İklim krizi gökte mi, yerde mi?
Mehmet Horuş 22 Aralık 2025

İklim krizi gökte mi, yerde mi?

İklim krizi, bildik anlamda bir doğa olayı olmadığı gibi doğanın evrimsel gelişiminin bir sonucu da değil. Atmosferik ya da meteorolojik niteliği, nedenleri üzerine kafa yorarken göksel çağrışımlar yapıyor olabilir. İklim inkarcıları, bu göksel boyutunu fırsata çevirerek iklim krizinin sorumlusu olan şirketleri ve sermaye düzenini perdelemek istiyorlar. Diğer ekolojik sorunlarda olduğu gibi krizinin ilahi nedenlerden kaynaklandığını ileri sürenlerle dünyanın doğal evriminin sonucu olduğunu savunanlar, sermayenin sorumluluğunu gizlemek ortak noktasında buluşuyorlar.  İklim tartışmaları üzerinden sergilenen bu gerici akımların dünyadaki aşırı sağ ve otoriter iktidarların etrafında kümelenmeleri tesadüf değil. Bir yanda küresel sermayenin ve onun etrafında öbekleşmiş her türden gerici, otoriter akımlar diğer yanda dünyanın daha çok güneyinde yaşayan emekçiler, yerli halklar, kadınlar ve iklim mültecileri yer alıyor. Ekoloji mücadelesinin strateji ve program tartıştığı bugünlerde sorunun kaynağı üzerinde netleşmekte yarar var.

İklim krizinin nedenleri kadar somut sonuçları da barınma, susuzluk, kuraklık, gıda güvenliği, savaşlar, salgın hastalıklar ve daha pek çok veçhede karşımıza çıkıyor. Özellikle kış aylarında büyükşehirlerde yaşanan sellerden ve yaz aylarında meydana gelen orman yangınlarından sonra bu felaketlerin iklim değişikliğinden mi yoksa altyapı sorunlarından mı kaynaklandığı tartışılıyor. Çoğu meselede olduğu gibi bu konuda da iki ayrı uçta kamplaşabiliyoruz. İklim krizinden kaynaklandığını ileri sürenlerin bir kısmı bunu yerel yönetimleri aklamak için mazeret olarak kullanıyor. Bu tavır, sigorta şirketlerinin sorumluluk almamak için doğa olaylarını mücbir sebep kabul etmelerine benzetilebilir. Karşıt cephe ise meteorolojik açıdan sıra dışı bir durum olmadığını tek nedenin alt yapı politikaları olduğunu ispatlama telaşına düşüyor. Anlaşılması zor bir iklim ikilemi yaratılıyor. İklimi yere göğe sığdıramayan bu her iki tutum da kendi tezini kanıtlamaktan ziyade karşı tarafın tezini çürütmeye odaklanıyor. Halbuki, alt yapı sorunlarıyla birleşince iklim krizinin sonuçları çok daha yıkıcı bir hal alıyor.  Olan biteni bu sadelikte ele almak mümkündür.

Meramımızı daha iyi anlatabilmek için Sovyet bilim insanı Vernadski’nin 1926 yılında yayınlanan kitabına adını da veren “Biyosfer” kavramına başvurabiliriz. Aynı zamanda jeokimya ve biyokimyanın kurucuları arasında sayılan Vernadski’nin biyosfer teorisi Antroposen tartışmalarında da çokça refere ediliyor. Biyosfer teorisine göre, atmosfer bağımsız bir yaşam bölgesi olmayıp litosfer ve hidrosfer ile etkileşim halindedir. Dolayısıyla yer ve gök birbirinin içine geçmiştir. Vernadski, biyosferi “dünyanın zarfı” olarak tanımlayarak oksijen, azot ve karbondioksitin oluşumunu canlılarla ilişkileri içinde ele alır. Bitki ve hayvanlar da organik ve inorganik dünyayla kurdukları ilişki içinde biyosferi etkilerken insan da gezegende diğer canlılar gibi bu etkileşim içinde var olur.  Böylece Vernadski’nin veciz formülüne ulaşırız: “solunum gezegensel bir olgu olmalıdır”. Bu, sonuç olarak, kelebeğin kanat çırpışı örneğindeki gibi tek bir insanın nefes alıp verişi, bütün bir gezegenle etkileşim içinde gerçekleşiyor. Vernadski’nin hassas terazisine her gün kullanılan petrol, kömür, maden, endüstriyel tarım ve hayvancılığın yarattığı emisyonları koyarsak, sermayenin tercihlerinin gezegen üzerindeki yıkıcı kapasitesini daha iyi anlayabiliriz. Faili belli büyük bir gezegen suçu işleniyor.  Hangi teknik gerekçenin arkasına saklanılırsa saklanılsın iklim krizinin failini gizleyen her öneriden uzak durmalıyız.

Kapitalist sistemin bitip tükenmeyen enerji açlığının ve doğayı sınırsız hammadde kaynağı olarak gören üretimciliğin bir sonucu olarak bugün “aşırı iklim olayları” yaşanıyor. Bu nedenle fosilden çıkıp iklim krizini durdurmak için bir karar almalıyız. Ama önce karar vericilerin elinden bu karar alma yetkisini devralmak zorundayız. En son gerçekleşen COP30 İklim Zirvesi’ne ev sahibi Brezilya’yı saymazsak en geniş katılımı fosil lobisi gerçekleştirdi. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde iklim zirvesi sonuç bildirisinde fosilden çıkış konusunda net bir politika belirtilmedi. Sermaye, gezegenin geleceği için öngörülen süre, saatin tik takları gibi her an aleyhimize işlerken halen krizi fırsat çevirme formülleriyle oyalanıyor. Yenilenebilir enerji sektörü bir süredir buradan semirmeye devam ediyor. Neyse ki “yenilebilir” denilen teknolojilerin kısa sürede zararları görüldüğünden ekoloji hareketleri içinde güneş ve rüzgarı alternatif görenlerin sayısı azaldı.

İklim krizine karşı ancak enerji, maden, su, ulaşım, tarım, kentleşme ve diğer pek çok başlıkla birlikte ortak ve tutarlı bir mücadele programı inşa edilebilir. Ayakları yere basan bir bakış açısına ihtiyacımız var.

 

 

 

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.