Türkiye siyasal tarihinin en unutulmaz günlerinden biri 19 Aralık 2000…. Aslında tek bir gün değildi, 22 Aralık’a kadar süren ve cezaevlerinde ölüm orucu yapan devrimcilerin katledilmesiyle sonuçlanan bir operasyonun ilk günüydü 19 Aralık.
20 ayrı cezaevinde, ölüm orucu eylemi yapan yüzlerce devrimciyi hedef alan eş zamanlı operasyonlarda kullanılan kimyasal gazlarla, kurşunlarla, ağır silahlarla 28 devrimci insan yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralı kurtuldu. Onlardan biri de Muharrem Kurşun’du. Evet, sadece bir gün değildi, çeyrek asra yayılan bir mücadele hafızasına dönüştü 19 Aralık. İşte o hafızanın tam içinden, bir tanık, bir özne, bir devrimci olan Muharrem Kurşun ile 25 yıl sonra 19 Aralık 2000 gününde cezaevlerinde sahiden neler yaşandığını konuştuk. Onun anlattıkları sadece birer ‘hatıra’ değil, çünkü Muharrem Kurşun’a göre 19 Aralık sadece geçmişle ilgili değil, aynı zamanda bugünle ilgili bir mesele…
‘Ölmek için değil, onurlu bir yaşam için ölüm orucundaydık’
Muharrem Kurşun devrimci mücadeleyle ilk kez 1990 yılında tanıştığını söylüyor. Hapishane kapısından ise defalarca girip çıkmış. 1991’de tutuklanıyor, 1992’de tahliye ediliyor; 1993’te yeniden cezaevine giriyor, yıl bitmeden çıkıyor. 1995’te ise bir kez daha tutuklanıyor. Asıl kopuş noktası, ölüm orucu süreci… Muharrem Kurşun, 18 Temmuz 2001’de, ölüm orucunun 273. gününde tahliye ediliyor.
“Ölüm orucuna girme nedenimiz hiç de ölme amaçlı değildi” diye anlatıyor. O halde neden adına ‘ölüm orucu’ demişlerdir? “Ölümü göze alarak eyleme başladığımız için adına ölüm orucu diyoruz” diye basitçe yanıtlıyor:
“Yani katletmek için geldiler ama şöyle söyleyeyim hayata döndürülecek insanlar değildik. Hepimiz hayatı çok seviyorduk. Ama onurlu bir hayatı. Teslim olup onursuzlaşmaktansa ölüm yeğdir dedik ve eyleme başladık. Mide bulandırıcı düzeyde kendi gerçekliğine aykırı “hayata dönüş” ismi bu yanıyla da gerçekçi değil. Onurlu bir hayat için ölümü göze alan ve yaşamı seven insanlar olarak eyleme başladık.”

Temel motivasyon: ‘Teslim olmamak!’
19 Aralık 2000’de yaşanan katliam sırasında Çankırı E Tipi Cezaevi’nde olduğunu anlatan Muharrem Kurşun’un aklında o güne dair en çok yer edenlerse cezaevlerine dönük saldırının durdurulması için ‘feda eylemine’ girişen Hasan Güngörmez ve İrfan Ortakçı:
“Hasan ve İrfan saldırının durdurulması için feda eylemi yaptı. İrfan feda eylemini başaramadı. Havalandırmaya çıkınca üzerine çatıdan kiremitler yağdırılmıştı. Onu tekrar mutfağa alabildiğimizde, ölümcül yaraları vardı.”
Neydi peki Hasan’ı, İrfan’ı, kendisini ve diğer yüzlerce devrimciyi hapishanelerde ‘ölümüne direnmeye’ iten asıl talep? “Talebimiz, bizi teslim almayı amaçlayan hücrelere konularak tecrit edileceğimiz, F Tipi Hapishanelerin açılmamasıydı. F Tipi hapishaneleri açılmaması talebini açlık grevinin ilk gününden kabul etseler eylem o gün biterdi” diye yanıtlıyor Muharrem Kurşun.
Ama somut talepleriyle temel motivasyonları arasındaki ciddi farka da dikkat çekiyor, çünkü ikisi hiçbir zaman bir ve aynı şey olmamış:
“Burada hemen belirteyim; onursuzlaşmak, hücrelere girmek değil, teslim olmaktır. 19-22 Aralık Katliamı sonrasında bizi hücrelere koydular. Ama teslim alamadılar. Motivasyonumuzun özeti buydu: Teslim olmamak!”

