16 Kasım Pazar günü bir grup feminist, Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde 8 Kasım sabahı Ravive Kozmetik’te yaşanan patlamanın gerçekleştiği depo-fabrika ve çevresini ziyaret etti. Patlamada üçü kadın ve üçü kız çocuğu olan; Hanım Gülek, Şengül Yılmaz, Esma Dikan, Tuba Taşdemir, Nisa Taşdemir ve Cansu Esatoğlu yaşamını yitirmişti. Bir hafta sonra yoğun bakımdaki Tuncay Yıldız da hayatını kaybetti.
Olayın ardından şirketin önce depo, sonra parfüm dolumu yapılan bir atölye, en son ise üretim yapılan bir fabrika olarak faaliyet gösterdiği ortaya çıktı. Ölenlerin tamamı kadın olunca, işyerinin kadınları ucuz iş gücü olarak çalıştırdığı bilgisi de netleşti. Ölen kadınların yaşları tartışma konusu oldu; bazıları çocuk yaşta, bazıları ise emeklilik yaşlarındaydı.
Feministlerin aktardığına göre, Ravive Kozmetik’in sahibi Kurtuluş Oransal, yurt dışına kaçma hazırlığı yaparken Tekirdağ’da yakalandı. Daha önce adı bir uyuşturucu davasında geçen Oransal’ın dayısı Ali Osman Akat ise geçmişte Süleyman Soylu ile fotoğrafları bulunan ve bir dönem Türk Amerikan İşadamları Derneği başkanlığı yapmış bir isim.

Sanayi bölgesine dönüşmüş mahalleler
16 Kasım Pazar günü bir grup feminist, patlamanın gerçekleştiği Depo-Fabrika’yı ve çevresini ziyaret etti. Feministler, Dilovası’nda depoların evlerin arasında sıralandığı, işçi sağlığı ve güvenliğinin yok sayıldığı, kimyasal maddelerle risk altında üretim yapılan pek çok işyeri bulunduğunu gözlemledi. Ayrıca Ravive Kozmetik’in ise Zara, Koton ve LCW gibi markalara taşeronluk yaptığı belirtildi.
Feministler, Ravive Kozmetik patlamasının ardından işçilerin yakınlarıyla görüştü; işyerinde kadınlar ve çocuklar, sigortasız, koruyucu ekipmansız ve düşük ücretlerle çalıştırılıyordu. Depoların denetimsizliği, acil önlem eksikliği ve rüşvetle çürütülen denetimler, işçilerin ölümünü adeta bekler hale getirdi. Mahalle halkı, kamu kurumlarının ve patronların sorumluluğunu vurgulayarak, üretimden önce insan hayatının hiçe sayıldığını anlattı. Yoksulluk, eğitim olanaklarının sınırlılığı ve patriyarkal baskılar nedeniyle kadınlar ve kız çocukları ölümle burun buruna çalışmak zorunda bırakıldı. Ve sonunda Dilovası’nda katliam yaşandı…

(Dilovası’nı ziyaret eden Feministler)
Feministler, ziyaretin ardından şunları anlattı:
“Patlamanın olduğu caddede, binaya 50 metre uzaklıkta benzin istasyonunda buluşuyoruz, bir alt sokak sanayi bölgesi olarak geçiyor. Sanayi atıklarıyla halk sağlığını tehdit ettiğini bildiğimiz Dilovası’nda depolar sıra sıra dizilmiş; evler mahalleler sanki bu depoların arasında kalmış. Kim bilir kaç işyerinde daha magnezyumdan mürekkebe, deterjandan asitli kimyasallara kadar pek çok tehlikeli madde insanların sağlığı ve yaşamları önemsenmeden, işçi sağlığı ve güvenliği kuralları ve yönetmelikleri yok sayılarak istifleniyor, üretiliyor. Ravive gibi kaç yer daha denetlenmeden bölgedeki hayata zarar veriyor ya da daha önce Ravive’de çalışmış bir işçi kadının tabiriyle ‘bir saatli bomba gibi’ işçilere katliam yeri olmayı bekliyor. Daha önce Zara, Koton ve LCWaikiki’ye üretim yaptığını bildiğimiz Ravive’nin pek çok başka markanın da taşeronu olduğunu bu görüşmelerde öğreniyoruz: Chronic, Repute, Defacto, Rebul Kolonya, A101, BİM, WeMara, Altınyıldız, Avon.”
