Kürt meselesinin demokratik çözümü için kurulan Meclis Komisyonu, partilerin hazırladığı raporları Meclis’e sundu. AK Parti ve MHP’nin raporlarında, sorunun nedenleri ele alınmayarak sonuçlar üzerinden “terör sorunu” çerçevesi çizildi; yasaklamalar, Kürt dili ve kültürü, kimlik, yönetsel mekanizmalar ve siyasal temsiliyet gibi konular raporlarda yer almadı. Sürecin başında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Abdullah Öcalan’ın “umut hakkı” kararıyla ilgili mesajı, MHP raporunda karşıt bir şekilde yansıtıldı, AK Parti raporunda ise konuya değinilmedi. CHP’nin raporunda ise Kürt sorununa doğrudan yer verilmezken, AİHM kararlarının uygulanması ve kayyım atamalarının sonlandırılması ön plana çıkarıldı.
Meclis’e sunulan raporları değerlendiren Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Sezai Temelli, raporların beklentilerin gerisinde kalan ve sürecin ruhuna uymayan bir yaklaşımla hazırlandığını belirtti.
Raporlarda Kürt sorununun tarihsel ve siyasal boyutlarının yeterince ele alınmadığını, kavranmadığının görüldüğünü belirten Temelli, şöyle dedi:
“Raporlara baktığımızda hem Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hem de diğer partilerin yaklaşımında meselenin silah bırakma ve silah bırakanlara dair kendi yaklaşımlarınca bir düzenleme ile sınırlı kaldığını söyleyebiliriz. Kürt meselesinin çözümü olsun diyenler var; ama Kürt meselesini hiç zikretmeyenler de var. Tabii Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidar partisi olarak çok daha kapsamlı, meseleyi çok daha doğru bir yerden ele alıp çözüm üreten bir yaklaşımını açıkçası beklerdik. Milliyetçi Hareket Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi olsun bütün partilerin, meselenin çok boyutlu tarihsel arka planını ve son yaşanan gelişmeleri yeterince değerlendirebildiklerini söylemek hazırladıkları raporlara da bakarsak çok olanaklı değil.”
‘Bu raporlar yetersiz raporlardır, esas mesele ortak rapor’
AK Parti’nin raporunun teyide muhtaç ve her adımı koşulla bağlayan bir rapor olduğuna işaret eden Temelli, “AKP, bütünlüklü ele alan bir yerden değil, işte silah bırakılma meselesini önceleyen, bırakılan silaha bağlı olarak da yapılacak düzenlemeler sınırında konuşan bir rapor hazırlamış. Sürecin işlemesi için gerekli adımlar ve bu adımlara bağlı olarak gelişmeler önemlidir. Fakat her adımın ne denli kapsamlı etkili olacağını da hesaba katmak, değerlendirmek gerekirdi. Elbette bu raporlar yetersiz raporlardır; ama bizim aradığımız nedir? Bizim aradığımız bir konsensüstür. Meclis’teki komisyonda sürdürülen görüşmeler bağlamında geldiğimiz nokta, bir rapor oluşturma aşamasıdır. Her parti kendi görüşünü yansıtan raporlarını Meclis başkanlığına sundu. Şimdi bir yazım kurulu oluşacak. Bu kurul gelen raporlar ışığında ortaklaştırılan başlıklar varsa bunu öne çıkartan ve sonrasında da bütün partilerin raporlarını derleyen ve ana raporu oluşturan bir raporu Meclis’e tavsiye niteliğinde sunacak. Esas mesele de orada başlayacak” ifadelerini kullandı.
