Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Kadın Komisyonu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında, “Umut hakkı bağlamında ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü ve şartlı tahliyesi engellenen kadın mahpuslar” başlıklı raporunu yayımladı.
Raporda, kadınların Bakırköy, Sincan, Gebze, Diyarbakır, Elazığ ve Tarsus başta olmak üzere çok sayıda cezaevinde ağır tecrit koşullarında tutulduğuna yer verildi.
Raporda, özellikle siyasi kadın tutukluların “iyi hal” değerlendirmelerinde “keyfi ve ayrımcı” uygulamalara maruz bırakıldığını, bu nedenle şartlı tahliyeden yararlanamadıkları aktarıldı. Raporda, Bakırköy ve Sincan kadın cezaevlerinde bulunan çok sayıda tutuklunun tahliye tarihleri gelmelerine rağmen, İdare ve Gözlem Kurulları tarafından “iyi halli sayılmadıkları” gerekçesiyle tahliye edilmediğine dikkat çekildi.
Bu uygulamaların tutuklulara pişmanlık dayatan politik bir baskı mekanizmasına dönüştüğüne işaret edilen raporda, kadınların cezaevinde sürdürdükleri siyasi kimlikleri, kültürel kimlikleri ve hak arama faaliyetleri nedeniyle “iyi halsiz” sayıldığına yer verildi.
Raporda, ağırlaştırılmış müebbet cezasının tutuklu kadınlar için infaz rejiminin, “ölünceye dek cezaevinde kalma” anlamı taşıdığına dikkat çekilerek, bunun da hukuken ve fiilen “umut hakkı”nın yok sayılması anlamına geldiği belirtildi. Raporda ayrıca tek kişilik hücrelerde uzun yıllar tutulmanın, görüş ve sosyal faaliyet kısıtlamalarının, disiplin cezaları tehdidinin kadınlar üzerinde ağır psikolojik ve fiziksel sonuçlar yarattığı kaydedildi.
‘Siyasi kadın tutuklular ağır hak kısıtlamalarına maruz bırakılıyor’
Raporda, kadınların aynı zamanda toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılığın da hedefi olduğu belirtilerek, kadınların cezaevinde hijyen, sağlık, üreme sağlığı, çocuklarıyla iletişim ve bakım yükü gibi konularda erkek tutuklulardan çok daha fazla zorluk yaşadığı; siyasi kadın tutukluların ise “devlet düşmanı” ya da “tehlikeli” yaftasıyla daha ağır hak kısıtlamalarına maruz bırakıldığı aktarıldı. Raporda, çocuklarıyla birlikte cezaevinde kalmak zorunda bırakılan ve hamile olan kadınların ihtiyaçlarının yeterince karşılanmamasına ve cezaevi personelinin toplumsal cinsiyete duyarlı yaklaşımının yetersizliğine de dikkat çekildi.
Raporda, Türkiye’nin hem Anayasa’dan hem de taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülükleri hatırlatılarak, ağırlaştırılmış müebbet rejiminin acilen gözden geçirilmesi çağrısı yapıldı.
Talepler
Raporda öne çıkan taleplerden bazıları şöyle sıralandı:
“* Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının kaldırılması veya belirli bir süre sonunda gerçek bir şartlı tahliye olanağı tanıyacak şekilde yeniden düzenlenmesi,
*Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlara yönelik ayrımcı infaz hükümlerinin ve fiili koşullu salıverme engellerinin kaldırılması,
* İdare ve Gözlem Kurulları ile infaz hakimliklerinin kararlarının AİHM içtihadı ve “umut hakkı” ilkesi gözetilerek denetlenmesi,
* Cezaevlerinde siyasi kadın mahpuslara yönelik keyfi disiplin cezaları ve tecrit uygulamalarına son verilmesi,
* Kadın mahpusların sağlık, hijyen, eğitim, iletişim ve çocuklarla bağ hakkı konusunda cinsiyet eşitliğine dayalı standartların hayata geçirilmesi,
* Bağımsız izleme mekanizmalarının cezaevlerine erişiminin sağlanması, kadın mahpusların başvurularının etkin biçimde soruşturulması.”
‘Umut hakkı’
Raporda, “umut hakkı”nın sadece hukuki bir terim değil, aynı zamanda cezaevinde hayatta kalmanın en temel dayanağı olduğu vurgulandı. Tutukluların hem siyasi kimlikleri hem de cinsiyetleri nedeniyle “çifte görünmezlik” yaşadıkları ifade edilerek, kamuoyuna ve kadın hareketine dayanışma çağrısı yapıldı.
Raporda son olarak “Ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü kadınlar, infaz rejimindeki ayrımcı uygulamalar nedeniyle fiilen ömür boyu hapis tehdidi altında tutulmaktadır. Bu durum, insanlık dışı muamele yasağını, özgürlük ve güvenlik hakkını, eşitlik ilkesini ve “umut hakkını” ağır biçimde ihlal etmektedir” ifadelerine yer verildi. (MA)