‘Mahalle halkı fabrika fabrika tüm usulsüzlükleri biliyor, seslerini duyurmaya çalışıyor’

Yaşamını kaybedenlerin yakınlarından bazıları, yakınlarının sigortasız çalıştığını bilmediğini söylüyor. Kimi ekliyor: ‘Patron kimlik bilgilerini alıp sigorta yapacağım demişti’, ‘Sigorta sözü vermişti.’ Kent merkezindeki bir mahallenin ortasında, üstelik jandarma bölgesindeki sözde denetimleri konuşuyoruz. Ravive’den yolu geçen kadınlar patronun denetim zamanını bildiğini, denetime gelenleri parfüm ve krem dolu kolilerle uğurladığını anlatıyor. Denetimsizlik, rüşvet, işyerinin şaibeli ruhsatı, İŞKUR’la yapılan işçi pazarlıkları, Dilovası Belediyesi ve iktidar partisinin sorumluluğu vb. pek çok bilgi, daha önce haberleştirilmişti. Mahalle halkı da fabrika fabrika, depo depo tüm usulsüzlükleri ve hayati riskleri çok iyi biliyor ve basınla paylaşarak seslerini duyurmaya çalışıyor. Görüştüğümüz kadınlardan biri patlamanın ardından bazı iş yerlerinin hızla denetlendiğini, bazılarının mühürlendiğini anlatıyor. Ancak devletin bu anlık refleksi karşısında pek çoğunda, güvenden çok, öfke duygusu hakim.
‘Kadınlar yangın başladığı anda dışarı çıkmayı denemişler’

Patlamanın gerçekleştiği işyerini görüyoruz. Burası ne bir atölye, ne bir fabrika; herkes patlamayla öğrendi ki burası çeşitli tehlikeli kimyasallar kullanılarak üretimin de yapıldığı bir depo. Araç girip çıkabilecek bir depo kapısı, onun yanında her zaman kilitli olduğunu öğrendiğimiz bir yaya girişi, çok yüksek bir tavanı, çatının hemen altında yalnız ışık girmesi için planlanmış daracık camları var. Yangın merdiveni bulunmayan, yangın söndürme sistemi olmayan işyerinde tek giriş olduğu söylenen kapıdan artık içeriyi görmek mümkün. En basit işçi sağlığı ve iş güvenliği kuralı olan yanıcı uçucu madde ayrımının yapılmadığını, tüm sıvı tanklarının giriş kapısına yakın bir şekilde üç-dört kat üst üste bu giriş çıkışta istiflendiğini ve tam o gördüğümüz kapıdan, kadınların bu istifler nedeniyle dışarı çıkamadığını, içeriden yardım çığlıklarının duyulduğunu öğreniyoruz. Ravive Kozmetik’in olduğu sokakta yaşayan kadınların ve yangından yaralı kurtulan kadın işçilerin anlattığına göre ölen kadınlar yangın başladığı anda içerde bulunan kişisel eşyalarını da alarak çıkmayı denemişler. Ancak yangının çok hızlı yayılması nedeniyle dışarı çıkamamışlar. Kadınların son nefesine kadar attıkları çığlıkları, dışarıda bekleyen yakınları ve mahalleli çaresizce dinlemişler. Ölen işçilerin çocukları ve aileleri de fabrika önündeki bekleyişlerinde tüm yaşananlara tanık olmuşlar.
