Kamusal alanda barışla ilgili konuşmaya hasret kaldığımız yıllardan sonra şu günlerde sürekli barışla ilgili toplantılara denk gelmek müthiş iyi hissettiren bir his. Son 3 günde İstanbul’da yoğun bir barış toplantıları trafiği yaşandı. Barış Vakfı’nın düzenlediği toplantı, iki günlük Ortadoğu Konferansı, DEM Parti’nin Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı ve Eleştirel Barış Ağı’nın İstanbul Barış Çalıştayı. Birine gidince diğerinin kaçırmanın burukluğuyla yoğun bir toplantı mesaisi harcadık. İkinci gününe katılabildiğim DEM Parti’nin Konferansı basında çok yer aldığından ve pek çok kişi onunla ilgili yazıp çizdiğinden ben İstanbul Barış Çalıştayı’ndan notlar paylaşmak istiyorum
Hem düzenleme ekibinde bulunmanın haklı gururu hem de açılış konuşmasını yapmanın onuruyla kişisel notlarımı aktarayım. Eleştirel Barış Ağı Ocak 2025’de insan hakları, kadın, çocuk, LGBTİ+, hafıza, hukuk, eğitim, araştırma, kültürel miras, azınlık gibi barışla kesişimsel alanlarda çalışmalar yürüten 15 sivil toplum örgütü tarafından kurulan bir ağ. Ağustos’da Diyarbakır’da düzenlediği Amed Barış Çalıştayı’ndan sonra bu sefer de İstanbul’da farklı alanlarda çalışmalar yürüten sivil toplum örgütlerini davet ettiği kapalı bir çalıştay düzenledi.
24 STÖ’den temsilcilerin katıldığı toplantının açılış kısmı basına açık olsa da sonrasında yürütülen tartışmalar gün boyu kapalı şekilde devam etti. Sivil toplumun barış sürecinde nasıl rol alacağı, karar alıcılara yönelik nasıl itici güç olunacağı konularında yürütülen tartışmalardan sonra sivil toplumun toplumsal barış için kolektif olarak ajandasını nasıl belirleyeceği tartışıldı. Toplantıdan aklımdan kalan ön plana çıkan konuları kısaca maddeler halinde paylaşacağım.
-
- Farklı alanlarda çalışmalar yürüten sağ, sol, muhafazakar, laik gibi farklı kesimleri temsil eden kurumların yaptıkları tartışmalarda ön plana çıkanları aktaracağım. Biraz da Amed çalıştayı ile karşılaştırmalı olarak baktığımda Diyarbakır’da çağrıya karşılık toplantıya katılan kurumlar daha heterojen iken İstanbul’da muhafazakar kesimleri temsil eden örgüt sayısı daha azdı. Davete neden icabet edilmediği konusu bir yana, bu durum bazen “yine kendimiz söyleyip kendimiz mi çalacağız” eleştirilerine neden oldu. Sivil toplum artık sadece kendi sesini duymak istemiyor ve yankı odalarından ziyade “karşı mahalle” olarak tanımladıkları sivil toplum örgütleri ile daha fazla temas kurmak istiyor. Belki bir dahakine davet etmek yerine, onların kapılarını çalıp ziyaret etmek daha iyi olacaktır görüşü ön plana çıktı.
- Diğer bir konu ise CHP’nin sürece dair mesafeli duruşunun ona yakın sivil toplum örgütlerinde de olması ve bunun kırılması ve CHP’nin süreçte yer almaya devam etmesi için temasta olmak gerektiği. Yani sivil toplumda yürütülecek diyalog çalışmaları sadece “karşı mahalle” ile değil aynı zamanda “aynı mahalle”de yer alan farklı sokaklarla da kurulmalı düşüncesi ön plana çıktı.
- Barış süreçlerinde farklı alandaki sorunların ön plana çıkarıldığında “şimdi zamanı değil” engellemesinin aksine her alanın barışla ilişkisine değinmek ve üzerin durmak önemli. Vicdani ret, ekoloji, LGBTİ, kültür-sanat gibi ön planda durmayan alanların toplumsal barış inşasındaki önemini göz ardı etmemek ve önceliklendirmek gerekiyor. Bu noktadan çıkışla peki “toplumsal barış” nedir diye tartıştık. Toplumsal barış kavramının daha fazla somutlaştırılması gerekiyor, bu yapıldığında toplumda barış ihtiyacı daha netleşecektir.
- Meseleyi devlet ve PKK arasında sıkıştırmamak ve Türkiye’de “Kürtler de vardır” durumunu belirgin kılmak gerekiyor. 100 yıllık eğitim politikası ile empoze edilen korkunun yarattığı ırkçı, milliyetçi kodların kemikleştiği bir toplumla karşı karşıyayız. Kürtlerin doğal haklarının göz ardı edilmesi ve konunun Türklerin rızasına sıkıştırılması kabul edilmemeli. Anadilde yaşam gibi Kürtlerin temel kimlik talepleri Türklerin hassasiyeti üzerinden yorumlanması ve belirlenmesine izin verilmemeli. Kürtlerin varlığının daha görünür olması için Kürtçe’nin her alanda görünür olması gerekiyor. Kürtçe anadilde eğitimin yeterince alt yapı olmadığından yapılamayacağı tezi, Rojava deneyimde eğitimde görülen örnekle çürütülmüş oluyor.
