Tarihte gerçekleşen bütün büyük dönüşüm ve devrimsel hamlelerin ortak noktası, toplumların bir üst anlatıya ve kolektif amaca sahip olmasıdır. Toplumsal meseleler doğası gereği girift ve çok fazla ayrıntıya, tarihsel referansa, acıya, travmaya, çatışmaya sahiptir. Çözümü bütün bu sorunların tek tek düzeltilmesi ve onarılması şeklinde hayata geçirmeye çalışmak, kaçınılmaz olarak ayrıntılarda boğulmaya sürükler. İhtiyaç duyulan şey, ulaşılması için çaba harcanacak bir ufuk ortaya koymaktır. Üst anlatı toplumsal hafızayı silmez, hafızanın siyaset alanı üzerinde tek belirleyici olma halini sınırlar.
Kürtlerin ve Türklerin meselesi, demografik iç içelik, ekonomik entegrasyon ve bölgesel güvenlikten kaynaklı birlikte yaşam zorunluluğudur ve yapısaldır. Bu zorunluluk; sağlıklı, adil ve insani bir ortak yaşam paradigmasına oturtulamadığı için bir soruna dönüşmüştür. Devlet Bahçeli’nin grup toplantısında tanımladığı “bir buçuk asırlık” zaman vurgusu, sorunun başlangıç noktasıdır. Bu tarihsel olarak Tanzimatla başlayan merkezileşme ve homojenleştirme sürecine denk düşer. Bin sekizyüzlü yılların ortalarından itibaren çerçevesi çizilmeye başlanan ve nihayet Kürtlerin de katkısıyla Türkiye Cumhuriyeti olarak kurulan yeni devlet, Türkler tarafından kendi doğal mülkleri olarak görülmüş ve öyle kurgulanmıştır. Bu kurguda Kürtler ismiyle de cismiyle de yok sayılmıştır.
Kürt meselesinin tarifi çözüm odaklı perspektiften uzaklaştığında anlamını tahrif eder. Konu ayrışma değil, birlikteliğin yeniden tanımlanmasıdır. Etnik gruplar sabit, homojen varlıklar olmanın ötesinde, tarihsel süreçlerde kurulan münasebetler üzerinden şekillenir. Tarihsel kavşakta bu münasebette oluşmuş bir sapmadır yaşadığımız. Hedef ayrışma değil, modern devletin katılım krizini çözmek olmalıdır. Sorunun tüm ayrıntılarını önceden çözme iddiası, politik felce yol açar.
Kürt meselesinin çözümüne ilişkin yakın tarihte akamete uğramış girişimlerin ortak noktası; bir üst anlatıya sahip olunmamasıdır. Yani, “Kürt meselesi çözüldü” diyeceğimiz noktada ortaya çıkacak fotoğrafın ne olacağına dair üzerinde mutabık olunmuş bir tarifin yapılamamasıdır. Sorunun ve doğal olarak çözümün sahip olduğu ayrıntıların çokluğu, muğlaklığı arttıran ve kırılganlık yaratan bir ortama kaynaklık ediyor.
Şimdi yaşadığımız süreci öncekilerden ayıran, farklılaştıran ve açıkçası umut vaat eden yönü, ilk defa bir üst anlatının ve kolektif amacın varlığıdır. Bu üst anlatı, sürecin yürütücüsü ve yönlendiricisi olan üç figürün; Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan’ın “Kürt-Türk ittifakı” hedefidir. Şimdiki sürecin başarı ihtimali, bu hedefin varlığından dolayı güçlü ve rasyonelliğe kavuşturulduğu ölçüde uygulanabilir olacaktır.
Türkler veya bugün kendini Türk olarak tanımlayanlar ile Kürtler arasındaki çatışmalar hiçbir zaman halklar arası bir savaş niteliği kazanmadı. Mirasına sahip çıkılan Selçuklu ve Osmanlı devletleri, Viyana kapılarına, Kafkasya’ya, Arap Yarımadasına, Kuzey Afrika’ya kadar savaşarak gittiler ve nihayetinde bu coğrafyalardan savaşarak geri çekildiler. Neredeyse bin yıllık bu tarihsel süreçte Kürtlerle hep ittifak geliştirdiler. Bu ittifaktan da güç devşirdiler. Hem Selçuklu ve Osmanlı döneminde hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda bu ittifakın varlığıyla kazandılar.