‘Ravive Kozmetik’in işçilere reva gördüğü çalışma şartları
İş güvenliği kıyafetleri ve koruyucu ekipmanların verilmediği Ravive’de, kadınlar ve kız çocukları evlerinden getirdikleri kıyafetlerle çalışıyorlarmış. Defalarca ciddi iş kazalarının yaşandığını, hiçbir acil müdahale ekipmanının bulunmadığını, kadınların hastanelerde bu kazaları saklamaya, yalan söylemeye zorlandığını, kaza sonrasında işe gelemedikleri günlere karşılık ücretlerinin kesildiğini dinliyoruz. Seri etiket yapıştırmak gibi işlerden parmak uçları parçalandığında, yara bantlarını dahi kendilerinin satın aldığını, Avon için üretilen kremlerin, alerjik rahatsızlıklar yarattığını ve sürekli kaşındıklarını öğreniyoruz. Alkol, aldehit, keton ve diğer tehlikeli kimyasalları kapalı ortamda soluyarak çalışmışlar. Maske talep ettiklerini, onu dahi alamadıklarını öğreniyoruz. Burası dediğimiz gibi aslında bir depo, zaten parfüm üretimi için planlanmış bir yer değil, üretim ve paketlemenin yapıldığı yerde pencere yok. Elektrik tasarrufu için depolarda çok yaygın olarak çatıya yakın olarak yerleştirilen, güneş ışığını alan çok dar bir saydam bölüm var. Öğreniyoruz ki o bölge bile, dışarıdan bakıldığında cam gibi gözükse de aslında sacla kaplıymış.
Mahalle halkı, atölyeden yayılan keskin kokulardan rahatsız oldukları için belediyeye ve CİMER’e şikâyette bulunmuş. Konuştuğumuz kadın bir işçinin aktardığına göre, yapılan şikayetlerden bıkan Dilovası Belediyesi zabıtaları, patronu ‘Bari kokuyu engelle’ diye uyarmış ve patron tedbir olarak giriş kapısını da sürekli kapalı tutmaya başlamış. CİMER şikayetleri sonrası, zabıtalar ve hatta Maliye de gelmiş ancak parfümlerini alıp gitmişler.
‘Çalışmadınız’ denilerek ücretleri kesildi’

(Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org)
Hepsinin sigortasız çalıştığını biliyoruz. Verildiği iddia edilen günlük 600-800 lira ücretin (70 ila 100 lira arasında değişen) yemek parası ve yol parasını da içerdiğini öğreniyoruz. Yani aslında günlük yevmiye 500-700 lira arasıymış. Denetime gelindiğinde kah içeride saklanmak zorunda kalan, kah depodan apar topar çıkarılan sigortasız işçilerin, denetim esnasında ‘Çalışmadınız’ denilerek ücretlerinin kesildiğini öğreniyoruz. Ölen kadınlardan birisinin yakını, 30 gün, üstelik fazla mesaiyle çalıştığında dahi 15-17 bin lira ücret aldığını anlatıyor. Son ay için ‘Bu ay 30 saat mesaim var. 3 bin lira oradan gelecek, 20 bin lira maaş alacağım’ diye müjde verdiğini söylüyor.
Güvencesiz ve ucuza çalıştırmak için aranıp seçilen kadınlar ve kız çocukları

Görüşmelerimizde anlıyoruz ki Dilovası’nda yaşayan hemen hemen her kadın veya kız çocuğu o atölyede ya bir dönem çalışmış ya da çalışmayı planlamış. Bazıları arada işi bıraktıklarında, atölyedeki amirleri, Mimar Sinan Mahallesi’nde yaşayan kız çocuklarının Ravive’de çalışması için ev ev dolaşıp ikna turlarına çıkmışlar. İşyerinin sahibi Kurtuluş Oransal, çalışma şartlarına katlanamayıp çıkan kadınlardan birisinin evine kadar gelip, ‘Sigorta yapacağım bu sefer’ diye ikna etmiş, ölen kadının eşi bu yüzden artık sigortalı çalıştığını sanıyormuş. Çalışmaya başlama yaşı, 13-14. Kurtuluş Oransal’ın ya kız çocuklarını ya da ellili altmışlı yaşlarda kadınları işçi olarak seçtiğinin herkes farkında, tam da sigorta yapmamak ve ucuza çalıştırmak için verilmiş bir karar. 70 yaşında kadınların da çalıştırıldığı bilgisini veriyor ölenlerin yakınları.
