• Ana Sayfa
  • Manşet
  • Sidem Samsun: Bir yıkımın ardından hayat nasıl devam eder?

Sidem Samsun: Bir yıkımın ardından hayat nasıl devam eder?

Sidem Samsun: Bir yıkımın ardından hayat nasıl devam eder?
  • Yayınlanma: 17 Aralık 2025 11:57
  • Güncellenme: 17 Aralık 2025 12:03

Dünyanın dört bir yanında artan çatışmalar, ekonomik krizler ve siyasi istikrarsızlıklar milyonlarca insanı zorunlu göçe sürüklüyor. Yeni kültürlere, dillere ve toplumsal kodlara uyum sağlama süreci, onlar için görünmez ama derin izler bırakan bir mücadeleye dönüşüyor. Edebiyat da bu deneyimin dışında değildir; kimi zaman bir sarılma, bir sıcaklık, kimi zamansa en çok ihtiyaç duyulan umut olur. Bu bağlamda göç, insanın var olma mücadelesinde iç dünyasında yaşadığı büyük sarsılma ve dönüşümün edebi bir yansımasına dönüşür. Kimlik arayışı içinde “öteki” olma hissi, anlatıların katmanlı ve merkezi bir parçası hâline gelir. Yeni dünyanın vaat ettiği güven ile geride bırakılanların yarattığı kaybın iç içe geçtiği bu deneyim, edebiyatta hem bireysel hem de toplumsal hafızanın yeniden yazıldığı bir alan olarak karşımıza çıkar. Sidem Samsun, bu ortak ruh hâlinden yola çıkarak bizi Kapının Dışı’na götürüyor; içeriye davet ederek… Sevgili Sidem ile Kapının Dışı’ndaki öyküleri, yolculukları ve “ev” duygusunu konuştuk.

  • Kapının Dışı’ndaki öykülerdeki tarihsel olayları çağrıştıran yönler beni çok etkiledi. Tarihsel derken çok geriye de gitmiyor öyle. Üstü örtülmüş bir zaman dilimi var; 2014’de başlayan kanlı IŞİD saldırılarından günümüze uzanan bir akış. Her ne kadar kurgu desek de gerçek insan hikâyeleri ve yaşananlar, tüm canlılığıyla beynimi kuşattı. Sanki bir gerçeğin ortasındaymışım gibi. Felaketler, ölümler, kayıplar, ayrılıklar, göçler, savrulmalar… Tabii bunların tek sebebi savaş. Aslında sadece bir göç hikâyesi değildi okuduğum. Yerinden yurdundan edilenlerin hikâyesi ve sonrasında yaşananlar diye özetleyebilirim. Siz sonuç odaklı anlatıma ağırlık vermişsiniz. Sizi sonuçlara yönlendiren akışı sormak istiyorum…

Öykülerimde olayların kendisini anlatmaktan çok, onların insanın içinde bıraktığı izlere odaklanıyorum. Kapının Dışı bunun iyi bir örneği, bu öyküde savaşı doğrudan göstermedim, bunun yerine ardında kalan izlerin peşinden gittim. Ve bunu yaparken de kendime hep şu soruyu sordum: “Peki ya şimdi? Bir yıkımın ardından hayat nasıl devam eder?” Bu soru, hem bu öykünün hem de birçok diğer öykümün şekillenmesinde belirleyici oldu. Bu nedenle öykülerim sonuç odaklı gibi görünebilir. İnsanlar felaketleri atlatsa bile izlerini gittikleri her yere kendileriyle taşıyorlar. Ben öykülerimde hem bu izlerin günlük hayata nasıl sızdığını hem de göçmen olmanın karakterleri nasıl şekillendirdiğini anlatmaya çalıştım.

  • Yaşanan savaşların ardından bir kaçış var. Tüm savaşların sessiz kalanı, adeta olan biteni onaylayan Avrupa kaçanların ulaşmak istediği yer oluyor nedense. Siz bunu tersyüz ediyorsunuz. Göstermek istediğiniz kaçmanın da bir çözüm olmadığı mı?