‘Beklentiler özel yasanın çıkmasına dairdir’
Meclis Komisyonunun taslak metnini hazırlanma sürecine ilişkin bilgi veren Temelli, “Eğer iktidar partisi bir konsensüs arayışını bu aşamada sağlayacaksa ve Meclis çoğunluğuna dayalı olarak bu rapordaki sınırlılıklar çerçevesinde bir kanun teklifi hazırlayacaksa şu an için bu rapor beklentileri karşılamıyor. Çünkü toplumun beklentisi, Kürt halkının beklentisi, Türkiye siyasetinin beklentisinin gerisinde kalmış bir rapor olarak görüyoruz. İktidar kendi çerçevesinden bu raporu hazırlamış olabilir; ama Meclis’te yasa sürecinde konsensüsün muhakkak sağlanması büyük önem taşır. Çünkü beklentiler çok farklı ve kalıcı bir barışa giden yolun açılmasına yönelik bir özel yasanın çıkmasına dairdir” diye belirtti.
‘Biz ve iktidar arasında ciddi bir açı var’
Barış hukukuna dair adımların atılmasına ihtiyaç olduğunu ve negatif barıştan pozitif barış aşamasına geçecek gelişmeleri hayata geçirmek gerektiğine işaret eden Temelli, “Şimdi bizim ana yaklaşımımız demokratik entegrasyon dediğimiz sürecin ilk adımı olarak gördüğümüz hukuki adımların atılması. Bizim durduğumuz yerle iktidar partisinin getirmiş olduğu rapor arasında evet, ciddi bir açı var. Ama bunu kapatmaya yönelik bir çabanın şimdi önümüzdeki dönem muhakkak hayata geçmesi gerekir” şeklinde konuştu.
‘MHP’nin raporu söylemlerin gerisinde kaldı’
Sürecin başında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “umut hakkını” gündeme getirdiğini hatırlatan Temelli, şöyle devam etti:
“Buna rağmen MHP’nin raporu bugüne kadar dile getirdiklerinin gerisinde kaldı. Dile getirdikleri konusunda da tabii bazı şeyleri tartışıyoruz. Özellikle de hem umut hakkı konusunda, hem infaz düzenlemesi konusunda rapor geride kaldı. Bu belki bir taktik olabilir ya da kendi kurullarında böyle bir mesele ortaya konmuş olabilir ve o nedenle rapor böyle hazırlanmış olabilir. Bunu önümüzdeki dönem müzakerelerde anlamaya çalışacağız. Ancak bir gerçeklik ki hem AKP raporunda hem de diğer partilerin raporlarında görüyoruz artık, Kürt meselesinin demokratik çözümünün yolundayız; ama bunu nasıl yapacağız, bunu nasıl hayata geçireceğiz konusunda farklar ortaya çıkıyor.”
‘Eksikliklere rağmen olumlu taraflar da var’
Raporlar beklentilerin gerisinde diye bir karamsarlığa kapılmamak gerektiğini söyleyen Temelli, her zeminde mücadeleyi sürdüreceklerini ifade ederek, şunları söyledi:
“Raporlardaki bu eksikliklere rağmen olumlu düşündüren taraflar da var. Nedir; umut hakkının zikredilmiş olması, meselenin terör bağlamından artık kopartılması gerektiğine dair yaklaşımların olması, özellikle yerel yönetimler meselesinden tutun da belli alanlarda artık tartışmaların başlayabilmesi. Yine kayyumdan kurtulma gerekliliklerinin dile getirilmesi ya da ana dilinde her ne kadar eğitim hakkı denmese de ana dili meselesinin de artık gündeme taşınması işin tartışılabilir alanlarını açıyor. Fakat yaklaşımlar yine özellikle 27 Şubat öncesi kodları ve 27 Şubat öncesi durdukları noktaları koruyan o bağlardan tamamen hani yeni dönemin siyasetine transfer olamamış bir zihni de arka planında görüyoruz.”