Bize orada gördüğümüz çoğu kişi, ya kardeşinin, ya eşinin orada çalışmış olduğunu söylüyor. Bu katliam yaşanmamış olsa ve üretim devam etmiş olsaydı 10 Kasım için hazırlanan mesai listesine 12-13 yaşında kız çocuklarının isimlerinin yazıldığını söylüyorlar. Ölenlerden birinin kardeşi 14 yaşında, okula gidiyor. O da hafta sonları gelip çalışıyormuş. Şansına o gün gitmek istememiş. Onun gibi birkaç kişi daha tesadüfen o gün gitmemiş.
Ölen kadınlardan birinin 20 yaşındaki kızı da ara ara Ravive’de annesiyle birlikte çalışmış. Ölen çocukların bir diğer arkadaşı 14 yaşında çalışmaya başladığı atölyede 16 yaşına kadar her yaz tatilinde, okullar açılana kadar haftanın yedi günü çalıştığını söylüyor: ‘Az kişiyle çalışmak istiyordu Kurtuluş Bey. Çocuk istiyordu yanına. Az para vermek için diyordu, üç beş kişinin işini bir kişiye yaptırmak için. Öbür türlü millet gevşek çalışıyormuş.’
Peki bu şartlarda çalışmayı nasıl kabul ettiler?

(Fotoğraf: Şehlem Kaçar / csgorselarsiv.org)
Böyle bir katliam sonrası sormaktan geri durulamayan ama aslında hepimizin cevabını bildiği bir soru: Bu şartlarda çalışmayı nasıl kabul ettiler? Hanelerin geçim yükü her evde ortaklaşıyor. Bu tür işlerde mecburen çalıştıklarını, para kazanabilecekleri başka işler bulamadıklarını söylüyorlar. Şartların bu kadar kötü olduğunu ailelerine söylemediklerini onlar da doğruluyorlar. Bazısı evini geçindirmek ve çocuklarına bakmak için, bazısı kanser hastası babasına yük olmamak için, bazısı ise evde ihtiyaçları karşılansa bile her ay kontör parası, yol parası istememek için bu işe mecbur kalmış. Orada çalışmış genç bir kadın: ‘Ne diyeyim, artık çocuk değilim, başka ihtiyaçlarım oluyor. Babamdan istemeye utanıyorum. Bir de zaten yok. Millet dışardan bakınca çalışmasalarmış diyor ama yok ki yok’ diyor. Ölen çocuklardan birisinin annesi ‘Genç kız gibi yaşamak istediği için öldü kızım’ diye ağıt yakıyor.
17 yaşındaki çocuk çalıştığı günleri anlattı

Nisa’nın 17 yaşındaki arkadaşından yalnız dört gün çalıştığı Ravive ile ilgili izlenimlerini dinliyoruz. Patron Kurtuluş Oransal’ın, herhangi bir itirazı ya da talebi olan kız çocuklarına tokat attığını, fabrikanın genel temizliği, tuvalet temizliği gibi işleri, bu işlere karşılık hiçbir ücret vermeden, özellikle kız çocuklarına yaptırdığını anlatıyor. Bu ve diğer görüşmelerde, bize 1800’lü yılların çalışma koşullarını hatırlatan çok fazla detay paylaşılıyor. Mesela yemek vermediği işçilerin karşısında patron, ustalar ve patronun arkadaşları çeşit çeşit yemekler yerken, işçilerin yemek kokularıyla yutkunarak ‘Keşke kalanı bize verseler’ dediklerini, çay, şeker, yara bandı, hatta tuvaletlerde el yıkamak için sabunu dahi işçilerin kendi evlerinden getirdiklerini, maske taleplerinin dahi karşılanmadığını, işçilerin başörtülerini ağızlarına dolayarak çalıştıklarını, fabrikada yere dökülen kimyasallar işçilerin ayakkabılarına zarar verdiği için içerde yine kendi imkanlarıyla getirdikleri terliklerle çalıştıklarını, önü açık terliklerle çalışan kadınların ayaklarının tahriş olduğunu dinliyoruz.