- Sivil toplumda da toplumun geri kalanında olduğu gibi bir “göze alamama” hali mevcut. 2015 sonrası hafıza çok taze olduğundan herkeste süreç sona ererse tedirginliği var ve bu durumun sivil toplumun da sürece mesafeli yaklaşmasına neden oluyor. Bunun önlenmesi için sivil toplum içinde daha fazla diyaloğa ve cesarete ihtiyaç var.
- Sadece AKP’nin süreci seçim için araçsallaştırmadığı, CHP’nin de Kürtleri iktidara karşı araçsallaştırdığı ve “makul Kürtler” için hak ve özgürlükleri savunduğu görülüyor. Bu durum onlara yakın aydınların ve basının süreci desteklememesi şeklinde somutlaşıyor.
- Meseleye “kardeşlik” gibi soyut bir söylem üzerinden yaklaşmak yerine “eşitlik hukuku” vurgusunun yapılması gerekiyor. Türkiye’den artan kutuplaşmaya dikkat çekilen toplantıda “kesişimsellik” meselesini de somutlaştırması gerektiği, farklı savunu alanlarını desteklemenin ve savunu üzerinden bir müşterek alan oluşturmanın önemine değinildi.
- Kitle örgütü olmayan derneklerin, vakıfların aksine sendikalar, meslek odaları daha heterojen gruplara temas edebiliyor, onların barış sürecinde aktif rol alması gerekiyor. Farkındalık çalışmaları, raporlamalar, savunculuk çalışmaları yapan sivil toplum örgütlerinin yanında sendikaların, meslek odalarının daha kitlesel eylem düzenleme imkanları mevcut.
- Sivil toplumun önemli farklarından biri daha güvenilir bir aktör olarak görülmesi. Siyasi partilerin sunduğu raporlara, verilere toplumda daha şüpheli yaklaşılırken aynı verileri sivil toplum örgütleri raporlaştırdığında toplum tarafından daha güvenilir görülüyor. Bu durumun bilincinde olarak hak ihlallerini raporlaştırmanın öneminin altı çizildi.
- Barış dilini ortaklaştırmak gerekiyor. Siyasetçilerin, basının, sivil toplumun hepsinin dilini dönüştürmesi gerekiyor. Türkiye’de siyaseti AKP karşıtlığı üzerinden yapmaktan ziyade yeni toplumda nelerin vaat edildiğine değinen kurucu bir dilin inşa edilmesi gerekiyor.
- Demokrasiye sadece Kürtlerin değil Türklerin de ihtiyacı olduğunu altının çizilmesi gerekiyor. Barış için mücadele ederken herkesin öncelikle “ben ne yapabilirim” diye kendine sorarak kendinden ve sonra en yakınlarından başlaması gerekiyor. Bir demokrasiye doğru bir dönüşüm olacaksa bu dönüşümün sivil toplum örgütlerinin kendi yönetimlerinde, üyelerle ilişkilerinde başlaması gerekiyor.
- Sivil toplum tek tip olmadığından hak temelli örgütler neler yapabilir, engelli örgütleri neler yapabilir, kültür sanat örgütleri neler yapabilir şeklinde düşünmek gerekiyor.
- Sivil toplumdan çok fazla beklentinin olduğu ve sanki siyaset dahil bütün alanların en iyisini yaptığı ve sivil toplumda eksikliklerin olduğu algısı yaratılıyor. Halbuki kiralarını bile ödeyemeyen, sürekli denetimlerle baskı altında tutulan, işlerin çoğunun gönüllü emekle yürütüldüğü ve 5-10 kişinin sırtına yüklediği yüklerle çalışmalar yürüten sivil toplum örgütlerinden beklentilerin de gerçekçi olması gerekiyor.
- Barışı toplumsallaştırmak için önce kamusal alana inmek gerekiyor. Sivil toplumun da salon toplantılarının ötesine geçip barışı anlatmak için sokaklara, parklara, üniversite kantinlerine, kafelere inmesi gerekiyor.
- Meseleyi toplumsallaştırmak için hafızalaştırmak önemli, özellikle çocuklar ve gençler resmi anlatı ile büyüdüklerinden Türkiye tarihinde Kürtlerin de var olduğu tarih anlatısının yaygınlaştırılması gerekiyor. Sivil toplum veriler üzerinden çalıştığı gibi anlatılar üzerinde de çalışmalı ve bu anlatıları yaygınlaştırmalı.
- Seçim zamnalarında stand açan, broşür dağıtan siyasi partilerin bunu barış sürecinde de barış kampanyası şeklinde yapması toplumsal desteğin artmasında olumlu rol oynayacaktır. Yerel yönetimleri sürece dahil etmek ve barış alanında çalışmalar yürütmeleri için zorlamak gerekiyor. Sivil toplum bu talepleri ileterek itici güç olabilir.
- Mağduriyetler yerine cesareti ön plana çıkarmak gerekiyor. Toplumda verilerle ulaşılamayan kişilere sanatla, edebiyatla, duygularla ulaşılırsa cesaret bulaşıcı olacaktır.
Yazımı Sebahat Tuncel’e toplantıda gelen ilhamla söylediği sloganla bitirmek istiyorum: “2026’ya, yeni yıla barışla girmek istiyoruz.”