‘Umarım handikapları bir an önce aşarız’
“Barış ve Demokratik Toplum Manifestosuyla” yeni dönem siyasetinin demokratik siyaset stratejisi üzerinde var etmeye çalışan bir yapıya karşı muhataplarında bu yeni konsepte uygun karşılık vermesi gerektiğini ifade eden Temelli, şunları dile getirdi:
“İktidar partisinden ve ortağından bizim beklentimiz bu yöndedir. Bu müzakere önümüzdeki günlerde de sürecektir, yoğunlaşacaktır. Umarım bu handikapları bir an önce aşarız. Çünkü sonrasında özellikle bu özel yasa kısmının sağlıklı aşılmasına bağlı olarak Türkiye’de artık biz Terörle Mücadele Kanunu’nda, İnfaz Kanunu’nda, Türk Ceza Kanunu’nda değişiklikleri konuşmaya başlayacağız. O nedenle ilk elden bu özel yasa konusunda atılacak adım bu anlamıyla çok çok önemli bir eşiği bize gösteriyor.”
Atılması gereken adımları sıraladı
Süreç kapsamında yapılması gereken yasal düzenlemelere dikkati çeken Temelli, bazı adımların yasal düzenlemeye ihtiyaç duymadan atılabileceğini, bazılarında ise yasal düzenlemelerin gerekli olduğunu ifade ederek, şunları kaydetti:
“Bunlar hasta tutsaklara yönelik atılacak adımlar, İdare ve Gözlem Kurullarının bu keyfi uygulamalarına son verecek adımlar olabilir. Yine Adli Tıp Kurumu’nun adeta kabul edilemez raporlarını sonlandıracak uygulamalar için bir şeyi beklemeye gerek yok. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasının önünde bir engel yok. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının uygulanmasının önünde bir engel yok. Hatta bunların uygulanmaması aslında bir suç teşkil ediyor. Yani Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamak bir suçtur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları Anayasanın 90’ına bağlı olarak bağlayıcıdır. Bunların adımları neden atılmıyor? Yani bütün her şeyi iktidarın belirlediği süreç konseptine uygun bir araç haline getirmek. İşte bu sağlıksız bir durumu ortaya koyuyor. Çünkü örgütün silah bırakmasına bağlı gelişecek bir özel yasa diğer bütün yasaların, uygulamaların bunu destekleyen ve bundan olumlu etkilenen bir ilişkiye tabi kılınması gerekir. Dolayısıyla düzenlemeleri böyle yaptığınızda özel yasa sonucu ortaya çıkacak gelişmeler, çok daha olumlu etkiler yaratır. Bu etkilere bağlı olarak da diğer alanlarda da gelişmeler sağlanabilir.”
‘Sürecin geldiği aşamayı raporla anlayacağız’
Raporlarla “her şey hal olacak” beklentisinin yanlış olduğunu, raporların partilerin görüşlerini yansıttığını, şöyle devam etti:
“Dolayısıyla Meclis bu raporu okuduğunda hangi parti ne düşünüyor, nasıl bir ortak akıl ilk başta ortaya konmuş ve sonrasında partiler buradan meramları, kendi arzuları, talepleri ne olmuş? Bunu görecek. İşte esas mesele de burada başlayacak. Dolayısıyla 27 Şubat’tan bu senenin sonuna kadar geldiğimizde yaşadığımız süreci biz bu rapora baktığımızda biraz anlamaya da çalışacağız. Neresini anlayacağız? Hem partiler bu süreci nasıl değerlendirmiş ve nasıl yaklaşmış, çözüme dair ne demiş? Hem de Meclis bu değerlendirme ışığında özel yasayı hazırlamak için bir sürece girecek. Buda önümüzdeki birkaç ay boyunca bu tartışmalarla yürüyecek. Meclis kanun teklifiyle bir özel yasa hazırlayacak ve bu tartışmalarda en kritik tartışmalar olacak.