Yoksulluğa, güvencesizliğe, ölümle burun buruna yaşamaya mecbur bırakıldılar…

Ölen kadınlardan birisinin bu şartlardan hep şikayet ettiğini, korktuğunu ve kızını evlendirdiği için düğün borcu olduğunu ve onu bitirene kadar çalışıp sonra bırakmayı planladığını, gün boyu 16 saate varan uzun çalışma saatlerinde ayakta çalışmaktan zaten çok yorulduğunu öğreniyoruz. Anlatan arkadaşı, kendisi de Ravive’de dört buçuk yıl kadar çalışmış. Geçmişte güvenceli ve daha kurumsal bir işyerinde çalıştığını, ancak evlenince işi bıraktığını, sigorta başlangıcının zaten o işyerinde yapıldığını ve eğer Ravive’de sigortası yapılmış olsa emekli olma hakkının oluşacağını ekliyor.
Herkesin bir dönem belki çalıştığı belki çalışmayı planladığı bu atölyede, eline geçen asgari ücretten az tutarla ya evinin geçimine ‘katkıda’ bulunmaya çalışan ya kendine bir tişört almaya çalışan işçi kadınlar. Aslında dinlediklerimiz ölenlerin evleriyle sınırlı değil. Bir işçi havzası olan Dilovası’nda kadınlardan bu şartların onlara nasıl reva görüldüğünü, bu şartları nasıl kanıksamak zorunda kaldıklarını dinliyoruz. ‘Şikâyet edersek, burası kapanırsa bir daha iş bulamayız diyenler vardı’ sözleriyle yoksulluğa, güvencesizliğe, ölümle burun buruna yaşamaya mecbur bırakıldıklarını ifade ediyorlar.
Kadınların özgürce vakit geçirecekleri bir kamusal alanın olmayışı sömürüyü katmerliyor
Aileler, çalışanların çoğunluğu kadınlar olduğu için Ravive’de kızlarının güvende olduğunu düşünüyorlar. İkisi kuzen ve üçü çok yakın arkadaş olan ve katliamda hayatını kaybeden Tuba, Nisa ve Cansu’nun, yaz tatillerinde Ravive’de çalışmış ve şu an üniversite öğrencisi -çalıştıkları dönemde çocuk yaşta olan- bazı arkadaşları orada kendi istekleriyle çalıştıklarını söylüyorlar. Komşu ve akrabalara gitmek dışında, evlerin dışında bir seçeneği olmayan, insanca işe erişimin olmadığı, kadınların işe giderken sürekli taciz tehdidi altında olduğu patriyarkal düzende katmerlenen sömürüyü kadınlar mecbur kaldıkları için kanıksıyorlar.
Konuştuğumuz kadınlardan biri, atölyede göçmen işçilerin de çalıştığını, bir dönem atölyenin yarısının Suriyeli göçmen kız çocukları ve kadınlardan oluştuğunu belirterek şöyle diyor: ‘Son dönemde bir kişi kalmıştı Suriyeli. İyi ki göçüp gittiler çünkü onlar öldüğünde hiç kimseye haber vermezlerdi.’ Haberden hemen sonra, sosyal medyada dönen bir videoda, patlama öncesi, içlerinde ölen işçilerin de olduğu kadınların, evlenen arkadaşları Rame için Ravive’de düzenledikleri kına gecesi görüntüleri yer almıştı. Videoda mutlu bir anı gibi görünse de annesi babası öldükten sonra amcasının yanında kalan Rame’nin 14 yaşında olduğunu, Rame’yi bir yük olarak gören amcasının onu zorla evlendirerek Suriye’ye gönderdiğini öğreniyoruz.”
Nasıl bir dayanışma kurulabilir?

