Türkiye, yüz yıldır bir türlü rıza temelinde kurgulayamadığı, bundan dolayı da çok ağır beşeri, siyasi ve ekonomik bedeller ödemek zorunda kaldığı Kürtlerle ilişkilerini hale yola koymak üzere Ekim 2024’ten itibaren yeni bir hata girdi.
Girdiği bu yolun, o günlerde dağılacağı belli olan Suriye’nin yeniden inşası aşamasında, oradaki Kürtler’in başlarının çaresine bakmalarının buradaki Kürtler’e yapacağı ilhamı önlemek için olduğu anlaşılıyor. Yani tedbir alıyordu devlet.
Bu itibarla, bu günlerde yaşanan sürecin motivasyonu, Arap baharı etkisiyle dağılacağı öngörülen Suriye devletinde yaşayan Kürtlerin, buradaki Kürtlere ilham vermesini önlemek maksadıyla başlatılan 2013 sürecinin aynısıdır. 2013 ile 2024’ün bir farkı var, o da, 2013’te dağılacağı öngörülen Suriye 11 yıl ayakta kalmayı başarmıştı ama 2024’teki öngörü 2 ay içinde gerçekleşti.
O bakımdan, bu gün yaşananın motivasyonu, 2015’te buzdolabına konulan sürecin motivasyonu ile aynıdır; ne Özallı, ne Demirelli ne de Erbakanlı dönemlerde yaşanan süreçlerin motivasyona benzer. 93 sonrası yaşanan barış süreçleri, en fazla, yenişememenin maliyetine artık katlanmak istememek iken, 2013 ve 2024 süreçleri, bölgesel ve küresel mecburiyetlerin zorlamasıyla beka sorunu olarak kendini dayatan bir duruma çare arama çabasıdır.
2024 sürecini devlet açısından zorunlu kılan bir başka sebep ise, İsrail’in Suriye’de belirleyici hale gelmesinin sonucu olarak nüfuzunu Kuzey Suriye’ye genişletmesine mani olmaktır. Mamafih, bu süreç zarfında, SDG’nin silahsızlandırılmasına dönük dışişleri ve güvenlik bürokrasisinin ezber refleksleri yüzünden Türkiye, İsrail’in işine yarayacak şekilde Kürtleri kendisinden uzaklaştırırken, Öcalan sayesinde bu facia şimdilik önlenmiş görünüyor.
Bir devlet kararı olarak başlatılan sürecin ayak sesleri, 1 Ekim’de Meclis’teki meşhur tokalaşmayla duyulurken, işaret fişeği, 22 Ekim’de “Öcalan’a umut hakkı” çağrısıyla Bahçeli tarafından atıldı. O günden bu yana, soruna taraf olduğunu düşünen tüm aktörler, inanılması zor kararlar alıp imkansız işler yaptılar. DEM Parti’den bir heyet, defalarca İmralı’ya giderek Öcalan’la görüştü. Öcalan, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ile örgütüne fesih çağrısı yaptı ve silahlı mücadeleyi sonlandırdığını duyurdu. PKK, fesih kongresi düzenledi, silahlarını yakarak Öcalan’ın çağrısına karşılık verdi ve Türkiye’deki tüm silahlı unsurlarını çekti. Bu arada, İYİ Parti hariç, TBMM’de temsil edilen tüm siyasi partilerden oluşan bir çözüm komisyonu kuruldu ve komisyondaki üç partinin temsilcisi, İmralı’ya giderek Öcalan ile görüştü. Bu, güvenlik bürokrasisi ya da HDP/DEM temsilcilerinin devletin bilgisi dahilinde Öcalan’la temas kurmasından tamamen farklıydı. Zira, ilk kez bir Meclis heyeti, siyasi muhatap olarak Öcalan’la görüşüyordu. O bakımdan bu ziyaret, ayrıca tarihi bir önemi haizdi. Yani, özetleyecek olursak, son bir yılda yaşadıklarımızın bu kadar ezber bozan şeyler olması, meselenin taraflar nezdinde ne kadar ciddiye alındığını göstermektedir.
Gelinen noktada, Meclis çözüm komisyonunun görev süresi bitmek üzere. Komisyonda temsil edilen partiler, kendi raporlarını komisyona sundular. AKP ve MHP raporları, meseleyi terör sorunu olarak gören klasik devlet perspektifiyle kaleme alınmış.
