2025 yılı, dünyanın siyasi ve ekonomik dengelerini yerinden oynatan sarsıntılarla geçti. Çoklu krizler döneminde bir yıl daha geride kaldı. Son yıllarda alıştığımız belirsizlik hissi artık istisna olmaktan çıkmış durumda. Bu dönemin ruhunu anlamak için yalnızca Washington’a değil, Moskova’ya, Pekin’e, Tel Aviv’e, Brüksel’e ve Yeni Delhi’ye de bakmak gerekiyor. Dünya liderleri eski düzenin bittiğini biliyor, fakat yenisinin nasıl kurulacağı konusunda ortak bir fikir henüz oluşmuş değil. Bir ay sonra 2026’ya giriyoruz ve bu yılın küresel güç mücadeleleri açısından oldukça zorlu geçeceği şimdiden görülüyor.
Economist dergisinin baş editörü Zanny Minton Beddoes “yeni bir dünya ortaya çıkmaya başlıyor” yazısında “Küresel politikada 2025, eski düzenin sona erdiği yıl oldu. Başkan Donald Trump, Beyaz Saray’ı yeniden şekillendirmek için onlarca yıllık normları ve kurumları yıktı” diyor. Trump’ın ikinci başkanlık döneminin ilk yılı neredeyse tüm uluslararası ilişkiler kuramlarını yeniden gözden geçirmeyi zorunlu kıldı. Amerika’nın artık öngörülebilir bir müttefik olmadığı gerçeği, yalnızca Avrupa’yı değil, Asya ve Ortadoğu’daki tüm dengeleri etkiliyor. Gümrük vergileri, çok taraflı ticaret sistemini yerle bir etti. BM’den dış yardıma kadar uluslararası diplomasi mekanizması, Amerika’nın fon kesintilerinden etkilendi. Uzun süredir devam eden güvenlik ittifakları, Amerikan askeri ve ekonomik gücünü paraya dönüştüren daha işlemsel ilişkilere dönüştürüldü. ABD’de Trump, kapsamlı yürütme yetkisini kullanmaya başladı. Demokratların yönettiği şehirlere askerler gönderildi; üniversiteler tehditler ve fon kesintileriyle boyun eğdirildi; Federal Rezerv’in bağımsızlığı saldırıya uğradı ve hükümet mekanizması başkanın düşmanlarına karşı kullanıldı. Buna rağmen Amerikan borsaları yükseldi ve büyüme beklenenden daha dirençli çıktı. Bu tablo kısa vadeli bir başarı görüntüsü veriyor, ancak Kasım’daki yerel seçimlerde Trump ciddi bir yenilgi yaşadı. Trump’ın desteğinin yüzde 37’lere düştüğü söyleniyor.
2025’te en büyük değişikliklerin yaşandığı bölgelerden biri Ortadoğu oldu. İran ve desteklediği güçler, ABD’nin tam desteğini alan İsrail karşısında ciddi kayıplar verdi. Gazze’de ortaya çıkan kırılgan ateşkes, savaşı bitirmeye yetmedi. İsrail, hem Gazze’yi hem Lübnan’ı bombalamaya devam ediyor. Arap ülkeleri, barışın garantörü olmak konusunda başarısız oldular. Bu nedenle Gazze’deki tablo daha çok savaş ile barış arasında sıkışmış bir bekleyişi andırıyor.
Esad sonrası Suriye’de ise geçici devlet başkanı Ahmet Şara henüz kalıcı bir yönetim inşa edemedi. Alevilerin, Dürzilerin ve Kürtlerin otonom durumları hala devam ediyor. Hem ekonomik hem siyasi açıdan istikrarlı bir düzen kurulamadı.
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş dünyayı sarsmaya devam ediyor. Trump’ın önerdiği 28 maddelik barış planı pek tutacak gibi görünmüyor. 2025 yılı boyunca Rusya, büyük kayıplar vermesine rağmen Ukrayna’da ciddi bir ilerleme sağlayamadı. Ukrayna’nın direnç kapasitesi Avrupa destekleri sayesinde ayakta tutuldu, fakat bu desteklerin sürdürülebilirliği 2026’da daha fazla tartışma yaratacak. Avrupa hem savunma bütçesini artırmak zorunda, hem de yükselen aşırı sağ karşısında siyasi bütünlüğünü korumaya çalışıyor. Avrupa ekonomisi toparlanma sinyalleri veremiyor ve bu durum kıtanın siyasi atmosferi üzerinde çok ağır bir yük oluşturuyor.
Dünyanın diğer ucunda ise Çin, 2025’i şaşırtıcı biçimde avantajlı kapattı. Gümrük vergileri ve emlak sektöründeki sancılı duruma rağmen ekonomi yaklaşık yüzde 5 büyüdü. Trump yönetiminin ticaret savaşları, Çin’in yerli teknoloji üretimini hızlandırdı ve küresel güneyde yeni ittifaklar kurmasına zemin hazırladı. Trump ile buluşmadan sonra Xi Jiping, ABD ile “win win-kazan kazan politikasına devam edeceğiz” demişti. 2026’da jeopolitik ve ekonomik rekabet bunu ne kadar sağlayabilecek tartışmalı.