‘Rapor etabı sonlanıyor, yasama etabı başlayacak’
Tabii teklif iktidar eliyle gelecek. Çünkü alışılagelmiş teamül budur. İktidar milletvekilleri bir kanun teklifi getirecekler ve burada önemli olan şudur: İktidar bu kanun teklifini hazırlarken bir demokratik akılla mı yaklaşacak. Yani ortaklaşarak olası en iyi kanun teklifini mi hazırlayacak yoksa ‘evet raporlar çıktı, biz değerlendirdik ve buyurun bir kanun teklifi hazırladık ve bu kanun teklifi üzerinden konuşalım’ mı diyecek. Önümüzde bizi bekleyen senaryo şimdilik budur. Bütün bu süreç etap etap gelişiyor. Şimdi bir rapor etabı sonlanıyor ve ondan sonra bu yasama etabı başlayacak. Bu etap hattata da yine müzakere ve mücadele önemli olacaktır. Dolayısıyla çok uzun soluklu bir mücadelenin yeni bir etabına da başlamış olacak. Bütün toplum, herkesin bu mücadelede olması ve müzakereyi güçlü kılacak şekilde bunu hayata geçirmesi büyük önem taşıyor.”
‘Suriye’yi iç siyaset malzemesi yapmak absürt bir yaklaşım’
Süreç kapsamında sık sık gündeme getirilen Kuzey ve Doğu Suriye’nin durumuna değinen ve Türkiye’nin bu konudaki politikasını eleştiren Temelli, “meseleyi terör meselesi” olarak görmekten kaynaklandığını, bu yaklaşımın “Elimde çekiç var o yüzden benim için bütün sorunlar çividir” sonucunu doğurduğunu vurguladı. Temelli, “Suriye’deki meseleyi de iç siyaset malzemesi haline getiren akıl, sürekli alarak SDG’ye yaklaşım olsun, Suriye’deki belli meselelerin gelişimine yaklaşım olsun aynı yerden konuşuyor. Bunun bir anlamı yok. Dediğim gibi absürt bir yaklaşım” dedi.
‘Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın açıklaması arasında fark var’
SDG ile Suriye Geçiş Hükümeti’yle 10 Mart Mutabakatı’nın imzalandığı ve bu mutabakat kapsamında entegrasyonun nasıl olacağı, adem-i merkeziyetçiliğin nasıl uygulanacağı, enerji paylaşımı, sınır kapıları konusu, ordunun oluşumu, yerel asayişin nasıl olacağı gibi birçok başlığın müzakeresinin sürdüğünü belirten Temelli, Türkiye’nin baskı politikasını eleştirerek şunları söyledi:
“Dolayısıyla Suriye’nin demokratikleşmesine katkı sağlayacak bir yerden Türkiye’nin yaklaşması ve dış politikasının bu şekilde güncellemesi gerekirken maalesef burada özellikle Milli Güvenlik Kurulu, Dışişleri Bakanlığı ve belli aktörlerin açıklamalarında bu alışılagelmiş Suriye yaklaşımını görüyoruz. Ancak bunun dışında da gelişmeler var. Cumhurbaşkanı’nın son açıklamalarında Dışişleri bakanı ile olan açıklama arasında bir fark oluşmaya başladığını görüyoruz. Dolayısıyla da Suriye yaklaşımının iç siyasetteki araçsallaştırılması ile Suriye’deki gelişmelerin gerçekliği arasında bir fark var.”
Suriye’deki gelişmelerin ve müzakere zemininin en önemli aktörünün SDG olduğunu söyleyen Temelli, şunları kaydetti:
“Dolayısıyla SDG o muhataplıkla aslında bu müzakereyi sürdürmektedir. Burada SDG’yi bir ‘terör örgütü’ olarak gören ve meseleye böyle yaklaşan bir anlayış zaten kabul gören bir anlayış da değildir. Özellikle uluslararası kamuoyunda ve sürdürülen diplomatik çalışmalarda da böyle bir yaklaşımı kabul gören bir anlayış yoktur. Türkiye bunu neden yapıyor? Türkiye’de neden hala böyle bir söylem zemini var? İçeride yürüyen süreç açısından adeta süreci zorlamak isteyenler, süreç aleyhine çalışan akılların öne sürdüğü bir argüman aslında. Diğer taraftan Suriye üzerinde beklentileri olanların da argümanıdır bu yaklaşım.” (MA)