AKP Öcalan’a ve umut hakkına değinmezken MHP raporunda umut hakkı muğlak da olsa geçiyor. AKP, sürece dair özel ve geçici bir infaz yasası öngörürken MHP mevcut yasalarda yapılacak değişiklikle infaz rejimini düzenliyor. Her iki parti de, infaz rejiminin düzenlenmesini ve demokratikleşme adımlarının atılmasını, silahsızlanmanın tamamlandığının güvenlik birimlerince teyit edilmesine bağlıyor. MHP, anadilde eğitim, vatandaşlık tanımı ve anayasanın ilk 4 maddesini kırmızı çizgi kabul etmeye devam ediyor. AKP’den farklı olarak özel ve geçici yasa yerine örgüt mensuplarının durumunu infaz kanununlarında yapılacak düzenlemelerle çözmeyi teklif ediyor. 10 Mart mutabakatı AKP raporunda, İsrail yayılmacılığı MHP raporunda özel olarak vurgulanıyor.
CHP raporu, süreç boyunca sözcülerinin ifadeleriyle kıyaslandığında, görece zayıf bir rapor. İmralı’ya giden heyete temsilci göndermeyerek CHP bunun ipuçlarını vermişti. Rapor, Öcalan, PKK, umut hakkı, örgütün feshi, silah bırakma, silah bırakanların dönüşü gibi temel konuları dile getirmekten özellikle imtina etmiş. Daha çok, 21 Mart resmi bayram olsun, Dersim için meclis komisyonu kurulsun, adları değiştirilen yerlerin eski ve yeni adları beraber kullanılsın, Madımak oteli ve Diyarbakır cezaevi müze olsun gibi kimi sembolik önerilere ve kayyım uygulaması kalksın, KHK mağduriyetleri son bulsun, AİHM kararları uygulansın, TMK ve TCK’da bazı değişiklikler yapılsın gibi genel taleplere odaklanmış. Bu haliyle rapor, ana muhalefet partisinin, özel amaçla kurulmuş bir komisyona sunacağı raporda olması gereken özenli işçilikten kaçınılmış gibi görünüyor. Meclise kendileri sayesinde giren Yeniyol grubunun raporu bile CHP’ninkinden daha dikkatli hazırlanmış.
DEM Parti’nin raporu ise, tam anlamıyla “efradını cami, ağyarını mani” türünden. Öcalan’ın merkezi rolüne ve umut hakkına özel vurgu yapılıyor. Anadilde eğitim/kamu hizmeti ve vatandaşlık tanımının etnik çağrışımdan uzak olması talebi anayasal değişiklik gerektiren talepler olarak yer alıyor. Demokratik entegrasyon yasaları ve silah bırakanların durumuna dair TCK, TMK ve infaz yasalarında geçiş dönemi uygulaması talep ediliyor. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekincelerin kaldırılması talep ediliyor. Kayyım uygulamasının kaldırılması, KHK mağduriyetlerinin sonlandırılması ve AİHM kararlarının uygulanması talep ediliyor. Cemevlerine ibadethane statüsü talep ediliyor. Şeyh Said, Said Nursi ve Seyyid Rıza’nın mezar yerlerinin açıklanması, Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu kurulması, yerinden edilenlere tazminat ödenmesi gibi talepler dile getiriliyor.
Bundan sonra, eğer uzlaşılabilirse, çözüm komisyonu nihai raporunu hazırlayarak, gerekli yasal tedbirleri almak üzere Meclis’e gönderecek. Doğrusu, bu kadar farklı siyasal geçmişlerden gelen ve farklı dünya görüşlerine sahip partilerin yüzyıllık bir meseleye dair aynı şeyleri söylemeleri elbette beklenilmemeli. Ama, madem küresel ve bölgesel zorunluluklar, 8 Aralık 2024 sonrasına adapte olmamayı bir beka sorunu olarak dayatıyor, o halde tüm bu farklılıkların bir makulde buluşmasını beklemek hayal olmasa gerek. Nihayetinde siyaset dünyasında işler, genellikle, adaletin değil reel politiğin gereklerine göre yürür.