Yüz elli yıldır yaşanan süreç, özünde halklar arası bir savaş değil, merkezileşmeye karşı geliştirilen direniş ve bu direnişin katliamlarla bastırılmasıdır. Çatışmayı var eden, bu tarihsel ittifakın gerektirdiği ortak gelecek tahayyülünün yaratılmamış olmasıdır. Bu ortak gelecek tahayyülü, “etnik ayrışma yerine yeniden kurulan birlik” perspektifinin ikamesi ile mümkün olabilir.
Türklerin güvenlik endişeleri sınır temelli, Kürtlerin ise kimlik temellidir.
İngiliz siyaset bilimci Barry Buzan’ın, “Bölgesel Güvenlik Konsepti Teorisi” Kürt-Türk ilişkilerinde referans alınacak önemli kaynaklardan biridir. Buzan, güvenliği sadece sınırlar ile tanımlamaz. Barry Buzan, güvenliği kompleks ve bölgesel bir yapı olarak ele alır. Devletlerin güvenliğini sadece siyasi ve askeri olarak değil, sosyal, ekonomik ve çevresel parametreler üzerinden değerlendirir.
Toplumsal güvenliği ise, bir grubun kimliğini, dilini, kültürel sürekliliğini koruma kapasitesi olarak temellendirir. Buzan’a göre; eğer bir grup kimliğinin tehdit altında olduğunu hissederse, bu askeri tehdit kadar güçlü bir güvensizlik yaratır.
Ortadoğu’da Kürtler dört ayrı ülkede, sınır aşan güçlü bir toplumsal aktör, Türkler ise devlet kapasitesi yüksek bir aktör olarak varlar. Ayrı hareket etmelerinin kırılganlığı artırıcı etkisi olduğu gibi, birlikte hareket etmelerinin de bölgesel kurucu güç yaratma etkisi olacaktır. Kürt-Türk ittifakı romantik bir ideal olmanın ötesinde, tarihsel, sosyolojik ve jeopolitik olarak en düşük maliyetli ve en yüksek getirili çözüm modelidir. Özü itibariyle istisna olan çatışma, norm olan ittifaktır. Bir yönüyle de stratejik zorunluluktur. Bu tam olarak Buzan’ın tarif ettiği “bölgesel güvenlik kompleksi” mantığıdır.
Toplumsal çelişkileri yönetilir hale getiren ve ortak gelecek tahayyülünü oluşturan “üst anlatının” tarihsel birçok örneği var. Güney Afrika’da Apartheid rejim sonrası siyah çoğunluk adaletin tam olarak sağlanmadığını bilmesine rağmen, intikam değil birlik hedefini benimsedi. Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, eksik adaleti iç savaşa tercih etti.
Yine Avrupa Birliği’nin kurulması “üst anlatının” önemli örneklerinden biridir. Almanya ve Fransa aralarındaki onca kanlı savaştan sonra, ortak gelecek tahayyülünü, bir daha savaş olmaması üzerine inşa ettiler. Avrupa Birliği’nin temeli tam olarak çözülmemiş sorunların üzerine kuruldu.
Toplumlar da tıpkı insanlar gibi, uzun süren çatışmalı dönemlerde yorulur, savaşın vasatına teslim olur, gelecek umudundan ve kendi gerçekliklerinden kopabilirler. Ve toplumlar ancak kolektif bir hikâyedeki umuda tutunduklarında, adil oldukları için değil, geleceği birlikte kazanacaklarını düşündükleri zaman fedakârlık yaparlar.
Yani Türkler hâkim ulus reflekslerini, Kürtler de tüm taleplerinin hemen karşılanmamasını ortak kazanım tahayyülleri güçlü olursa kabullenebilirler. Toplumsal barış süreçlerinde belirleyici olan, tüm ayrıntıların çözülmesi değil, tüm ayrıntıların çözüleceğine dair ortak inancın kurulmasıdır. Bu ortak inancı oluşturacak olan üst anlatı, tarihsel ve sosyolojik kökeni oldukça derin ve güçlü olan Kürt-Türk ittifakıdır.
Bu bağlamda Kürt-Türk ittifakı bir iç barış projesi olmanın ötesinde, Ortadoğu’nun yapısal güvensizlik oluşturan mimarisine karşı geliştirilecek en rasyonel bölgesel güvenlik formülüdür. Kürt ve Türk ittifakının ufku bizi demokrasiye, birlikteliğe, refaha ve güvenliğe ulaştıracak bir çizgidir.
Ve o ufuk, görünmeyi, anlamayı, anlatmayı ve çaba göstermeyi beklemektedir.