Yeni düzenin kırılgan inşası
2026’nın kendine özgü bir dinamiği olacak ve bu dinamizm büyük ölçüde ABD ile Çin arasındaki rekabetin nasıl şekilleneceğine bağlı olacak. Dünya yeniden iki kutuplu mu olacak, yoksa çok kutupluluk devam mı edecek? Şimdiden buna cevap vermek zor. Trump’ın son aylarda tüm devlet başkanları ile tek tek görüşüp ticari ve askeri pazarlıklar yapması, çok kutuplu dünyanın devam edeceği sinyali olarak okunuyor. Hem Şanghay hem NATO zirvesine katılan ülkelerin çokluğu da ülkelerin tek bir kutba bağlanmak istemediğini gösteriyor.
ABD’de kurumların aşınması yalnızca iç politika değil dünya siyaseti için de büyük bir belirsizlik anlamına geliyor. Çünkü ABD uzun yıllar boyunca uluslararası sistemin ana taşıyıcı kolonlarından biriydi. Bu kolonun sağlamlığı hakkında şüphelerin artması, diğer tüm aktörlerin davranışlarını değiştiriyor.
Bu değişim, militarizmin yükselmesi ile savaş risklerini artırıyor. 2025 Savunma Bütçeleri Yıllık Raporu’na göre 2025 yılında savunma harcamalarında yüzde 3,6’lık bir artış olacak. Yani 88,4 milyar ABD doları ek artışla toplam harcamaların 2,56 trilyon ABD dolarına çıkması bekleniyor. Bu yeni büyüme, Avrupa, Rusya, Kuzeydoğu Asya ve Orta Doğu’daki savunma bütçelerinin artmasından kaynaklanıyor. Bu ortamda, Tayvan’dan Kashmir’e, Sudan’dan Kongo’ya, Venezuela’dan Baltık ülkelerine kadar geniş bir coğrafyada çatışma riski yükseliyor. Bu risklerin bir kısmı şimdiden sıcak çatışmaya dönüşmüş durumda. Diğerleri ise anlık bir krizle çok daha büyük bir yangının fitilini ateşleyebilir.
Karamsarlık ve umut arasında bir dünya
2026 büyük ihtimalle bir karar yılından çok bir geçiş yılı olacak. Dünya liderleri eski düzenin devam etmediğini biliyorlar fakat yeni bir sistemin parametreleri henüz belirgin değil. Küresel siyaset bugün daha çok ani tepkilerin, liderlik krizlerinin ve büyük güçlerin kendisini güvende hissetmediği dönemlerin karışımı olarak görünüyor. Bu tablo değişmediği sürece dünya istikrara değil yalnızca ertelenmiş krizlere ilerliyor.
2026’ya girerken karamsarlık ve umut arasında salınan bir dünya manzarası oluşuyor. Karamsarlık yaratan, devam eden onlarca çatışma ve bu çatışmaları çözebilecek kolektif iradenin giderek kaybolması. Avrupa’nın savunma yükü altında ezilmesi, Çin’in aşırı güvenle saldırgan bir adım atma ihtimali ve Amerika’nın içeride çözemediği politik kavganın dış politikaya yansıması, yeni bir belirsizlik döngüsü yaratıyor.
Son dönemde dikkat çeken önemli bir gelişme de solun yeniden görünür bir toplumsal güç olabileceğine dair umutların belirginleşmesi oldu.
Gazze’de yaşanan yıkıma karşı dünyanın dört bir yanında dayanışma eylemleri ve grevler yükseldi.
ABD’de Trump’ın otoriter eğilimlerine karşı No Kings protestolarında milyonlarca kişi sokaklara çıktı.
İrlanda’da göçmenlerden ve yoksullardan yana tavır alan, ırkçılığa ve savaşa karşı net bir duruş sergileyen bir kadın, cumhurbaşkanı seçildi.
New York’ta Müslüman bir sosyalist, hem Trump’a hem de Demokrat Parti’nin yerleşik düzenine karşı güçlü bir zafer elde etti.
Seattle’da hayat pahalılığına karşı zenginlerin daha fazla vergilendirilmesini savunan sosyalist bir siyasetçi seçimleri kazandı.
Bütün bunlar, dünyada yeni bir sol dalganın filizlendiğine işaret ediyor. Bu gelişmeler, karanlık görünen bu dönemin aynı zamanda yeni bir toplumsal uyanışın başlangıcı olabileceğini gösteriyor.
Economist’in Ortadoğu editörü Josie Delap 2026 için şöyle diyor:
“2026’da her şey yolunda gitmeyecek. Bu kesin. Ama en kötüsü de gerçekleşmeyebilir. Körü körüne iyimser olmanın yeri olmayacak, ama yine de umut olmalı, çünkü her zaman daha iyi bir gelecek görenler olacaktır. Filistin’in en önemli seslerinden biri olan Mahmud Derviş, “Barış isteyenleri unutmayın” diye yalvardı. İsrail’in en iyi şairlerinden biri olan Yehuda Amichai ise “Çiçekler gibi aniden gelsin barış, çünkü tarlalar buna ihtiyaç duyuyor: vahşi barış” diye yakardı.”
Ben de yazımı 2026’da umudun kazanmasını dileyerek bitirmek istiyorum.