Sadece katliam değil, 19 Aralık bir direnişti…
19 Aralık 2000 günü ve sonrasında yaşananların birebir tanığı, aslında sadece bir tanık değil, o süreçte ‘direnişin’ bir öznesiydi Muharrem Kurşun. Tam da o dönemin devrimcilerine has bir kadirşinaslıkla anıyor katliamda yitirdiği tüm ‘siperdaşlarını’. Unuttuğumuz kavramları hatırlatan bir kelime kutusu gibi Muharrem Kurşun’un kelime dağarcığı… Sahi, en son ne zaman duymuştunuz ‘siperdaşlık’ kavramını? Ama bir kavramdan daha fazlası onun anlattıkları, bir mücadele anlayışı, bir hafıza ve aslında bir duygu… Ama onun duygularını ifade eden tek kelime ‘hüzün’ değil, bunca acıya rağmen:
“19 Aralık Direnişi sırasında ölüm orucunda olmayan siper yoldaşları biz ölüm orucu direnişçilerini deyim yerindeyse gözü gibi korumaya çalıştı. Çatıdan gelen kiremite kendini siper eden, elindeki küçük bir bez parçasını gazdan korunmamız için bizim ağzımıza, burnumuza kapatan siper yoldaşlarıyla 19 Aralık’ın en net hatırası siper yoldaşlığıdır. O bez parçası gazdan korumaz. Ama aslolan koruma amaçlı yapılmış bir fedakarlık olmasıdır. Hüzünlü de olsa 19 Aralık benim coşku duyduğum bir gün.”
Katliamın bıraktığı izler zihninde, anılarında, mücadelesinde her an baki Muharrem Kurşun’un. Ölüm orucunun 273. gününde tahliye olduktan sonra bir daha hapse girmese de, cezaevleriyle de bağı hiç kopmamış. Zaten ben de ne zaman İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’ne uğrasam Muharrem Kurşun’u hasta mahpuslarla ilgili bir toplantıda bulurum. Çünkü o uzun yıllardır İnsan Hakları Derneği Hapishane Komisyonu’nda yer alarak hapishanelerdeki hak ihlallerinin takipçisi olmaya devam ediyor.
O dönemin onda bıraktığı izler bundan daha fazlası:
“Katliamın değil ölüm orucunun bende bıraktığı rahatsızlık Wernicke sendromudur. Korsakof sendromu bende öyle çok yok. Bu yüzden Korsakof’u da saydığımda kendime taşıcıyım diyorum! Katliamın yarattığı travmalar vardır belki. Ama ölüm orucuna girerken ki inancımla mücadele ettiğim ve çoğu kere oturarak da olsa ‘koşturduğum’ için varsa bile bu travmanın farkında değilim. Aslolan yaşamı yeniden üretmek diye bakıyorum hayata. Yaşamı üretmek için mücadeledeyim.”

F tiplerinden kuyu tiplerine: Mesele ‘cezaevi duvarlarıyla’ sınırlı değil
Bugün gelinen noktada, F Tipi hapishanelere karşı verilen mücadelenin bıraktığı hafıza hâlâ canlı. Ancak Muharrem Kurşun’a göre mesele sadece cezaevlerinin duvarlarıyla sınırlı değil; 19 Aralık, içeride olduğu kadar dışarıda da kırılma yaratan bir eşikti:
“19 Aralık öncesinde dışarıda güçlü bir muhalefet oluşmuştu. Ama 19 Aralık’ta içeriye olduğu kadar dışarıya da saldırdılar. Sonrasında yapılan her eyleme de saldırdılar. 19 Aralık sonrasında dışarıda F Tipine karşı çok ses yükseltilemedi. Bu yüzden tecride karşı ölüm orucu eyleminde bu kadar ağır bedel ödendi.”
Bugün cezaevlerinde F Tiplerinden bile daha ağır koşulların tartışıldığı “kuyu tipi” hapishaneler gündemde. “Bugün cezaevlerine dönük politikalar neden giderek sertleşiyor ve dışarıdaki topluma ne anlatıyor?” diye sorduğum Muharrem Kurşun’a göre 19 Aralık 2000 katliamında amaç neyse bugün Kuyu Tipi hapishaneler ile amaçlanan da o: ‘teslim almak’.
“Kuyu tipi hapishanelerin de amacı tutsakları teslim almak. Yani 19 Aralık saldırısıyla aynı. O günden bugüne tutsakları teslim alamadılar. Kuyu tipiyle bunu bir kez daha deniyorlar. Burada da teslim alamayacaklar.”
19 Aralık katliamının hafızası ışığında, Türkiye’de cezaevi politikalarının bugün geldiği noktayı değerlendiren Muharrem Kurşun’un ısrarla altını çizdiği şey: ne 19 Aralık katliamı ne F tipleri ne kuyu tipleri ne açlık grevleri sadece ‘içerisiyle’ alakalı; bu nedenle son bir notu var bu haberin tüm okurları için:
“Dışarıda sessizlik sürerse, hapishanelerde ağır bedeller ödenmeye devam eder. Bu söylediğim felaket tellallığı değil. Aslında dışarıya, bize bir çağrı, mücadele çağrısı.”




