sağlam şekilde odaklanan bir çerçeveyle desteklenen daha yüksek reel faiz oranları gerekiyor. Değerlendirmede ayrıca, dezenflasyonun hızlandırılması ve risklerin azaltılması için malî konsolidasyonun sürdürülmesi gerektiği belirtilmiş ve gelir artırıcı önlemler ve harcama kesintilerinin önemine işaret edilmiş.
Yani neredeyse ‘IMF reçetelerini IMF’siz uyguladığı’ iddia edilen, başında Mehmet Şimşek’in bulunduğu ekonomi yönetimine IMF’in verdiği not da hiç parlak değil. 2026’ya pek umutlu girmeyeceğimizi söylemek gerek ve tek mesele de enflasyon olsa yine iyiydi.