Avrupa savaştan kaçanlar için güvenli bir yer ama çoğu göçmen için ‘ev’ duygusu vermiyor. Toplum göçmeni ne tam kabul ediyor ne de tam olarak dışlıyor. Avrupa fiziksel bir güvenlik sağlasa da ruhsal ve sosyolojik anlamda yeni sıkışmışlıklar yaratıyor. Bu sorunun cevabını öykülerimi okuyanlara bırakıyorum.

  • Tam burada şöyle bir soru aklıma geliyor. Ortadoğu, korkunç bir dramdan geçti. Kürtler, Ezidiler, Filistinliler… Elbette IŞİD katliamları sonucu savrulan insanlar. Bir sembol olan Alan Kurdi aklımda şimdi. Avrupa bu insanlar için neler yaptı örneğin. Elbette bir edebiyatçı gözüyle yanıtlamanızı isterim.

Fotoğraf çok güçlü bir sembol; hepimiz gördük, hepimiz sarsıldık ama bir süre sonra o da gündemden kayboldu. Asıl sorun şu: O fotoğrafı gören bizler, aynı şehirde yaşadığımız acıyı taşıyan insanları gerçekten görüyor muyuz? Öykülerimde tam olarak bu eksik bakışı açığa çıkarmak istedim.

  • Kapının Dışı, okuru tanıklığa davet ediyor; bu tanıklığın etik yükünü hissettirmeyi başarıyor. Bizim tarihimiz zaten başlı başına bir hafıza figürü; travmatik bir geçmişin örneğiyiz. Siz bunu öykülerinizde çok güçlü bir biçimde yansıtmışsınız. Yaşamın akışı içinde beliren tek bir sembol bile bizi o dönemin karanlık olaylarına geri götürebiliyor. Bu noktada şunu merak ediyorum: Öykülerdeki karakterlerin yaşadığı çelişkilerin toplumsal arka planının okur tarafından aynı derecede anlaşılmaması sizin için bir kaygı yarattı mı?

Hayır. Çünkü ben okurdan ansiklopedik bilgi beklemiyorum. Bir acının tarihsel karşılığını bilmeyebiliriz ama acının duygusunu hissedebiliriz. Öykülerde bazı boşluklar var ve o boşlukları okurun kendi hafızasıyla dolduracağını düşünüyorum. Benim yaptığım aslında sadece, herkesin kendi karanlık odasını görebilmesi için, ışığı yakmak.

  • Kitaba adını veren öykü Kapının Dışı’nda tek bir fotoğraf karesinden Suriye’den göçen bir kadının dramı, Mürdüm Erikleri’nde kundaklamada sakat kalan bir kadını, Baston’da oğlunun yitirmiş bir anneyi, Zamanın İzi’nde ‘bozuk saat’ ve ‘bileklik’ göndermelerini, Kidane’de vizesi uzatılmayınca kaçak duruma düşmenin zorluklarını okuyoruz. Birilerinin katliam ve korku oluşturma provaları ve travmalarımız. Siz okurla bunları paylaşırken ne anlamalarını istiyorsunuz?

Amacım, okurun bir şey öğrenmesi veya belirli bir sonuca varması değil. Daha çok, yaşananların bir gazete haberine sığacak kadar basit olmadığını hissetmelerini istedim. Bir fotoğrafın ardında saklanan hayat, bir bilekliğin neden bu kadar kıymetli olduğu, bir annenin oğlunun yokluğunu neden kabullenemediği, kaçak yaşamak zorunda kalan bir insanın nasıl görünmez bir hayata sıkıştığı… Bunların hepsi basit ama gerçek detaylar.

  • Kadınların yaşadığı duygusal yük, sorumluluklar ve kültürel çatışmalar, okurun da çıkmazları oluyor. Kendi ebeveynleriyle çocukları arasında doğruyu bulmaya çalışan yine kadınlar oluyor. Bu açıdan baktığımızda ‘Kapının Dışı’, bir ironi gibi kalıyor. Şimdi kapının dışı olmasın, kapı açılsın ve kadının ruhu çıksın dışarı. Bir şey söyleyecek olsa kendine, siz ona ne söyletmek isterdiniz?

“Her şeye rağmen benim de bir hayatım var.” Galiba bu cümleyi derdi.

Çünkü göç, kültürel baskılar, ailevi yükler, kadının bunu fark etmesini ve sorgulamasını çoğu zaman engelliyor.