(Fotoğraf: Zilan Azad)
Adalete erişimin bu topraklardan çok çetrefilli olduğunu vurgulayan Feministler,” Öyle ya da böyle erkeklerin örgütledikleri sendikaların olduğu bu düzende, bizler örgütlü bir dayanışmayı kurabilir miyiz?” diye sorarak şunları kaydetti:
“Biliyoruz, Ravive’nin sahiplerinin, ucuza ürettiği için bu şirkete iş veren küçüklü büyüklü tüm şirketlerin, bu şirketin çalışmasına izin veren tüm kamu görevlilerinin, bu koşullarda çalışılmasına göz yuman bakanlıkların hesap vermesi, ancak toplumsal bir talep ve baskı oluşturulmasıyla mümkün olabilir. Yargılamanın öldürülen işçilerin yakınları için zorlu ve caydırıcı olacağı aşikar. Emek ve meslek örgütlerinin ve kadın örgütlerinin dahil olduğu kolektif bir dayanışmaya, davaları takip etmeye, ismi geçen şirketlerden hesap sormaya ihtiyaç var. Yalnız yakınlarını, arkadaşlarını kaybedenlere değil, oradaki bütün kadınların ortak sorunlarına bireysel dayanışmalara da ihtiyaç var. Feminist dayanışmanın yanında toplumsal dayanışmayı örmeye ihtiyaç var. Ölen kadınların çocuklarına belki ailedeki diğer kadınlar belki arkadaşları bakacaklar. Ölen çocukların arkadaşları gene çocuk ya da genç kadınlar. Yakınlarını, işçi arkadaşlarını kaybeden kadınlarla sosyal çalışma için, eğitimlerine devam edemeyeceklerin önce eğitime dönmeleri başta olmak üzere somut ihtiyaçlarının tanımlanması için, kamusal alanda eşit ve güvenceli var olabilme ihtiyacının karşılanmasına destek olunması için ve sendikaların, örgütlenme perspektiflerinde kadınların katmerli sömürü ile mecbur bırakıldıkları güvencesiz işler, işçi sağlığı ve iş güvenliği politikaları ve bu politikaların dahi cinsiyetçiliğine odaklanarak toplumsal cinsiyet konusunu ciddiyetle ele alması için buradan çağrı yapıyoruz.
Kadınların ucuz, güvencesiz, sözde esnek çalışma modellerine razı gelmek zorunda kalmasının, ev içerisinde sırtlarına yüklenen görünmeyen emekten kaynaklandığını biliyoruz. Kadınların bir mecburiyet olarak tarifledikleri bu düzen aslında devletin tüm yetki ve sorumluluklarından feragat ederek işçileri sermayenin insafına terk etmesiyle mümkün oluyor, bunu da biliyoruz. 8 Kasım’da yaşananlar kadınların aynı zamanda sosyal güvenceden, emeklilikten, insan onuruna yakışır çalışma koşullarından, örgütlenme haklarından kasıtlı bir şekilde mahrum bırakıldıkları bir düzenin sonucu. Biliyoruz ki yoksulluk, güvencesizlik, seçeneksizlik, emek sömürüsü Dilovası’na özgü de değil. Kadınlara ve kız çocuklarına patriyarka, kapitalizm ve devlet eliyle reva görülen, bu.
Pek çok işyerinde, toplumsal cinsiyet temelli eşitsizlik, feminizmin her zaman konusu oldu, ancak burada emek sömürüsünün daha yoğun olduğu taşeron işçiliği ve merdiven altı olarak tarif edilebilecek fason üretimin, kadın işçiler üzerinden şekillendiğini apaçık görebiliyoruz. Kadınlar, evdeki erkeklerin sadece kadınlar çalıştığı için ‘güvenli’ bulduğu o işyerlerinden, evin geçimine biraz katkı sağlayıp, eve yakın iş yerlerinden vaktinde dönüp evdeki işleri yapabilmenin derdine düşerken, patronlar onları ucuza ve güvencesiz çalıştırıyor. Sermaye ve devlet ise bu katmanlı sömürünün bir sonucu olarak arttırdıkları kadın istihdam oranları ile övünüyor: %31 olarak gösterilen kadın istihdamı oranında sadece %19’unun kayıtlı tam zamanlı istihdam olduğunu, istihdamdaki kadınların %32,4’ünün kayıt dışı çalıştığını biliyoruz. Kadınların sosyal ve ekonomik olarak güçlenemediği, ev içi emek sömürüsünün, cinsiyetçi iş bölümünün sekteye uğramadığı, kadınların ucuza ve güvencesiz çalıştırıldığı bir istihdam rejimi kadınlara dayatılan bir devlet politikası. Bu emek rejimine karşı geniş bir feminist itirazın örgütlenmesine duyduğumuz ihtiyacı büyüterek Dilovası’ndan ayrılıyoruz.”




